hesabın var mı? giriş yap

  • kasap yapimi sucuk

    eski kasar

    dünden kalma yarim ekmek

    o ekmegin icine bir tatli kasigi acili biber salcasi

    salatalik tursusu.

    ekmek kizarmaya basladiginda altina üstüne tereyagi.

    bunlari ben eksi usul, ocak üstü tost tavasiyla yapiyorum. rahmetli dedem 25 sene önce romanyadan getirmisti. yanina birde siseden eker ayran aciyorum.

    offfff yeme, sabaha birak.

  • lafı uzatmadan bence bir filme konu olması gereken gerçek bir hikayeyle kıssadan hisse verecem:

    sene ben diyeyim 1942, siz deyin 43. ikinci dünya savaşı yılları. müttefikler libya, mısır ve suriye'den kaldırdıkları b24 bombardıman uçaklarıyla, nazilerin romanya'daki petrol rafinerilerini bombalamaya gidiyolar.

    saldırı sırasında birçok uçak düşürülüyor. bir kısmının izlenen rota gereği geri dönecek yakıtı yok. az bir kısmı mecbur tarafsız türkiye hava sahasına kaçıyor. bunlardan 3 tanesi ankara'ya inmeyi başarıyor, biri adapazarı'nda bir tarlaya sert iniş yapıyor.

    tarafsızlık ilkesi gereği uçaklara el koyup, 80 civarı mürettebatı enterne ediyoruz. o zamanki hükümetin girişimleriyle abd uçakları bize vermeyi ve ayrıca 5-6 adet abd'li mürettebatı da türk havacılarını eğitmek üzere görevlendirmeyi kabul ediyor.

    daha sonra bu abd'li mürettebat uçakları eğitim ayağına tamir ediyor, içinde yakıt olup hasarlı olan bir uçaktan, hasarsız olup fakat yakıtı biten bir uçağa aktarım yapıp diğer bir takım mürettebatla birlikte kıbrıs'a kaçıyorlar. bir b 10 kaldırıp kovalıyoruz, ama umutsuz vaka, yakalamasına imkan yok*daha sonra hükümetin girişimleriyle uçak türkiye'ye iade ediliyor.

    şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere. kaçan pilotlardan biri, on yıllar sonra hatıratında türkiye'de enterne edildiği günleri şöyle anlatıyor:

    "hiçbir şeyleri yoktu, çok fakirlerdi. açlıktan hepimiz zayıflamıştık, kaçmaktan başka çare kalmamıştı. yiyececek olarak bulabildiğimiz çoğu şey berbattı. bunun tek istisnası, sıcak pide arası beyaz peynirdi."

    2. dünya savaşı yokluk yıllarında esirlerine beyaz peynir yediren türkiye'den, ekonominin anasını silkip, milleti peynir alamaz hale getirip, bir de üstüne utanmadan borazan militan yayın organlarından "aman ha yemeyin.. zararlı" şeklinde alçakça propaganda yapmaya kalkışan türkiye'ye...

    emeği geçenlerin kimler olduğunu hepiniz biliyorsunuz.

    edit: sıcak pide taşfırın ekmeği olacak, beyaz peynir de keçi tulumu. hikaye de tabii ki sözlüğün efsanelerinden olan anglachelm'e aitmiş. onun entrysi olduğunu unutmuşum, ama hikayenin kendisi unutulmayacak kadar iyi:

    https://seyler.eksisozluk.com/…cen-film-gibi-hikaye

  • ülkenin son 10 yılında yaşanan felaketlerin çok daha azı ecevit ve demirel'in zamanında yaşandığında siyasal islamcılar ecevit ve demirel'in kısırlığından, dinsizliğinden, masonlugundan başımıza bunlar geliyor diyorlardı. şimdi başımızda 3-4 çocuklu, "dini bütün, abdestli, alnı secdeliler" var ve ülkede yaşanmadık felaket kalmadı. ikiyüzlü siyasal islamcılardan hiç ses yok.

