hesabın var mı? giriş yap

  • şimdi şöyle izah edeyim
    bir kupa ölçüsüne göre
    15 gr sidamo ( etiyopya) kahvesini önce çok ince olmayacak şekilde çekiyoruz.
    basit bir filtreyi önce sıcak suyla ıslatıp üzerine çekilmiş kahvemizi koyuyoruz .
    su kaynar ise kahveyi yakacağından yaklaşık 85-90 derecedeki suyumuzu ( özel dereceli makinalar var ayarlama imkanınız var üstünde demlik oluyor sadece) yavaş yavaş dıştan içe dökmeye başlarsınız filtrenizin altındaki bardak dolana kadar. berrak görüntüye ulaşmışsanız mükemmel bi kahve deneyimi sizi bekliyor olacak
    hepsi bu afiyet olsun..

  • minority report'un ana teması özgür irade ve determinizm arasındaki klasik felsefi tartışmadır. filmin olayına kısaca değinecek olursak; 2054 yılında suçların önlenmesi için "precrime" adında bir program kullanılıyor. precrime, yakın gelecekte işlenecek olan suçları (bilhassa cinayetleri) kahinler aracılığıyla önceden gösteren ve onları engelleme fırsatı sunan bir program. üç tane kahini aracılığıyla bu işlevini sürdürüyor. saha operasyonlarının başında ise "şef" lakaplı, başarılı komiser john anderton (tom cruise) var. bir gün adalet bakanlığından danny witwer'ın (colin farrell) precrime'ı denetime gelmesiyle beraber esas hikaye başlar ve sinema tarihinin en muhteşem bilim kurgularından birinde derin bir felsefi yolculuğa başlarsınız.

    --- spoiler ---

    girişte de bahsi geçtiği üzere; filmin odak noktası olan precrime, olası cinayetleri önceden görüyor ve insan eliyle buna müdahale etme hakkı tanıyor. böylelikle cinayetler ve suçlar büyük oranda azaltılıyor. danny witwer'ın programı ziyaret etmesiyle konu özelindeki tartışmalar başlıyor. witwer, "... ama hiç suç işlememiş şahısları tutukluyoruz." dediği anda, "ama işleyecekler. kahinler geleceği görür ve hiç yanılmazlar." cevabını alır ve ardından witwer şu cevabı verir: "ama eğer engellersen o gelecek değildir." akabinde bunun bir paradoks olup olmadığını sorar.

    john anderton ise bunu kabul ediyor ve elindeki topu witwer'a doğru yuvarlıyor. witwer topu yere düşmeden tutuyor. anderton ise ona topu neden yakaladığını soruyor. witwer, "düşecekti." cevabını veriyor. anderton'un "emin misin?" sorusuna witwer "evet." diyor ve anderton buna cevaben, "ama düşmedi. onu yakaladın." diyor ve "onu engellemek, meydana geleceği gerçeğini değiştirmez." diyerek sözlerini tamamlıyor.

    bütün bir film bu tema üzerinden ilerliyor ve filmdeki esas olay sayılan anderton'ın tanımadığı bir insanı öldüreceği kehanetinin ortaya çıkmasıyla bu tartışma iyice alevleniyor, tansiyon tavan yapıyor. gerçekten programın dediği gibi bu cinayet gerçekleşecek mi, yoksa anderton seçme şansına sahip mi?

    "tanımadığım bir insanı neden öldüreyim ki?" özgüveniyle olay yerine (otel odası) giden anderton hiç ummadığı bir şeyle karşılaşıyor. çocuğunu kaçıran adamı buluyor. fotoğraflara baktığı sırada agatha'ya, "sen haklıydın, azınlık raporu diye bir şey yok. alternatif bir geleceğim yok, bu adamı öldüreceğim." diyor. daha sonra program tarafından öldüreceği söylenen leo crow içeri geliyor. anderton, crow'la bir müddet boğuşuyor ve sonrasında silahını adama doğrultuyor. tıpkı kahinin gösterdiği gibi. aynı açı, aynı mekan, aynı zaman. bu sahnede gerilim epey bir artıyor. zira eylemlerimizde özgür olup olmadığımız sorusunun cevabı belki de bu sahnede gizliydi. o esnada agatha bir köşede gözleri dolmuş bir şekilde anderton'a, "seçebilirsin." diyor. cinayetin geri sayımı durduğu esnada anderton tetiği çekmiyor. nefes nefese kalmış bir tonla, "sessiz kalma hakkına sahipsin. söyleyeceklerin veya yapacakların mahkemede aleyhine kullanılabilir." şeklindeki klasik polis cümlesini söylüyor.

