hesabın var mı? giriş yap

  • 2011 yılında yapılan hesaplamalara göre ilk yıl için paranızla kayıt yaptırmanız gerekirse, okulda ihtiyacınız olan malzemelerle beraber ödemeniz gereken para 26.816 sterlindir. enflasyonu da hesaba katarsak bugünkü 34.824 sterlin'e denk gelmektedir.

    ancak büyücülük dünyasında öğrenciler eğitim için ödeme yapmamaktadır, okul ücreti sihir bakanlığı tarafından karşılanmaktadır. j.k. rowling attığı tweet'te bunu doğrulamıştır. ancak öğrenciler okulda kullanacakları malzemeler, okul gezilerinde harcayacakları paralardan kendileri sorumludur.

    2021 yılında oxbridge learning tarafından yapılan hesaplama, öğrencilerin okul ücreti haric 7 yıllık eğitim boyunca yapmaları gereken harcamaları ortaya koymuştur.

    hesaplamaya ingiliz büyücülük dünyasının para birimleri ve karşılıkları ile başlanmış. üç çeşit para buluyor, bunlar knut(bronz), sickle (gümüş) ve galleon(altın)
    görsel

    1 galleon, 17 sickle ya da 493 knut'a eşittir.
    görsel

    j.k. rowling'in açıklamasına göre 1 galleon, harry potter'ın okula başlığı dönemde 5 sterline denk gelmektedir.

    2021'deki hesaplamaya göre 7 yıllık eğitim boyunca:

    ¦ kıyafetler için harcanacak para: 505,17 sterlindir.
    görsel

    1991'de, harry ve arkadaşları ilk cübbelerini alırken, hogwarts öğrencileri tarafından giyilen üç takım cübbe 14 galleon ve 2 sickle'a (70,59 £) mal oluyordu. 2021'deki karşılığı ise 161,65 sterline denk geliyor.

    hogwarts'ta okurken şapkaya, eldivenlere ve kışlık pelerine de ihtiyacınız olmaktadır. bunların hepsi birlikte 181,87 sterline mal olmaktadır. dördüncü yılda katılacağınız yule balosu için alacağınız cüppe ise 161,65 sterlin tuttacaktır.

    ¦ ekipmanlar ve baykuş için harcanacak para: 1.683,15 sterlindir.
    görsel

    büyücülere sunduğu muazzam güce rağmen asalar oldukça uygun fiyatlıdır. 1991'de harry ollivanderstan asasını alırken 7 galleon yani 35 sterlin ödemiştir. 2021 yılı için karşılığı 80.15 sterlindir. (16 galleon ve 15 knut)

    orta kalite bir uçan süpürge için ödeyeceğiniz para ise 229 galleon yani 1.145 sterlindir. muggle arabaları ve bisikleri gibi süpürgelerin fiyatları da özelliklerine göre değişmektedir.

    ¦ ders kitapları için harcanacak para: 938,90 sterlindir.
    görsel

    1991'de, flourish and blotts'tan alınan ders kitapları ortalama 1 ila 5 galleon'a mal oluyordu. öğrencilerin 34 farklı kitap satın alması gerektiği ve enflasyon hesaba katıldığında 2021 yılı için kitaplar için harcanacak para 938,90 sterline denk gelmektedir.

    ¦ genel harcamalar: 572.50 sterlindir.
    görsel

    hogwarts'ta oda ve yemek için ödeme yapmanız gerekmese de, lar ve bertie botts beans veya weasley ikizlerinden şaka malzemeleri almak için para ödemeniz gerekmektedir. öğrenciler, üçüncü sınıftan itibaren hogsmeade'e gidebilir burada kaymak birası içmek için yine ödeme yapmak zorundadırlar.

    hogwarts'ta harcayacağınız para ne kadar şekerleme tükettiğinize bağlıdır. 90'larda harry ve sınıf arkadaşlarının yılda yaklaşık 10 galleon harcayacağı düşünülmüştür. bu yıllık 50 sterlin, 7 yılda 350 sterlin ve enflasyon hesabı ile 2021 için 572,50 sterline eşittir.