  • adliyede ve hastanede çaycı.
    bir çaycı tanımak bir çok profesörü tanımaktır.
    bir profesörü tanımak sadece bir profesör tanımaktır.

  • hollywood filmleri eğlenceli kabul. ama stüdyo sistemi daha kuruluşundan beri gişe getirecek mutlak formülün peşinde olduğu için filmler biraz basmakalıp. bazı filmler, senaryo oyunculuk ve görsel efektle bu durumu kapatıyor ama arka arkaya izleyeceğiniz üç tane ortalama hollywood filmi sizi canınızdan bezdirebilir, çünkü her şey belli kurallar etrafında dönüyor. senaryoda şu olursa iş buraya bağlanır, kötü adam kendi içinde mantıklı olsa da bu durum izleyicinin ona sempati duymaya başlayacağı noktaya getirilmez, patlama şu sahnede kullanılır, oyuncu burada duracaksa kamera şu açıdan görüntü alır, espri şurada başlar şurada biter gibi kesin uyulması gereken onlarca mesele var. bu da farklı yönetmenlerin ve oyuncuların işi olsa da filmlerin aynı tezgahtan çıkmış gibi görünmesine neden oluyor çoğu zaman.

    böyle hissettiğimde ben avrupa sinemasına dönüyorum çünkü sinemanın doğduğu kıtada kural diye bir şey pek yok. zaten sinemanın ortaya çıktığı zamanda avrupa avangart sanata doğru yürüdüğü için sinema burada her zaman post-modern bir bakışla ele alındı. bu alanda güzel örneklerden biri de andrei tarkovsky’nin ilk uzun metrajı olan ivan’s childhood. bu film bir çocuğun ikinci dünya savaşı sırasında başından geçenleri kısa bir süreliğine izleyicisine aktarıyor. avrupa bu tür filmlerde tecrübeli çünkü italyan yeni gerçekçiliği diye bir akım var ancak bu film işlediği konuyu da çok sıra dışı bir şekilde ele alıyor. şimdi ivan’s childhood, hangi konularda farklı bir göz atalım.

    --- spoiler ---

    filmin dikkat çeken ilk noktası senaryo yapısı. normal bir filmin ilk kısımlarında ortam ve karakter tanıtımı olur. diyaloglara çok başvurulmayan filmlerde bile hikayenin temeli mizansen ile izleyiciye aktarılır. ancak ivan’da böyle bir çaba yok. film ikinci dünya savaşında bunlar oldu, çocuklar ailelerini kaybetti ve sahipsiz kaldı gibi bir girizgah yapmıyor. bir çocuğun tek başına bataklık bir bölgede gezindiğini görüyoruz. ortamdaki hasardan bir şeylerin ters gittiğini fark ediyoruz ama film bu detayların üzerinde açıklayıcı bir şekilde durmuyor.

    bu teknik genelde izleyicide merak uyandırmak için kullanılır. ancak bu filmde öyle bir durum da söz konusu değil. çünkü çok fazla açıklama bir anlam arayışıdır ve savaşın anlamsızlığını gösteren bir filmde yönetmenimiz bir adım daha ileri giderek anlamlandırma çabasını tümden görmezden gelmiş. böylece senaryo ve teknik post-modern bir alanda bütünleşmiş.

    filmin olay akışı da bu anlayışın ürünü. normalde bir filmdeki olayları tek tek özetleyip bunları neden sonuç ilişkisi içinde çizdiğiniz oklarla birbirine bağlayabilirsiniz. tutarlılık açısından bunu yapabiliyor da olmanız lazım çünkü her şey finale kadar kopmadan adım adım gidebilmeli. tarkovsky ise bu filminde böyle bir bağlama çabasından da uzak duruyor. bu karakter böyle bir insan, bu nedenle olaylara böyle tepki veriyor ve sonucunda bu oluyor demiyor. o bağı izleyici olarak sizin kurmanızı bekliyor. bu da hazır paket önünüze sunulan hikayelerden çok da güzel bir durum. çünkü normal bir filmde izleyiciye üzerinde düşünmesi gereken çok şey bırakılmaz. bu filmde ise tarkovsky, izleyicisine alan açarak yorum yapmasını sağlıyor. ki entelektüel açıdan bakarsak bu durum filmin çok daha doyurucu olmasına neden oluyor.

