hesabın var mı? giriş yap

  • nereden baksan hırsızlıktır. bu eylemin gerçekleşmesi için esrar içen bir baba ve en az bir çocuk olmak zorundadır. üzeri ejderha oymalarıyla bezeli küçük bir tabakada saklardı babam esrar plakasını. tütün için kullandığı sigaraları ve üzeri yaldızlı arapça harflerle bezeli, şeker ambalajına benzeyen diğer şeyi. ejderhalı tabakayı da başucunda. küçük bir kız için eğlenceliydi babayı esrar pişirirken izlemek. önce gazete kağıtlarına, en son bir jelatine sarar, pişirirdi ocakta. sonra da bir su şişesinin altına koyar, üzerine çıkar, zıplardı. en sevdiğim bölümdü. komik gelirdi. aklım erdiğinde ben mi uzaklaştım yoksa uzaklaştırıldım mı bilmiyorum ama daha az şahit olduğum bir durumdu.
    bilinen gerçek: babam esrarkeş. yani babam esrar diye birşey içiyor. içki gibi... yok, sarhoş olmuyor. hayır, sallanıp yıkılmıyor yere filan. sigara gibi. belki de çok anlatmaya başladığım için uzaklaştırılmış olabilirim. "çaylak her zaman tehlikelidir" derdi babam.

    tam olarak ilkokula başladığım sene gözümün önünden bu görüntüler, burnumun dibinden esrarlı sigaranın dumanı ve genzimdeki yakıcı tadı kaybedilmişti. sanırım yeniden ortaya çıktığında orta ikinci sınıfa başlamıştım. neden hiç esrar içmeyi merak etmedim, neden hiç denemedim, hiç özenmedim, bilmiyorum. belki abartısız, sıradanmış gibi, olduğunca normal bir şekilde önüme sunulduğu içindir, bilmiyorum. belki de tesadüftür. kullanmadım, meraklanmadım. ama... sadece bir kez.. evet, bir tek kez.. babamın kutsal emanetinden bir cigaralık esrar çaldım. sezin abla için. evet. bıçakla çizerek, kırdım ve çaldım. hırsızlık anından yarım saat sonra babam anladı durumu. evde annem, ananem, iki kedi, bir kanarya yaşıyor. kimseye sormamış bile. doğrudan beni çağırdı. kanım dondu. parçamı bile bulamazlar. beni doğrayıp arka bahçeye gömeceğinden emindim.
    "rana... burdan birşey aldın mı?"
    ömrümün yüzbin yılını verdim bu soruyu cevaplamak için.
    "almadım baba!"
    ayağa kalktı. kenarına iliştiğim yatakta eriyip muşambaların üzerine akacağımı sandım. onüç yaşındaydım.
    "doğru, almadın. çünkü çaldın!"
    ağlamaya başladım. korkudan altıma işedim. titriyordum. şimdi bile ellerim titredi yazarken..
    "kime verdiysen, git onu getir buraya.." dedi. arkasını dönüp arka odaya gitti. evden ölü çıkmış gibi bir sessizlik döküldü sofaya. niye yazıyorum bunları. bilmiyorum. ders, anı, hatırat merakı, kendimi deşifre etmek için belki. bilmiyorum. üstümü değiştirdim, ağlamamı kimse kesemiyordu. hıçkırmaktan göğsümün acıdığını hala hatırlıyorum. gidip, sezin abla'yı çağırdım. geldi. esmer bir kızdı. yirmili yaşlarını sürüyordu. bembeyazdı babamla karşılaştığında yüzü. babam ikimizi de karşısına aldı. sezin abla'ya içici mi olduğunu, ne zamandır içtiğini, nedenlerini sordu. sonra beni odadan dışarı çıkardı. onlar gene konuştular. uzun konuştular. sezin abla mutfaktan çıkıp evine gitti. hiçbirimizin yüzüne bakmadı. babam benle konuşmadı. ben günü huzursuz tamamladım. geceyi uykusuz geçirdim. bir bedeli olmalı bunun.

