hesabın var mı? giriş yap

  • iclerinde bo$luk falan yoktur aksine ateistler muminlere gore daha doludur. cunku onlar hayatla ilgili sorularini basit cevaplara indirgeme luksune sahip degillerdir. haliyle varolu$ sebeplerini rasyonalize edemezler. her ortaya ciktiginda oldukten sonra yokolacagini bilmenin ya$amsal icguduleriyle carpi$masindan dogan depresif ruh halleriyle de mucadele etmek zorunda kalirlar.

    oysa ki din bizim varolu$sal kaygilarimizi ya$am dongumuzden soyutlayan bir ara bolmedir. hayatla ilgili cozemediginiz $ey mi var, atin dine, allah bilir. her sifat gibi etiketleme ve gutmeye kurban gitmedigi surece de guvenlidir.

    bizim toplum olarak dini sadece bu amacla kullanip, ickisiydi kumariydi karisiydi be$ vakit namaziydi pek takmiyor olmamizin sebebi de tek derdimizin aidiyetin yumu$ak pembe tasmasini takmak, ondaki huzurun bize yetiyor olmasidir.

    (bkz: ignorance is bliss)
    (bkz: hayati cozmek)

  • - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim sizi...
    - ...
    - ve ben onu çok özledim...
    - ...
    - sizin gibi renkli kocaman bakan gözleri vardı onun da... saçları sarıydı, teni beyazdı... gerçi son gördüğümde saatlerce kucağımda uyuttuğum için onu, doyamadığım için oynamaya onlarla, dağınıktı biraz saçları mesela, ama her zaman bakımlıydı...

    gülünce dişleri kocaman görünürdü, ve hiç sevmezdi bunu; çok düşkündü güzelliğine... oysa ben de tam tersine, en doğal zamanlarında, gerçekten içten güldüğü anlarda aşık olurdum ona... şimdi düşünüyorum da, hep ima etmişim, hiç söylememişim onu "çirkinken" daha çok sevdiğimi... inanmazdı muhtemelen, ama söyleseydim keşke...

    gülünce tombullaşırdı yanakları, işte tam da o anda avuçlarımın içine alırdım güzelim yüzünü; gözlerimi gözlerine dikerdim, kırpmadan bakardım ona... gözlerimiz dalarken koyu sohbete, biz susardık... sahi, ne kadar da "bir"mişiz aslında...

    gizli saklı haberleşirdik, kimselere belli etmezdik... telefonu açtığımda "naapıyosun sen bakiim" derdim çocukça, "sen yaapıyosun" derdi... havadan sudan konuşurduk, hep kaçak oynardık, ertelerdik asıl söylenmesi gerekenleri, söylemek istediklerimizi...
    bir sessizlik olurdu konuşma arasında tam yeri geldiğini belli eden... "özledim seni" derdi, "burnumda tütüyorsun" derdim... inanırdım, inanırdı...

    yanyana geldiğimizde iki yabancı gibi bakardık birbirimize... yasaktık sanki nedense... mesafeli kalırdık başka insanların yanında, heyecanla yalnız kalacağımız anı beklerdik... ilk fırsatta dokunurdu dudaklarımız... öyle ateşli öpüşmeler değil, eşsiz dokunuşlardı bizimkisi, benzeri olmayan...

    günler birktirirdim ona, anlatılması gereken hikayelerle geçen günler... hepsini anlatmaya vaktimiz olmazdı hiç, çoğunlukla onu dinlerken, onu izlerken öldürürdüm zamanı... vazgeçmek ne kolaydı, ucunda o olunca... hep anlatan ben, hep ketum oluverirdim onun yanında...
    yanıbaşında...
    ne güzeldi hep onunla olmak, yanıbaşında... nefesini kıskandıracak kadar yakınında, omuzlarımız birbirine dokunacak kadar dipdibe... parmaklarını parmaklarıma dolayabileceğim kadarlık mesafede...

