hesabın var mı? giriş yap

  • bu haftasonu izmir agora avm'deki mudo mağazasında karşılaştığım manzara...
    bahsi geçen odun, indirim öncesi 475 tl imiş, mudo damping yapmış, 380 tl'ye düşmüş.

    http://imageshack.us/…hoto/my-images/859/mudoz.jpg/

    kredi kartına taksit yapıyor musunuz diye sordum, ciddi ciddi biz 6'ya bölüyoruz, banka da +4 veriyor dediler.

    merak edenler için boyutlar: yaklaşık 45 - 50 cm yüksekliğinde 15 - 20 cm çapında....

    imlayı düzelttim.

  • “yarasa”nın kökeni araştırıldığında “yarısa/yersgü” gibi kelimelere ulaşılır ama arka metin hep boş kalır. kıpçak grubu lehçelerine bakıldığında “jarkanat/yarkanat” göze çarpar.

    anlam olarak “jargak” ya da “yarı” olarak bu grup lehçelerinde geçen “ince deri, ince et parçası” ve bildiğimiz “kanat” ın birleşimi olduğu kabul ediliyor. bir bakıma “deri kanat” “zarkanat” olarak anlayabiliriz. anadolu’ya gelmeden çok önce bu kökten değişmiş de olabilir.

    özbekler “kör şapalak” da diyor. burada “kör” bildiğimiz anlamda. “şapalak”, bize “şaplak” olarak anlam değişimiyle geçse de aslında “alkışlamak, elleri birbirine vurmak” anlamında. burada yarasanın ilginç “kanat çırpma hareketi” ne karşılık geliyor. (alkış kelimesi eskiden “övmek, kutsamak, teşekkür/minnet göstermek” olarak kullanılırken günümüzde eski türkçe “şaplak” yerine geçmiş durumda)

    türkler bu canlıya genelde kanatları üzerinden ad koyarken, farslar “gece dolaşan, gece uçan” anlamlarında “şebengiz” “şebpere” demişler.
    avrupa`da ise - ix.gregorius’un 1230’lardaki papalık bildirgesinden sonra başlayan kedi avıyla birlikte - farelerin hayatlarının ayrılmaz parçası olmasından gerek:
    fransızca “kel fare” ( chauve-souris),
    almanca ve rusça “uçan fare” (fledermäuse/letuchiy myshie) denmiş yarasaya.

    edit : sırpça'da da "slepimiš" (kör fare) demekmiş, @ateyizayi'ya teşekkürler.

  • jandarma komutanıyken üç saat içinde önce kara kuvvetleri komutanı sonra da genelkurmay başkan vekili oldu. böyle giderse sabaha kadar mareşal olur.

  • yine bir basın dangalaklığı ile sunulmuş; "bilim adamları yanıt veremedi"...

    la zibidi, zaten ampülü yapanlar bilim adamları. adam flamanı biraz kalın tutmuş, dolayısıyla bu güne kadar bir yanma/kopma söz konusu olmamış. zaten verdiği ışık da, bir elektrik sobasından hallice. hani daha önce o ampulü görmemiş olsak, ışıl ışıl yanan bir şey sanacağı ama, öyle değil.

    tabi, bilim adamları bu işin sırrını çözemedi, hatta hepsi birden şaşkınlar... hay sizin habercilik anlayışınızı zikeyim...

  • çağdaş mizah üreriticileri arasında özgünlüğü ile yüksek sıralarda yer alan komedyen, yazar ve yönetmen.

    youtube’da viral olan videolarıyla büyük bir çıkış yakalayıp büyük balıkların arasına geçiş yapmış biri kendisi. mizahi zamanlamasından ironik üslubuna kadar çok özgün ve bir o kadar yaptığı işte başarılı.

    şimdiye dek ürettiği üç tane special’ı var: words words words, what. ve make happy.
    her bir show burnham’ın dünya ve kendisi ile olan ilişkisini yansıtıyor. eski işlerinden yenilerine doğru gittikçe iğneleyici ironi yerini anksiyete ve depresyona bırakıyor. bo burnham’ın gelişim süreci hakkında güzel bir inceleme wisecrack tarafından yapılmış.

    en “depresif” parçaları (üçü de kapanış parçası):
    we think we know you
    cant handle this
    are you happy

    stand up performansları sergilemenin onun üzerinde oluşturduğu baskı dolayısıyla stand up’a ara vermiş gibi gözüküyor. h3d3 ile yaptığı podcast’te şovların öncesinde ve sonrasında geçirdiği panik ataklardan ve anksiyetesinin onu ele geçirdiğinden bahsediyor.

    ilk defa yönetmenlik tecrübesi olan -senaryosu da kendisine ait- eighth grade eleştirmenler ve sinefillerden oldukça pozitif yorumlar (rt’de %98~) topladı. ödül sezonunda en azından festival ödüllerini silip süpürür gibime geliyor.

    röportajlarını dinlediğinizde aklının işlemci hızına şaşırıyorsunuz cidden. şimdiye dek bir cümlesinin sonunu görmedim ben. bir örnek. bunun nedeni biraz da anksiyetesi olabilir.

    doğuştan yetenekli olduğuna inandığım bir insan kendisi. piano ve gitarı o kadar güzel çalıyor ki. aynı zamanda eggshell isimli şiir kitabında mizahi şiir nedir ne değildir açık açık gösteriyor, kelime ustası. görüldüğü üzere kamera önünde olduğu kadar arkasında da başarılı.

    bo burnham en klişe tabir ile güldürürken düşündüren biri: onun için düşünüyorsunuz, sonra kendiniz için düşünüyorsunuz. anlattıklarında kendisiyle alay ettiği kadar izleyici ile de dalga geçiyor. bazen izleyicisine kızıyor, anlattıklarını anlayamadıkları için. bunun en güzel örneği green room’da art is dead isimli parçasını seslendirirken komedyenlerin sessizce oturup seyircinin sözlerin anlamından bihaber gülüyor olması sanırım. cant handle this isimli parçada direkt “chipotle metaforunu anlamadınız o yüzden açık açık anlatayım” diyor.

    özellikle what. ve make happy’yi izlerken içinizin bi tarafı hüzünle dolar, hatta benim ikisinin de bitişinde gözlerim de dolar. bo burnham’ı eşsiz yapan da bu samimiyeti ve kişinin kendisiyle ilişkilendirirken hiç zorluk çekmeyişidir *. kimisi için de bo burnham bir yansımadan ibarettir. umarım yeni şeyler üretmeye devam eder ve bizi kendisinden mahrum bırakmaz.

  • kendi ellerinle çektiğin bir kağnının yol tutuşunu ve hakimiyetini veremiyor kesinlikle. fabrikanın sana biçtiği vites oranlarıyla ömür mü geçer? şöyle ayağını çamura saplayıp araya şanzımandı motordu sokmadan tekerin devrini kendi kas gücünle ayarlamak varken. terlemeden araba kullanmak da neyin nesi? kollarında damar çıkana kadar asılmak, kendini gerçek erkek gibi hissetmek varken parmak uçlarıyla vites başını avuçlamak da ne? o arabayla 10km gittikten sonra aldığın hazzı, içine çektiğin temiz havayı hangi düz vites verebilir?