    özgür irademiz varmış demek, değil mi? ancak burada bitmiyor bu iş. olayların düğümü burada çözülürken bir hırgür çıkıyor ve anderton bir şekilde adamı öldürüyor. aynı zamanda değil belki, ama gerçekleşiyor. ve bu noktada kafamız yine karışıyor. seçme şansı var mıydı, yok muydu? güya öldürmemeyi seçmişti ve öldürmemişti. adamı tutuklayacaktı ancak hikayenin sonunda öldürmüş oldu. bu sahnenin sonunda, "nereye kaçarsan kaç, ne yaparsan yap, kaderin senin gerçeğindir. değiştiremezsin." yorumu baskın geliyor.

    bu kafa karışıklıklarıyla filmin sonlarına doğru yaklaşırken son bir kehanet daha gerçekleşiyor: precrime direktörü lamar burgess'ın, john anderton'ı öldüreceği kehaneti. nitekim ikili en sonda yalnız başına karşı karşıya geliyorlar. anderton, burgess'ın bütün kirli geçmişini ortaya çıkarmış ve onun sistemini büyük bir çıkmaza sokmuştu. aynı zamanda burgess'ı da büyük bir dilemmayla baş başa bırakmıştı. ya anderton'ı öldürmeyecek ancak precrime programı bitecekti ya da anderton'ı öldürecek ve hapse girecekti ancak program devam edecekti. anderton burada burgess'a ne yapacağını soruyor. buna ek olarak ise özgür iradenin var olduğunu ve seçilebilir olduğunu söylüyor. tıpkı kendisinin seçtiği gibi. agatha'nın kendisine söylediği şeyi aynen lamar burgess'a söylüyor: "seçebilirsin." lamar ise, "evet, seçebilirim ve seçtim. affet beni john." diyor ve kendini öldürüyor.

    olay örgüsünün dışında filme dair tartışma konuları da var. onlardan birisi; felsefe profesörü michael huemer'a göre, kişinin minority report'u varsa eylemlerinde özgür olma şansına sahip olduğu. sözgelimi filmin başında aldatılan ve tutuklanan potansiyel katil howard marks, bu konuda hiçbir şey yapamazdı. kaderine boyun eğmek zorundaydı. öte yandan anderton için de bir minority report olmadığından geleceğini ancak ve ancak kahinlerin vizyonlarına erişerek değiştirebilirdi.

    öte yandan kişinin kendini hukuk nezdinde savunma hakkının bile olmadığı bir karanlık dünya ile karşı karşıyayız. kahinlerin aktardığı görüntüler aracılığıyla insanlar yargılanıyor ve direkt mahkum ediliyorlar. kahinler olayı aktardığında anderton bunu izleyen yargıçlara bir dizi prosedürden bahsediyor ve görüntüleri izleyen yargıçlar da mevzubahis kişiyi "suçlu" buluyorlar.

    bir başka konu ise reklam mevzusu. kişiselleştirilmiş reklamların kamuya açık paylaşıldığında "özel yaşamın gizliliği" mevzusunun anında alt üst olacağı gerçeği. aynı zamanda bu reklamların son derece soğuk, donuk ve samimiyetsiz olması da mide bulandırıcı. bunun için gelecekte bir distopyaya bile ihtiyaç yok. mesela bugün bir kez bile alışveriş yaptığım firmaların mail hesabıma attıkları ve artık "taciz" diyebileceğim maillerini engellemekle uğraşıyorum. gelecekte bu meselenin filmde de olduğu gibi korkunç boyutlara gelmesi ise kaçınılmaz gibi duruyor.

    böyle bir gelecekte precrime gibi oluşumların düzeni sağlayacağını, sükuneti koruyacağını düşünmek de film özelinde eleştiriliyor. bunun mutluluktan ve huzurdan ziyade stres, baskı, endişe ve korku getirdiği çıkarımını yapabiliriz. zira filmdeki sakin sona bakarsanız anderton çifti sadece yağmurun görüldüğü huzurlu bir dış manzaraya bakıyor. kahinler de izole, cennet gibi bir çiftlikte kitap okuyorlar. hepsinin ortak noktası, teknolojik gözetimden ve medyadan uzak durmaları.