    "senden de, senin sevginden de vazgeçemiyorum, ne olur sen de vazgeçme benden" demişti son defasında... vazgeçtiğimi söyleyecek cesareti toplayamamıştım ona, yapamamıştım;
    meğer ne kadar zordu sadece onun için herşeyden vazgeçmeyi göze aldığımı söyleyebilmek...
    hep yazdıklarımı, ancak yazarken anlatabildiklerimi kulağına fısıldayabilmek isterdim, yapamadım...
    "seni seviyorum" diyordu," özledim" diyordu... "eskiden olduğu gibi günün bilmemkaç saatini birlikte geçirebilmek için neler vermezdim" diyordu...
    ama sadece "geliyorum" dese yeterdi bana;
    demedi, diyemedi...

    hani siz az önce telefonla konuşurken gülümsüyordunuz, gözleriniz kısılıyordu ya, ne bileyim, ona benzettim sizi birden fena halde... ne kadar canlıymış anılarım, ne kadar tazeymiş yaralarım, ne kadar kırıkmış hayallerim meğerse...

    * * *
    - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim de sizi, dalmışım biraz... çok özür dilerim...
    - herneyse, önemli değil...
    - tekrar özür dilerim, iyi günler...

  • polis video çekiyorsa sende sakin bir biçimde konuştuğun bölümleri kayda alsaydın. o şekilde çığlık atan biri delidir. açıklamaya inanmadım. haksız olduğu polislere ben hocayım, akademisyenim diye atarlanmasından belli. polise meslek belirtmek ne demek onu bir açıklasın. kanunlar ve kurallar önünde herkes eşit. haksızlığa uğradığını düşünüyorsan kırık ehliyetinle beraber avukata gideceksin dava açılacak cezan iptal olacak. (haklıysan)

    dana gibi böğür sonra böyle oldu da ondan şöyle yaptım. ben oradan geçiyor olsam polisin kadına bir şey yaptığını düşünürdüm. polis görüntü alarak doğrusunu yapmış. polislere body cam takılması gerekir. böylece kim haklı kim haksız ortaya çıkar.

    emniyet video alan kişi hakkında soruşturma başlatmışsa bu bir skandaldır. kadın çirkefin teki. yarın polis beni elle taciz etti diyebilecek kadar dengesiz hareketleri var. polis videoya alıp kendini ve ekip arkadaşlarını güvence altına almıştır. yine görüntülerden anlaşıldığı üzere 2 ekip arabası olay yerine gelmek zorunda kalmış. kadın neler yaptı daha belli değil.

  • --- spoiler ---

    çocuğun okuluna "kırmızı, dar, göğüs dekolteli, mini elbise" ve yüksek topuklarla, koca eşliğinde gidilir ve psikolojik danışmana sorulur: bu çocuk neden böyle?

    --- spoiler ---

  • (bkz: huawei)
    yanlis: huvayi, havayi, havai
    dogru okunuşu: wah-way (vauh-vey)
    ya da huavey emin değilim şu anda. benim de bildiğim huavey aslında.

    (bkz: tchibo)
    yanlis okunusu: şibo
    dogru okunusu: çibo

    (bkz: mickey's by las chicas)
    yanlis okunusu: maykiys bay las çikas
    dogru okunusu: mikis bay las çikas

    not: bu maykiys diyen gormemis benim evet

    (bkz: ciabatta ekmeği)
    yanlis okunusu: çibata ekmeği
    dogru okunusu: çabatta ekmeği

    not2: evet o çabatta diyemeyen de benim

    edit: imla

    gelen mesaj üzerine edit2: "huavey değil de huauey daha doğru olur, "w" "v"den ziyade "u" olarak okunuyor" dedi.

    gelen yeni mesaj üzerine edit: huawei nin okunuşu wah-way olduğu ortaya çıktı.*

    edit yeni mesaj: huawei konusunda bir düzeltme yapayım dedim. işim gereği çin ile çalışıyorum, çince öğrenmek için bir yıl orada okudum ve yaşadım. söyleceğim o ki, huawei'nin çokunuşu "huavey" olacaktır. çin'deki "putonghua" denen resmi/ortak pekin mandarin lehçesine göre okunuş bu şekilde. tabii tonlamaları hesaba katmıyoruz şeklinde bir mesaj aldım. ben de huavey şeklinde biliyorum aslında.