    seyahat giderleri için harcanacak para ise: 3.637,20 sterlindir.
    görsel

    öğrencilerin yılda tatiller de dahil olmak üzere en az 4 kere yolculuk yapacağı üzerinden hesaplanmıştır. bilet ücretleri kitap ve filmlerde belirtilmediği için platform 9 3/4'ün bulunduğu londra'dan, hogwarts'ın bulunduğu iskoçya'ya bilet fiyatları kullanılmıştır. sefer ücreti ise 129,90 sterlindir.

    tüm bunlar hesaplandığında 2021 yılı için hogwarts'ta 7 yıllık harcamalarınız toplamda 7.336,92 sterlin tutmaktadır. 2022 yılı için anflasyon hesabını da kattığınız da bu tutar 7.630,40 sterlin etmektedir. türk lirası karşılığı ise 15 haziran 2022 itibarıyla 158.712 tl'dir.

    türkiye'de özel bir okuldaki 1 yıllık eğitim ücreti karşılığında hogwarts'ta 7 yıl geçirmek nereden bakarsanız bakın bedavadır.

    not: 2011 yılındaki hesaplamada sadece ilk yılın yan giderlerinin 8.008 sterlin olduğunu görüyoruz. enflasyon hesabı ile bugünün 10.970,96 sterlinine yani 228.195 tl'sine denk geliyor. ancak o hesaplama yapılırken galleon/sterlin kuru kullanılmamış, ürünlerin direkt olarak sterlin fiyatları değerlendirilmiştir. bu nedenle de ortaya çok da doğru bir hesap çıkmamıştır.

  • bir amerikali, bir ingiliz ve bir iraklı barda oturmuş içki
    içiyorlarmış.

    amerikali içkisini bitirince bardağı havaya firlatmiş, silahını çıkarıp
    bardağa ateş edip parçalamış:

    "bizde bardaklar o kadar ucuzdur ki biz amerika'da aynı bardakla iki
    kere içki içmeyiz" demiş.

    ingiliz de bunun üzerine içkisini bitirip bardağı havaya fırlatmış ve
    ateş ederek bardağı parçalamış:

    "bizim ingiliz kumsallarında bardak yapacak cam için o kadar çok kum
    vardır ki, aynı bardakla iki kere içki içmeyiz" demiş.

    bunun üzerine iraklı da buz gibi soğukkanlı bir şekilde içkisini
    bitirmiş, bardağı havaya fırlatmış, silahını çekip amerikali ve ingilizi
    vurup öldürmüş:

    "bağdat'ta bu ingiliz ve amerikalılardan o kadar çok var ki, biz aynı
    adamlarla iki kere içki içmeyiz"

  • linteki videonun 2:20 saniyesinde çatlak şanzel isimli biri "doktor öldürdüm çünkü babaannemin ameliyatında %99 değil, %100 hatalıydı. babaannemin ölümüne sebep oldu." diyor.

    bazı şeyler vardır ki ya iyidir, ya kötüdür.

    ortası, orası, burası yoktur!

    armağan çağlayan, bu kötü! videoyu yayından kaldır.

    kaldır ki, iyi insanların içi daha fazla acımasın.

    kurgucunuzda mı demedi? "abi burayı keselim ya" diye...

  • "zahmetsiz şölen istiyorsunuz, olmaz öyle şey."

    son dönemlerinde cem yılmaz'ın yaptığı işleri daha başarılı bulan ve böyle devam etmesini isteyen birisi olarak bu filmi de çok iyi buldum.

