hesabın var mı? giriş yap

  • türkiyede şişe et veya kıyma geçirme usulüylen yapıldığından yine ülkemize has bir benzersizlik ile her büfede ayrı bi lezzet sunan bu güzel olay, almanyada bundesstaat tarafından uygulanan baskılar sonucu merkezileşmiştir. etler fabrikasyondur. öyle 10 kilo eti açık bi şekilde saatlerce pişirmenize izin vermez alaman hükümeti. merkez ifirmalar bu eti hazır şişlenmiş, bakteryel kültürlerle korunmuş ve bilimum plastik olaya sarılmış vaziyette dönercilere satar. onlar da haftada bir iki alır depolarına koyarlar bunları. döner ibttikçe içeriden çıkartır takarlar bu hazır nevaleyi. iğrenç olmasının ilk sebebi bu uygulamadır.

    ikinci sebebi ise, her esmer bıyıklı adamın kendini döner ustası sanması sonucunda döner kesmekten bihaber insanların döner ustası haline gelmiş olmalarıdır. bu bir yanılgı değil zorunluluktur aslına bakılırsa. 3 milyon civarı türkün yaşadığı bir memleket olan almanyada 5 bintrilyonmilyon tane dönerci vardır, o yüzden eli bıçak tutan her türkün döner ustası olarak görev yerine geçmesi gerekir. sonuç olarak bizim köfte mi, biftek mi diye durup düşüneceğimiz boyutta et parçalarını ekmeğin arasına koyar verirler size. doyurur evet, garip kokusundan tiksinmezseniz.

    aklıma şu anda gelen sebepler arasında sonuncusu ve belki de cinayetler kategorisinde jack the ripperın şaheserleriyle yarışacak kıvamda korkutucu olanı bu sandviçin içine akla gelecek her türlü salata malzemesinin koyulması vaziyetidir. bu başlı başlına bir vaziyettir gerçekten de, çünkü döner siparişini verirsiniz ve döner şişten yumruk kadar parçalar halinde ekmeğe konulduktan sonra, içine ne girsin -gurbetçiliğin şiddetine göre soru daha da abuklaşabilir- sorusuyla ve önünüzde duran salata barı kıvamında bir yer ve size bakan bi dönerciyle kalakalırsınız. lahanadan, küp küp doğranmış hıyarla karışık domatese, acılı ezme diye bildiğimiz mezeden, renklere göre isimlendirilmiş bulamaç soslara kadar herşey vardır bu barda. komplett dediğiniz anda bu katkı maddesi vaziyeti oluk oluk akar dönerin içinde ayrı bi yerleşim birimi oluştururlar. oturarak yediğinizi var sayarsak, siz döneri yerken onlar kitleler halinde döner ortamını terk ederek yeni mekanlarına geçerler. bir kısmını yemiş olabilirsiniz o sırada, ama bir insanın salata niyetine yiyeceği miktarın rahat iki yüz katı boyutta olan bu salatalar, yeni mekanlarında siz döneri bitirdikten sonra da ikamet etmeye devam ederler. onlar salata vaziyetidir ve ne dönerden, ne dönerciden, ne de tüketiciden bir çekinceleri yoktur. dönerin içine sıçmakla yetinmeyip, gereksiz kalabalık yaratır, olay sonunda da asgari kayıpla olaylarını sürdürürler.

    avrupanın başka bir ülkesinde bu kadar uzun vakit geçirmediğimden ve dönerci gördüğümde kaçarak koştuğumdan kelli, diğer ülkelerdeki durumu size anlatamayacağım. ama olayın bu yönüyle ilgili bir anımı anlatabilirim. istanbulda doğup büyümüş üniversite için almanyaya gelmiş bir türk olarak alman usulü dönerden ben ne kadar nefret ediyorsam, almanyanın yerlisi has ve mulis alman halkı da bu zehir zemberek olasıca olaydan o kadar keyif almakta. olay öyle yerleşik, öyle vaz geçilmez bir hal almış ki, biri avustralyada öteki ispanyada olmak üzere bir yıl almanya dışında yaşamış iki alman arkadaşımla ne özlediniz muhabbeti yaparken, ikisinin de ağız birliği yapmışçasına aynı anda döner demesi beni benden almıştır. ikisinin de özlem giderme amaçlı birer ikişer defa bölgedeki dönercilerin yolunu tuttukları ve ispanya örneğinde dönerin içinde sadece domates ve pattes kızartması olması ve avustralyadaki dönerin ise çok garip kokmasından dolayı hiç memnun kalmayıp almanyadaki döneri özledikleri ise konuşma sırasında beni şaşırtan diğer detaylardır. iki ders çıkarttım bu olay neticesinde; biri bizim vatandaşımızın dünyanın her yerine giderek ortamn gereksinimi nedir anında çözdüğü ve akabinde bunu dönere uyguladığıdır. ikincisini unuttum.

    alman usulü döner güzel bir şey değildir. hatalıdır.