  • “zavallı” diyorum çünkü müşteriden paket iptali için fax istemek için baya düşmüş olmak lazım.

    bir paketi iptal edeceğim. telefon ettim digiturk’e. kimliğimin fotokopisiyle dilekçeyi faxlamam gerektiğini söylediler. email olmuyormuş. hayır, memlekette fax diye bir şey kalmadı. işi yokuşa sürüp zaman kazanacaklar akılları sıra. 3 saattir fax makinesi arıyorum.

    her zaman yavşak bir işletmeydiniz. hiç de bir şey değişmedi.

    edit: hellofax.com digiturk’un numarasını kara listeye almış. gönderemiyorsunuz. digiturk hellofax’ı satın almışsa şaşırmam.

  • ev arkadaşımdı kendisi.

    aynı zamanda sınıf arkadaşımdı da.. bir yıl aynı evde kaldık sonra ayrıldık, ama o istikrarını hiç bozmadı. her sabah benden en az bir saat önce uyanır saçını, makyajını artık daha başka aklınıza ne gelirse işte yapardı. akşamları uzun uzun düşünür ertesi gün ne giyeceğine karar verirdi, ojelerini akşamdan yenilerdi (evet inanması güç ama her ak-şam!).

    ben derse on beş dakika kala uyanır ve ondan önce çıkardım, kudururdu. *

    sonuç 1: aynı yıl mezun olduk.

    sonuç 2: evleniyor, ben evde kaldım.

    yıllar sonra gelen edit: merak eden arkadaşlar olmuş şimdi durumlar nasıl diye. arkadaşım hala aynı kişiyle evli mutlu çocuksuz. beni sormayın artık :'(

  • türkiye'de bulunmayan zaten getirttirilmesi dahil illegal olan ilaç. konuştuğum bütün yabancı arkadaşlarım -özellikle kanada ve a.b.d.- tez zamanlarında şeker gibi kullanmışlar. kötü yanlarından bir tanesi eğer yanlış şeye odaklanırsanız geri dönüşü yok yandınız.

  • amerika'da zencinin biri pasaportunu kaybetmis. tam da turkiye'ye tatile gidecegi gun. aksilik bu ya...
    uçagi kaciracak, kara kara düsünürken yolda bir pasaport bulmasin mi ?!..
    hemen almis yerden, bir bakmis ki leanardo di caprio'nun pasaportu.. "ne olursa olsun" demis ve sansini denemeye karar vermis.
    çikarmis leonardo'nun fotografini, kendi fotografini yapistirmis.. uçmus türkiye'ye.
    atatürk hava limaninda görevli gümrük memurunun karsisina geçmis.. kim olabilir memur.. tabi ki temel... :-)
    almis pasaportu eline temel adamin ismine bakmis :
    ''leonardo di caprio", fotografa bakmis, bir zenci.
    adama bakmis ayni zenci... bir kaç saskin bakistan sonra
    temel obur masaya seslenmis,
    ula cemal, bu titanik batmis miydi, yanmis miydi?"

  • toplu taşıma araçlarında okunması durumunda sağdan soldan okuduğunuz şeylere göz ucuyla bakmaya çalışan kişileri görmeniz pek mümkündür. hayatımızdaki figüranlarla bizi bir noktada buluşturmuştur kendi çapında. yıllardır aynı çizgiyi sürdürebilmek, "nerden buluyor bu adam bunları yaaa" cümlesini bu kadar çok haketmek ne büyük bir şans kendisi için. sağolsun varolsun hayatımıza kattığı kıkırdamalar için.

    müşteri: merhaba sevgili bakkal... al sana 350 kuruş, bana ekmek ver.
    bakkal: orda dolaptan al.
    müşteri: teşekkürler.. işte bu netliği çok seviyorum. ekmeğimi alıyorum, karşılığını ödüyorum.. hayatta her şey bu kadar net olmalı..
    bakkal: üç tane alırsan dördüncüsü bedava
    müşteri: ve işte ibnelik çanları çalmaya başlıyor...