    cem yılmaz'ın son 10 yıldır -komedi dışında kalan- işlerinde tam bi şener şen - kemal sunal son dönemi tadı alıyorum. iki ustanın da son dönem projelerinde genelin aksine daha ciddi, biraz daha alışılmışın dışında ve kaygısı daha bol filmler gördük. elbette her filmlerinde çok farklı unsurlar vardı ama son dönemleri daha bi başkaydı.
    işte cem yılmaz'ın da son dönem filmleri tam olarak böyle: sanatıyla da, tarzıyla da, içeriği ve emeğiyle de bambaşka bi tat ve çaba var. haliyle yeni jenerasyon bunu sevmiyor, eski jenerasyondan da cem yılmaz'ı komediyle kodlayan insanlar sevmiyor. bence cem yılmaz da tüm bu duruma tepki olarak istediği işleri yapıyor ve bence en iyisi de böyle yapması.

    gelelim filme:

    --- do not disturb ---

    oyuncular

    filmin en önemli öğesi çok iyi bi oyuncu ksdrosu olması. bi kere celal kadri kınoğlu gibi bi tiyatorucunun orada olması, en başta benim gibi tatlı hayat fanatiklerini ayrıca mutlu etmiştir. koskoca celal hocayı oraya indirgemiş olmayayım, ekstra mutluluk olarak söyledim.

    bülent şakrak son iki cem yılmaz projesinde de çok iyi ama bu filmde ayrı bi iyiydi bence.

    özge özberk yine çok çok iyiydi.

    ahsen eroğlu'nun karaktere uyumu çok iyiydi, hissi de çok iyi yansıtmış.

    diğer oyuncular da hikayenin içinde çok başarılıydı.

    hikaye

    ayzek'in üzerinde yazılan cehaletin kabusu serisinin devamıydı bu hikaye. esasında iyi olduğu düşündüğümüz ve aslında öyle de olan insanların sevilememek karşısındaki çaresizliğini geçen filmden daha net hissettik.
    mesela çok değersiz görünen bi tipbox detayı var; otel sahibinin "10-20 bi şeyler gelir, ister çal ister oraya koy. artık kavga mı ediyorsunuz, aranızda anlaşıyor musunuz ben bilmem." diye devam ettiği bi durum var. onca kaosun içinde sorum olmayan tek şey paraydı çünkü ortak problemin parayla hiç alakası olmadı.

    seyirciyi geçen filmde de olduğu gibi ayzek'in iyi mi yoksa kötü mu olduğu konusunda ikilemde bırakan anlar yarattmış cem yılmaz. oysa o ikilemlerin tek sebebi ayzek'in çok biz olması. kendini bi yerlerde konumlandırmak, kolayca mutlu olabilmek ve diğer insanlar tarafından önemsenmek için uydurulan onca saçmalık. ayzek'in "sucuk yemenin nesi kötü olabilir, biz 30 sene önce ailece kahvaltıda 1 kilo börek yiyen insanlardık hiç de sorun olmuyordu?" derken bile biraz tereddüt, biraz soru işareti taşıması işte. tüm mevzu insanın o çaresiz arayışındaki 'acaba' noktası. ayzek'in o çaresizliğini yaratan cehalet, en korkunç aksiyonlarını da yaratıyor.

    bu muhteşem tespitleri izlerken komuya dahil olan suhal, davut, saniye ve bahtiyar karakterleri de hikayeyi ve anlatımı güçlendiriyor. aslında tek derdi sevilmek olan onca insanın farklı görünen eksiklikleri ve toplumda ön plana çıkmalarını sağlayan artıları, günün sonunda aynı insana dönüşüyor. yine de cem yılmaz'ı sevdiğim nokta; tüm bu keşmekeşi bi sinema filminde bize anlatırken konuyu karikatürize etmelten kaçınıyor. yani bahtiyar'ın günün sonunda ayzek'i "vay be ayzek, asıl bilge senmişsin :))" diye pohpohladığı bi saçmalıl yerine kafasını bi saniye omzuna koyduğu basit bi gerçeklik izliyoruz. zaten ayzek'in "bi teşekkür yeter işte..." dediği kadının bi sahne sonra onu aşağılaması da bu gerçekliğin tam da karşılığı.