    (bkz: ausnahmen bestaetigen die regel)

  • - ya sevgilim ben neden sayfa açamıyorum bu bilgisayarda şunu bi yapsana.
    - bak şimdi aç internet explorerı. toolsdan internet optionsa gel.
    - ya bana anlatma gel yap şunu iki dakikada işim çok acele noolur.
    - ya ben her zaman yanında olmayabilirim. kendin yapacaksın, öğreneceksin!
    - sonra öğrenirim söz. şimdi sen yap.
    - illa bana balık ver diyorsun ya! hayır vermeyeceğim. balık tutmasını öğreteceğim sen yap benim dediğimi toolsdan options....

    gecenin ilerleyen saatleri yatay vaziyetler.

    - hanimiş benim minik kuşum gel bakiim buraya bik bik.
    - necmi dur şimdi bişi öğreticem sana.
    - oo öğret bebeğim öğret
    - şimdi ellerini benim üstümden çek.
    - ee
    - göbeğinin üstüne koy. sonra yavaşça aşağı indir.
    - nası yani? böyle mi, eee?
    - eesi ben her zaman yanında olmayabilirim!
    - hönk?!?
    - işim acele diyoruz hâlâ yok tools yok options... indir elini indir. hah, tuttun mu balığı şimdi, eşşoğlueşşek seni be!

  • şurada verilen krallar gibi yaşama örneklerine bakınca bu nerenin krallığı demekten kendimi alamıyorum.

    2000 lira maaşı normalleştirip kralım ben diye kendinizi inandırırsanız, patronlar, işverenler sizi daha çok kullanırlar.

    mesela çok kralım bakın diye döküm çıkaranların hiç birinde bence iyi yaşamanın önemli kalemlerinden birisi olan seyahat yok. seyahatin en ucuz hali bile şu denklemleri altüst eder.
    dışarı çıktığında çayın kahvenin hesabını yapıyorsan, biradan başka alkole elin gitmiyorsa, ihtiyacın olan kıyafeti almak için sezon sonuna kadar indirim olsun diye bekliyorsan, sinemaya gitmek için indirim gününü bekliyorsan kral değilsin arkadaşım.

  • alenen ve göstere göstere sınav sisteminin içine torpil ve ayrımcılık yerleştirilirken, hala bu yeni sistemi oldukça "güvenilir" ve "emeğinin karşılığını sonunda alabileceği güzel bir sistem" olarak gören mallar, allah'a olan inancımı arttırıyor.

    gerçekten abi, bu kadar büyük bir beyinsizlik, böylesine bir gerizekalılık, bu muazzam aptallık kendi kendine oluşmuş olamaz.

  • üç arkadas tren istasyonuna gitmisler. içlerinden biri giseye
    yaklasip bilet almis ve trenin kalkmasina ne kadar zaman oldugunu
    sormus.

    - bir saat on bes dakika... arkadaslarına dönmüs:
    - daha çok var, hadi gidip su karsıkı kafede çay içelim... oradan
    buradan derken laf lafı açmis... birden
    tren düdügüyle kendilerine gelmisler.
    kosarak disari firlamislar ama, nafile... tren kaçmis..
    sormuslar:
    - sonraki tren ne zaman?
    - bir buçuk saat sonra... yine dönmüsler kafeye. yine çay, yine laf
    ve derken yine düdük sesi...
    kosmuslar ama bu defa da treni kaçirmislar.
    bir saat sonra bir tren daha varmis. dönmüsler kafeye...
    ama bu kez uyanik duruyorlar.
    trenin sesini duyar duymaz kalkmislar ve kosmaya baslamislar.
    içlerinden ikisi; biri bir vagona, digeri baska vagona zar zor
    yetismis...
    üçüncü ise geride kalmis ve yetisememis...
    bir süre dövündükten sonra baslamis katila katila gülmeye.
    durumu gören istasyon memuru dayanamayip sormus:
    - hem treni kaçirdin hem gülüyorsun!
    - nasil gülmeyeyim!... onlar beni ugurlamaya gelmisti...