hesabın var mı? giriş yap

  • siz deyin gençlik heyecanı, ben diyeyim derginin bir türlü doğru eleştirilmediği hissi, ya da psikologlar desin başka bir şey; zamanında nahoş şeyler yazdım ben bu dergiyle ilgili. şimdi arasanız bulamazsınız, bir yıl kadar önce çöp tenekeme yollanmıştı zaten. ama şimdi en azından kendi adıma bir iade-i itibar zamanı roll için, kendilerinin buna hiç ihtiyacı yok, orası kesin, ama benim yapmam şart.

    sırtını büyük bir sponsora veya medya tröstüne dayamamış bir müzik dergisinin 100 sayısını, arada tökezlese bile bunu hissettirmeden yayınlamış olması nereden baksanız büyük başarı. dahası gerçekten ülkede bir kuşağı etkilemiş olduklarını, internet sayesinde neredeyse her şeyin erişilebilir olduğu dönemde röportajlardaki, ufacık yorumlardaki, ajans sayfalarında üstlerde geçen küçücük alıntılardaki üslubun tadına varmak için onların takip edildiklerini düşününce takdirim artıyor.

    evet, dergi elbet eleştirilebilir, les inrocks çevirilerinin kimi zaman fazla abarmasıyla, bazen dünya görüşlerini müzikalitenin önüne koymalarıyla, son dönemde derginin bazı kısımlarının zayıflamasıyla... ama yine de bunlar bile roll'un önce samimi, sonra da ne dersek diyelim, olabildiğince tutarlı çizgisi sayesinde göz ardı edildi. en çok da kendilerine özgü tarzları sayesinde. evet, bugün bir gerçek var yadsınamayacak olan, roll sadece roll'la açıklanabilecek bir tarza sahip. ikinci sayfaya kimin sözlerini koyduklarından, "acaba x'e ne sormuşlar" merakını uyandırmalarına, özellikle 100. sayıdaki ekleriyle de belli ettikleri gibi "bağırmayan ama anlatan" görselliğine kadar uzanan bir kendine özgülük bu. şimdi 100 kapağın yan yana durduğu postere bakıp da iç geçiriyorum, üzerindeki sanatçıyı sevip sevmemek bir yana, kapağını bu kadar güzel, sakin yapabilen kaç dergi var dünya üzerinde? tamam, galiba 100. sayıyı, tüm kapakları görünce anılar da depreşti, hangi kapağı neredeyken almıştım; kimleydim, ne yaptım, ne ettim, ne dinledim o zamanlar diye düşünmek de etkili oldu, duygusal baktım olaya. nazan öncel'i mor ve ötesi'nin üstüne koymalarından tutun, "binaural" zamanı pearl jam'i babalamalarına, roll disko'daki hakan taşıyan'a kadar bir dolu kızgınlık da unutuldu. insanların türlere karşı 9 yıl öncesine göre daha az önyargılı olmalarındaki küçücük fıçıcık da olsa paylarını hesaba katarak tabii...

    hepsi geride kaldıysa bir şey baki. iyi ki varsın roll, nice 100 sayılara!

  • -napıyosun?
    +çalışıyorum sen?
    -ben de yazlıktayım, balık tutuyorum.

    (yazlığım var.)

    -napıyosun?
    +çalışıyorum sen?
    -spordan geldim, çok yoruldum. :s

    (spor yapıyorum.)

    -napıyosun?
    +çalışıyorum sen?
    -çok sıcak, evde oturuyorum serin serin.

    (evim klimalı.)

    -napıyosun?
    +çalışıyorum sen?

    bu arada ben niye hep çalışıyom lan???

  • şimdi bir tarikat düşünün:

    * 1950'li yıllarda mürit toplamaya başlasın.
    * waco, teksas'ta bir tepeye kilise kursun ve bu kilise çevresinde yayılmaya başlasın.
    * kilisenin kurulduğu tepeye eski ahit'teki bir dağın (bkz: carmel) adını versin.
    * 1959 yılında, tarikat liderinin karısı "çok kısa bir zaman sonra isa mesih yeniden dünyaya gelecek" desin.
    * müritler satsın savsın, tepeye yerleşip isa mesih'in gelişini beklesin.
    * isa mesih gelmeyince, tarikat yönetimi el değiştirsin. yeni lider lois roden, kendi çocuğunun (bkz: george roden) ileride tarikatı yönetemeyeceğini düşününce, kilisede gitar çalıp şarkı söyleyen vernon howell adlı genci tarikatın başına geçirmeye kalksın.
    * bunu duyan george roden, vernon howell ve yandaşlarını carmel dağı'ndan kovsun.
    * bununla da kalmasın, ölen annesinin cenazesini mezardan çıkarıp; vernon howell'a, tarikata olan bağlılığını göstermek için meydan okusun.
    * vernon howell, polise şiyakette bulunsun. polis şikayetini belgelemesini istesin. howell yanına silahlı adamlarını alıp, carmel dağı'na ceset fotografı çekmeye çıksın. çıkarken polise yakalansın.
    * bu arada, wayman dale adair adlı bir tarikat üyesi george roden'e "ben mesih'im" desin. roden, "sen misin bunu diyen" diyip adair'in kafasını baltayla parçalasın.
    * roden, tımarhaneye kapatılsın.
    * vernon howell, para biriktirip carmel dağı'nın mülkiyetini satın alsın.
    * 1992'de ups kargo görevlisi, şerifi arayıp; tarikata gönderilen bir pakedin nakliye sırasında açıldığını, içinde silahlar ve el bombaları olduğunu söylesin.
    * tarikatın adı branch davidian, liderinin adı mahkeme kararıyla david koresh olsun.