    sinematografi

    elbette kusursuz değil ama ben dekorundan mekan kullanımına kadar çok başarılı buldum. film bize 1 sokak ve uzun bi geceyi yıllarca sürmüş bi hikaye gibi anlatabiliyor. bunu yapmanın en iyi yolu karakterleri doğru yazmak kadar sahneleri de doğru kurgulamaktan geçiyor. örneğin ayzek'in eczanenin orda bıçaklandığı andan otele döndüğü süreye kadar geçen süredeki sinematografi bile mekanın derinliği anlamında çok önemliydi.

    filmdeki renk paletlerini de beğendim. bilhassa çoğunlukla iç mekan ve gece çekimleri olan bi film için çok doğru ve tatmin edici olmuş.

    diyaloglar

    buna ayrı bi başlık açmayacaktım ama düşündükçe aklımda çok fazla şey kaldığını fark ettim.

    en başta bahtiyar'ın sahneleri senaryo açısındam gerçekten edebi değeri olan bölümler içeriyor. hem abartmayan hem de filmi dolduran çok fazla diyalog vardı özellikle bahtiyar'ın sahnelerinde.
    filmde de vurguladığı gibi genel olarak popüler kültür ve giderek artan bu birey olmak saçmalığına çok doğru vurgular gördük. bilginin, öğrenmenin, emeğin değersizleştiği ve 'googlelamak' gibi bi denkliğe layık görüldüğü korkunç bi çağ. günün sonunda ayzek'in bahtiyar'la mücadele etmenin anlamsızlığını anlayıp pes ettiği ve pembe g*t diye son çırpınışını yaptığı an.

    hepsinin ötesinde sevmeye dair konuştukları bölümü çok etkileyici buldum. esasında hepimizin kolayca ikna olduğu ve normalleştirdiği gibi: şiirleri, romanları, film ve şarkıları alıp aşkı ve dahi en kuvvetli nice duyguyu basitçe tanımlamak gafleti. davut'un belki de çoğumuzca desteklenesi o delicesine sevmesinin neyi işaret ettiği, neydi ne oldu noktası. işte hepsinin bağlandığı yer kendimizi fazla önemsediğimiz, gerçekten önemli olanlardan arta kalanlarla ördüğümüz o yıkılası duvar. oysa ayzek'in dakikalarca savaştığı bahtiyar'a "madem ben bu seviyedeyim beni de çek çıkar kendi seviyene!" diyerek ağlaması. nerde kaldı van gogh'un eserleri üzerinden alımtıladığımız aşk; kendi ürettiğimiz tek şey yalın bi kopya, övgüler ve en nihayetinde delicesine olmasıyla tanımlayıp övündüğümüz bi aşk.

    --- do not disturb ---

    valla yazsam daha da yazarım, ben yazdıkça da çıkıp iki üç tipleme "yea şu iğrenç cem yılmaz filmine ne tespit kastın menakyim..." der. durduk yere sinir yapıp ayzek gibi atmiyim kendimi yerlerden yerlere.

    cem hocam; sen artık ustalık yolunda taşları diziyorsun. komedide zaten bayrağı olmaz yere diktin, arada yine yapacağını yaparsın. brnce bundan sonra bu yoldan devam et, yeni karakterler yeni hikayeler derken şaşırt bizi işte ne bileyim.

    bi de elin değmişken ve fırsat varken her şey çok güzel olacak için "belk bi orta metraj..." sözü etmiştin bi yerlerde, onu da en güzelinden yapıver be.

    not: "zahmetsiz şölen istiyorsunuz, olmaz öyle şey." lafını aşırı tuttum ve bu kesinlikle bi cem yılmaz lafı çünkü tam onun çalışkanlığıyla ilişkili bi laf ama yine de googleliycam bunu sen dur.

  • hangi dünyada yaşadığını merak ettiğim kız. "sabah dokuzda kalkıp işine gelen, akşam en az beşe kadar ofiste çalışan bir insanım. " diye bir cümle kurabilecek kadar kopuk. busecim sabah 6:30da kalkıp akşam 9a kadar çalışıyorum, muhakkak görüşelim.