    --- spoiler ---

    filmin alt metni öylesine dolu ki sayfalarca anlatılabilir, üzerine saatlerce tartışmalar yapılabilir. böylesine değerli bir hazineyi bize bahşeden steven spielberg'e bir teşekkürü borç biliyor, bu başyapıtı da başucu köşemize koyuyoruz.

  • itü bilgisayar müh.de okuyan bir arkadaşım, sadece formülleri ezberleyerek girdiği bir sınavda, 1/ohm anlamina gelen mho biriminin mili-ho şeklinde bir birim olduğunu düşünüp, 1000'e bölüp ho'ya (!) çevirip formüle yerleştirmiştir. hoca, sınav kağıdını neyse ki ibret olsun diye sergilememiştir.

  • arab’ın amcaoğlu israil nasıl oldukları ortada.
    filistin’li müslüman arab’ın kardeşi suudi arap şu an festivalde.
    bi zahmet bu toksik aileden uzak kalalım.
    ne şam’ın şekeri ne arab’ın yüzü diyenler boşuna dememiş

  • mesele kahve teklif edilmesi değil, "muhtaç" durumda olduğu düşünülen bir insanın mevcut durumundan faydalanılmaya çalışılmasıdır. işe alım konusunda size göbekten bağlı, avucunuza düştüğünü düşündüğünüz bir insanın çaresizliğinden faydalanılmaz. belli ki "kahve teklifini" kabul edecek bir aday çıkana kadar işe alım mülakatları devam edecektir.
    bu normalleştirilecek bir hareket olmadığı gibi oldukça çirkin bir tavırdır, aklınızı başınıza alın.

    "yakışıklı olsaydı", "zengin olsaydı", "şöyle olsaydı, böyle olsaydı" gibi varsayımlara dayalı olasılıklar kişinin karakteriyle alakalı bir durumdur, kişinin kendisini bağlar.

  • düşüncesini ifade eden tutuklu gazetecileri serbest bıracaksınız.
    toplumda ayrışmayı körükleyici şeyler yapmayacaksınız.
    hep kendiniz yemeyeceksiniz.
    yakınlarınızı işe almayacaksınız.
    bütün ihaleleri yandaşlarınıza vermeyeceksiniz.
    insanların giyimleri hakkında infial yaratacak yaralayıcı açıklama yapmayacaksınız.
    başı açık insanları tecavüz edilebilir şeklinde yaftalamayacaksınız.
    halkı kin ve nefrete sürüklemeyeceksiniz.
    devletin içine sızıp bütünlüğüne kasteden ve onu yıkmak isteyen terör örgütlerine yardım etmeyeceksiniz.
    forloop der ki; memlekette imam hatip merkezli değil akıl tabanlı eğitim vereceksiniz.
    carlosspicywiener der ki; görüşlerini begenmediginiz memurlara mobbing uygulamayacaksiniz.
    camiden adidas caldim bol geldi der ki; sayistay raporlarinin akibetini, örtülü odenekleri, deprem vergilerinin nereye gittigini ve mit tırlarını aciklayacaksiniz.

    bütün bu yaptıklarınız için 'bağımsız yargı' önüne çıkacaksınız.

    kalanlarınız olursa oturup konuşuruz.

  • beyefendi kendine köle arıyor galiba.

    1600 lira şu hayat şartlarında kime yetiriyor acaba?

    eline gözüne dursun be. pişkin surat.

    eline gözüne dursun be. eline gözüne.

  • üniversite sınavından çıkmış, allak bullak olmuşum, annem kapıda beklemiş, konuşmuyorum, ağlıyorum... ana kız okuldan çıkıyoruz. okulun hemen yakınında park etmiş kamyonlar var, adamın biri kamyondan iniyor, bildiğin kamyon şöförü:
    adam-ne ağlıyor bu?
    annem-sınavı kötü geçmiş de. (annem de şokta sanırım)
    adam-(bana dönüp)- ağzının üzerine bir çakacağım şimdi!
    ben- ühüüüüüü. (daha yüksek ağlama sesi)
    annem-üzülme bak, adam da dövecek...