    filmini çekseler "olur mu böyle şey" der ve beğenmeyiz değil mi?
    asıl film şimdi başlıyor.

    ups'in ihbarını değerlendiren atf (bureau of alcohol, tobacco and firearms) ekipleri, tarikatın yaklaşık 150 parça silaha ve binlerce mühimmata sahip olduğunu öğrenir. silahların çoğunluğu ar-15 denen, bazı modifikasyonlarla m-16'ya dönüştürülebilen yarı otomatik tüfeklerdir. tarikat binaların yakın oturan komşular, zaman zaman otomatik silah atışları duyduklarını atf yetkililerine bildirir. atf'nin amacı koresh'i dışarıda yakalamaktır. ancak koresh, tekkeyi bekleyen bir yapıya sahiptir. atf, carmel dağı'na operasyon kararı alır. ajanlar, bu tür operasyonlar konusunda deneyimsiz olduklarını düşünmüş olmalılar ki, operasyondan önce iki gün boyunca özel kuvvetler'den saldırı eğitimi alırlar.

    atf, 28 şubat 1993'te saldırı kararı alır. atf ekibinden bir personel, postacıya tarikatın adresini sorunca bütün sürpriz bozulur. postacı, koresh'in kayınbiraderidir. koresh, silahlı adamlarını çoktan mevzilere yerleştirmiştir.

    atf; 75 personel, 3 helikopter, bol miktarda silah ve mühimmatla binaların etrafını kuşatır. ilk atışı kimin yaptığı taraflar arasında hâlâ bir tartışma konusudur. ancak koresh'in ilk çatışmada yaralandığı bir gerçektir. tarikat üyeleri, helikopterlere ateş açar ve vurmayı başarır. koresh'in odasına yaklaşan atf personelinden biri öldürülür, diğeri yaralanır. atf, el bombası atar ve binanın içine girer. içeriye giren personelden biri daha başına isabet eden kurşunla hayatını kaybeder. bir diğer atf personeli, bina dışında çatışırken vurulur ve ölür. iki saatin sonunda, atf'nin cephanesi bitmeye başlamıştır ama branch davidian'da daha çok vardır. atf'nin iki günlük özel kuvvetler eğitimi, kıyamet gününe inanan bir tarikatla başa çıkmaya yetmemektedir. ilk gün 4 atf ajanı hayatını kaybeder.

    kuşatmanın bitmesi için, 50 gün daha vardır.

  • onbinlerce yıllık avcı toplayıcı yaşamı gözönüne alırsak cinsiyetlere göre multitasking desteğinden daha makul bir açıklama kotarabiliriz. şöyle ki kadınlar zaten bu dönemde genelde mağara ya da kulübenin etrafında takılıyorlardı ve avlanmak için yerleşim yerinden pek uzaklaşmadıkları için kaybolmak gibi bir durumla karşılaşmadılar, buna uygun bir tepkiyi evrimleştiremediler. tabi bu sebeple bir gittikleri yere bir daha gidememe gibi default bir özellikleri olduğu için leyla gibi araba kullanıp müziği de bu umarsızlıklarına fon yapıyorlar. araba kullanamama sebepleri de avını kovalayan erkeğin geliştirdiği ileri dönük tünel görüşü yerine bir yandan çocuk bakıp bir yandan yemek, temizlik, vs.'yle ilgilenen geniş açılı görüşe sahip olmaları. erkekler ise sürüden ayrılıp av peşinde uzun mesafeler koşmak zorundaydı ve bunun neticesinde sık sık kaybolma riskiyle karşı karşıyaydı. kaybolan insanın yolunu bulmak için ipuçlarına ihtiyacı vardır, o ipuçları da sessizlik ve dikkat sayesinde elde edilir. mağara adamı kaybolduğunda susup rüzgarı dinliyordu, etrafını inceliyordu, ufka, gökyüzüne bakıyordu, bu ipuçlarına kafa yoruyordu. o sırada yanındaki arkadaşı soner sarıkabadayı'dan bitanem söyleseydi onu da sustururdu. evrimin günümüze bıraktığı minik bir miras kısaca.

  • bu virüs bulaştığında iki hafta içinde italya'daki ölüm rakamlarına ve yayılım hızına bakın sonra saçmalayın derim.

  • buradan bir şey çıkmaz,

    peygambere hakaret etmemiş sonuçta,

    bazıları ülkenin kurucusuna hakaret ederken, bir şey olmuyor da ...

    yoldan geçen, 1000 kişiye sor 2 kişi bilmez mus'ab bin umeyr kimdir diye. buradan halkı nasıl kin ve düşmanlığa teşvik edeceği, düşünülür ?

  • benim gibi "o hep geç kalmışlık hissi." içerisinde olmak, hayatı hep film izler gibi izlemek, ne yaparsa yapsın başarısız olacakmışsın gibi hissetmek ve her şeyden tam anlamıyla zevk alamamak. böyle bir karakter ile bir ömür çok güzel perişan edilebiliyor sözlük.

  • taso çıksın diye cips yiyerek şişmanlattığınız çocukları şimdi yürüterek zayıflatıyorsunuz.
    teşekkürler nintendo.

    uyarılar üzerine gelen edit: oha entry nick olmuşum *

  • her erkeğin hayatı boyunca en az bir kere denemesi gereken eylem.
    bir kere ütüledim daha doğrusu ütülemeye çalıştım, şerrefsizim o deneme benim ufkumu açtı, ne kadar beceriksiz, dallama, biri olduğumu anladım. işte o zaman, o ütü ve ütü masası ansızın dönüp bana baktı, "anladın mı?" dedi, "anladım" dedim ve o günden sonra hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiç ağlamadım.