  • şimdi bu sayfanın tinder vb. date uygulamalarından ne farkı var. nesi rezalet nesi kepazelik.
    kendi despot kafanızla bir kalıba soktuğunuz insanları yine kendi değer yargılarınızla yargılamaktan vazgeçin ammınakoduklarım.

  • masamda gönülsüzce doldurulmuş bir form, üstünkörü yanıtlanmış ya da yanıtsız bırakılmış sorular. "bu görüşmede başlıca ele almak istediğiniz sorunlar" kısmı özellikle boş, anne baba ile ilgili soruların olduğu kısımlar detaysız.

    bir kurum görevlisi giriyor odaya, başka birkaç form bırakıyor öncekinin üzerine. yirmi dakikalık bir görüşmenin ardından tanı ve tedavi bilgileri yazılacak üzerine. tanınacak ve iyi edilecek, iyi oldu mu diye kontrol etmek için yeni bir randevu tarihi belirlenip yazılacak.

    bir oğlan çocuğu giriyor sonra içeri, donuk bakışlarını yerleştiriyor masamın üzerine. gözlerini yakalamaya çalışıyorum, gönülsüzce bakıyor. sorular soruyorum, üstünkörü yanıtlıyor ya da yanıtlamıyor. başlıca ele alınması istenen sorunlara yanıt yok, anne baba kısımları detaysız. formda eksik kalan görüşmede tamamlanmıyor.

    buraya getirildiği için mi tedirgin ve öfkeli yoksa buraya getirilmesini gerektiren şeyler nedeniyle mi, hiçbir fikrim yok. bir sonraki sorulacak soruyu kestiremeden bir şeyler soruyorum, her seferinde birkaç kısa birkaç cümle ile etimi koparıyor.

    on dört yaşında. annesi birkaç yıl önce kansere yakalanmış, birkaç yıldan az yaşayabilmiş. babası uyuşturucu kullanırmış, altı ay önce cezaevine girmiş. belki salınırmış birkaç aya, salınmasa ne iyiymiş. dövermiş, sadece dövse yine iyiymiş.

    altı ay bir başına yaşamış evinde, doğum günü gelmiş geçmiş. on dört olmuş.

    bir esnaf lokantasında aşçı yamaklığı karşısında karnını doyurmuş. kış zaten henüz bastırmamış, battaniyeler örtünmesine yeterli olmuş. elektriklerin henüz kesilmediği zamanlarda televizyon izlermiş, ses olsun istermiş evde. ama bir de epilepsi hastasıymış. ışık nöbetlerini tetiklermiş, televizyon ışığı mesela. evin elektriği kesilene kadar zaman zaman nöbet geçirirmiş, sonra devrildiği yerden kalkar ve battaniyenin altına girermiş. allah vere nöbetleri pek sık değilmiş o aralar. zaten allah'ın ona verdiği ancak bu kadarmış.

    söylemiş miydim; altı ay bir başına yaşamış evinde, doğum günü gelmiş geçmiş. on dört olmuş.

    sosyal inceleme raporuna göz gezdiriyorum; üç beş akrabası varmış ama ona bakacak durumları yok imiş. hem babası ile de kavgalılarmış, yüzüne bakılacak adam değilmiş. teşekkür edip telefonu kapatmışlar. oğlanın yüzüne kimse bakmamış.

    yirminci dakika olmak üzere, görüşmede başlıca ele alınması istenen sorunlar kısmı hala boş. zihnimde evde bir başına nöbet geçirişinden, düştüğü yerden kalkıp kanepesine geçişinden başka sahne yok. kaç sahne tahayyül edilebilir, kaç sahne bilinebilir ve kaç sahneye katlanılabilir, bilmiyorum.

    bilinç hep sahnede, kapandığı birkaç dakikalık nöbetler dışında. bilinç orada ve odamda. başlıca olarak ele alınması istenen sorunlarda.

    üstelik ortada bir sahne de yok.