    ertesi gün yemekten sonra babam beni alıp sokağa çıkardı. herhalde dönemeyeceğim kadar uzağa bırakacak, diye düşündüm. arabayla kuruçeşme'ye gittik. sahile park edip, topal ömer'e çay söyledi. sonra uzun uzun anlattı. uzun uzun. dinledim. yeminler ettim. sarıldım. özür diledim. kızmadan konuştu benimle. dedi ki: "korktum... hem de çok korktum. evladımsın. dahası avcuma bırakılmış bir hayatsın sen. nereye koyarsam orda duracaksın ya da yıkılacaksın.. korkuyorum bu sorumluluktan ve seni yanlış yere mi koydum diye soruyorum kendime "

    bugün, benim babamın, doğum günü olacaktı. eğer yaşasaydı. böyle işte..

  • bu özür dile diyenlerde gram beyin yok. dizide "ne arıyorsun dağ başında?" diyen kişi sosyete ortamında büyümüş, bu ortamın dışına çıkmamış varlıklı bir kadın. bu senaristin veya oynayan oyuncunun kendi düşüncesi değil, bir karakterin repliği. aradaki farkı ayırt edebilmek pek zor olmamalı.

  • oturduğum evde yan komşuyla ortak tek bir duvar var ve ne konuşsalar yanımda konuşuyorlar hissine kapılıyorum.

    üst kat komşusuna asansörde denk geldim gece 12 den sonra televizyonu biraz kısar mısınız dedim adam televizyon sesi bir kat yukarıdan geliyor dedi.

    tanım : katıldığım ve sebebini merak ettiğim önerme

  • eğer haber doğru ise allah bu hükümetin bin belasını versin. zehir zıkkım olsun. buna sebep olanlarin burnundan fitil fitil gelsin. kahır ve azap için de gebersinler.
    korkmuyorum, kuzenim de yazmadı. silivri de istediği kadar soğuk olsun..
    bir hükümet bu kadar mi kendi vatandaşına eziyet edebilir ya! bu ülkeye bela ettiğiniz fetoculerle beraber canınız cehenneme. hepinizin kahır içinde gebermeniz dileği ile..

  • ilk olarak manda ve himaye kısmını araştırıyoruz. daha sonra emperyalizm kısmını araştırıyoruz. arkasından da fransız ihtilali ile başlayıp yükselen milliyetçilik-ulusçuluk kısmını araştırıyoruz. azıcık akıl ve mantık süzgecinden geçirdikten sonra şu kanılara varıyoruz;

    1- toprakları işgal etmek kolay, elde tutmak zordur.
    2- elde tutamayacağın toprağı işgal etmemen gerekir.
    3- işgal edemeyeceğin yerlerde kukla yönetimler kur ve kendine bu şekilde bağla.
    4- kukla yönetim başarısız olacak ise azınlık bölgelerini isyana teşvik et ve sana borçlanmalarını sağla.
    5- sana borçlanan devletin kaynaklarını sömür.
    6- işgal etmene gerek kalmadı.

    konuya dönecek olursak;
    almanya doğu ve batı olarak 2'ye ayrılmıştır. doğu almanya sscb'nin güdümünde, batı almanya ise abd güdümünde kalmıştır. nitekim batı almanya kendini iyice toparladıktan sonra ve de sscb'nin dağılmasından sonra almanya tekrar birleşmiş, gücü eline almıştır.

    yani, topluma empoze edilmeye çalışılan "türk'ün tek dostu türk'tür." anlayışı hatalıdır. zira ülkeler çıkarlarına göre hareket ederler. eğer çıkarlarınızı dünya ile çatıştırmazsanız ve dış politikanızı güzel oturtursanız; kimse size saldırmaz, işgal etmez, kukla devlet kurmaya çalışmaz. siz topluma sürekli bizi işgal edecekler diye korku salmaya çalışırsanız, toplum bir yerden sonra kanıksayacak ve de bu durumun olmasını bekleyecektir.