    filmin teknik yapısı için de yine sıra dışı tanımını kullanabiliriz. mesela üçe bir kompozisyon filmlerde standart gibi bir şeydir. eğer bir oyuncuyu portre olarak alacaksanız ekranı üç eşit parçaya bölersiniz ve oyuncuyu o çizgilerden birine oturtursunuz. bu filmde ise bu kuralı nadiren uyguluyorlar. mesela oyuncuyu kadrajın kenarında tutup büyük kısmı boşluğa ayırmak ana akımda yeni yeni yaygınlaşıyor. (şahsiyet dizisinde bunun bolca örneğini görebilirsiniz.) bu filmde ise mesela masha’nın koruluktayken bu şekilde alınmış nefis bir karesi var.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak sanat sinemasına yeni yeni ilgi duymaya başlıyorsanız bu film başlarda biraz ağır gelebilir. çünkü biraz uç teknikler kullanıyor. ancak sinema konusunda ufkunuz genişlesin istiyorsanız bu tür filmlere bakmanızı öneririm. ilk anda alışkın olduğunuz teknikleri göremediğiniz için film biraz yorucu olabilir ancak filmi bir kere izlerseniz sinemanın yaratıcılık anlamında ne kadar özgür bir alan olduğunu fark edebilirsiniz.

  • akp'nin kendisi %39 alabileceğine inansa 3 saat sonrasına seçim organize ederler.

    kandırmayın milleti.

  • baktığım bir şey öncesi yaklaşık 20 soruyu okumak zorunda kalıyorum.
    bugün yağmur yağacak mı? bugün yağmur mu geliyor? acaba bugün yağacak mı yağmur? sizce ıslanacak mısınız? yanınıza şemsiyelerinizi almalı mısınız? ya yağmazsa o şemsiyeleri ne yapacaksınız?
    bu nedir böyle ya.
    ruh hastaları.

  • tartisma/kavga esnasinda akla gelmeyen ama gece yatarken bir an da dank eden,”off bunu diyecektim olm yaa” dedigimiz tum seylerin olay esnasinda aklina gelmesi.

    hep yatarken aklima geliyo,diyemedim diye icimde kaliyor sonra hep ya:(

  • program suresi bekledigimizden cok daha kisa tutuldu (ya ali nesin surpriz oldu ya da israil askeri fotograflari beklenenden uzun surdu). o yuzden soylemek istedigim, soylemeyi planladigim bir yigin sey kaldi (google sansuru de dahil olmak uzere).

    3 konuk oldugumuzdan da bu kafamdaki sure planiyla ortusmedi. canli yayinda araya girme ve soz kesme mesrebine alismadigimdan da cok az sey soylemis oldum neticede.

    allahtan diger iki konuk tuna ve kaan'di da benim eksik kaldigim yerlerde tamamlayici olabildiler. diger konuklar alakasiz insanlar da olabilirdi.

    "hukuki moderasyon var, her sey yazilamiyor burada" benim ilk one cikarmak istedigim bir bakis acisi degildi. her site ofisinde bir hukuk burosu istihdam etme luksune sahip olamaz. elestiriye odaklanma sebebim bu oldu. elestiriye acik ve yasal duzenlemeleri duzgun bir toplumda moderasyona da ihtiyac yoktur.

    benzer firsatlar cikarsa bunu daha net ifade edebilecegim insallah yarabbi.

  • - selam x abi
    - hoşgeldin mc
    - (elde 2 karton marlboro ile tezgah arkasına gidilir) abi al 2 karton yeter mi?
    - yeter sağol, akşam parayı veririm
    - dostum lanet olsun aynasızlar!
    - hö?
    - off be abi atraksiyon yapalım dedik mahvettin olayı..