hesabın var mı? giriş yap

  • dünya'nın herhangi medeni bir ortamında toplu sosyal alanda ayağini sandalye uzatırsan çalışan gelip seni uyarır. hatta ben müşteri olarak orda bulunsam ve çalişan masaya ayağını uzatan hanzoyu(burda hanzo sensin, başka laflarda hazirladimda neyse) uyarmassa ben o mekanı terk ederim. çalişan ayağini indir bu mekanda müsade edemeyiz demiş sen bir de adama sanane demişsin ve kaçınılmaz son. bir dahakine evinde iç.

  • çamaşırları yıkamak için kullanılan bir temizlik maddesidir. peki devir ekonomi devri olduğundan mütevellit, giysilerimizin rengini soldurmamak ve daha uzun ömürlü olmasını sağlamanın sırrının çoğunlukla seçtiğimiz deterjanla ilgili olduğunu biliyor musunuz?

    bu konuyu marka ismi vermeden, tamamen yaşadığım deneyimleri de katarak yazacağım. markete gittiğimizde, deterjan reyonuna ulaşınca envai çeşit deterjanla kafamız allak bullak oluyor ya, artık telaşlanmaya gerek yok, sizinle bildiğim tüm ayrıntıları paylaşacağım.

    çamaşır deterjanları toz, sıvı, kapsül ve granül şekilde üretilmiştir. granül deterjanlar 30 derecede dahi çözünebilmesi ve çamaşırların üzerinde kalıntı bırakmamasıyla meşhurdur. bir çoğu doğala yakın formülü ile üretilmiş ve ciltle uyumlu olduğundan alerjik reaksiyonlara yol açmaz. ha bunu kullandığınızda leke çıkarma konusunda bir tık güçlük yaşayabilirsiniz. bu aşamada lekeli bölgeyi temizlemek için sıvı leke çıkarıcılardan destek alabilirsiniz. şahsen ben bebeklerin çamaşırının granül deterjanlarla yıkanmasından ve (bebekler için üretilmiş dahi olsa) yumuşatıcı kullanılmamasından yanayım. çünkü bebeklerin cildi çok hassas ve geçirgenliği çok yüksektir. onların cilt sağlığına dikkat edelim olur mu?

    şimdi gelelim toz deterjanı nasıl seçmeliyiz. toz deterjanlar renkliler ve beyazlar için bir çok marka tarafından ayrı ayrı üretilmiştir ve 30 derecede çözünmesi zor olmasından dolayı minimum 40 derecede yıkamalıyız. 40 derece de giysilerimiz için yüksek bir derecedir ve ömrünü kısaltır. bu açıdan düşünürsek beyazlar için olanını seçip beyazları toz ile yıkamak daha mantıklıdır.

    peki toz deterjanı niçin ayrı ayrı seçmeliyiz? beyazlar için üretilmiş toz deterjanda ağartıcı, çamaşır suyu katkısı olabildiği için renklilere zarar vermektedir. hele içerisinde optik beyaz vs. yazıyorsa renkli attığınız çamaşırları perişan halde çıkarabilirsiniz.

    bu açıdan renkli çamaşırlar için sıvı deterjanı öneriyorum tabi bunu da renklilere özel olanı seçmeniz kaydıyla. renk ayırıcı mendiller kullanarak renk ayrımı yapmadan yıkanırsa renklerin birbirine geçmesini önlemeniz mümkündür. inatçı lekelerle mücadele için özel sıvılar üretilmiştir. çamaşırınızı makine atmadan önce lekenin üzerine azıcık döküp, çitileme yaparsanız lekenin yok olduğunu göreceksiniz. kendim de bilhassa şu meşhur pembe leke çıkarıcıyı kullanıyorum.

    önemli bir ayrıntı daha eklemeliyim o da kotların yıkanma şekli. makinenizin yıkama programı ne kadar soğuk seçer ve kısa ayarlarsanız kotlar için o kadar iyidir. denim pantolonların yıkama talimatını dikkate alarak işlem yapmanızı öneririm. ben kotları 30 derece, sadece kotları aynı anda yıkamaya özen göstererek, hassas programda ve toz deterjan kullanarak yıkatıyorum.

    bir de çamaşır makinesini tıka basa doldurup yıkama yapmayınız. zira temizlenmesi zorlaşacak ve lekeler olduğu gibi kalacaktır. ayrıca şahsen ben yumuşatıcı kullanmıyorum, kullananlara da çift durulama öneriyorum.

    ürünlerinizin yıkama talimatı kısa da olsa iç etiketinde yazar. buna dikkat ederseniz sıkıntı olmayacaktır. bir giyside “yalnız kuru temizleme” yazıyorsa aman diyeyim elde ya da makinede yıkama hatasına düşmeyin. ürün mahvolur ve koşa koşa mağazaya gidip, değişim talep etmeyin. çünkü ürünü kendiniz yıkadığınız kolaylıkla anlaşılacak ve incelemeden olumsuz dönecektir.

    işte böyle azizlerim, son olarak şunu da ekleyip yazımı sonlandırmak istiyorum; "en değerli giysimiz cildimiz" mottosuyla hareket edip, alerjik reaksiyonlara davetiye çıkarmamak için iyi durulama yapmanızı öneriyorum. aklınızda bulunsun; deterjanlar petrol türevi ürünler ve çeşitli kimyasalların karıştırılmasıyla elde edilir. bizim de bu kimyasalları giyisilerimizden uzaklaştırmak için iyice durulayıp arındırmamız gerekir.

    herkese sağlıklı günler diliyorum.

  • gazinolar devrinin meşhur assolistlerinden sevim tuna anlatıyor:

    "izmir'den ankara ’ya geldim. çok da gencim. bir gazinoda programa çıkıyorum. bayanlar matinesinde bazı bayanlar beni evlerine çaya davet ettiler. çıktım yola, aaa !.. adresi almayı unutmuşum. sadece 17 no'lu apartman olduğunu biliyorum. bir de dere lafı aklımda kalmış... nasıl olsa şöför bilir diye atladım taksiye...

    - şeye gidicem, dedim, hani dereli falan bir semt var ya... şöför babacan bir adam... şöyle bir baktı aynadan gülümsedi.

    - bentderesine mi?

    - evet oraya 17 numaraya gidicem.

    şöför yine aynadan bakarak konuştu.

    - yeni mi geldin sen ?

    bende gazinoyu kasdediyor diye cevapladım.

    - evet bir ay oldu başlayalı.

    - daha önce neredeydin ?

    - daha önce izmir de çalışıyordum.

    biraz daha gittik, yine sordu.

    - müşteri nasıl, kalabalık oluyor mu ?

    gazinodaki program tuttuğu için bende hevesli hevesli anlattım.

    - oooo, müşteri kum gibi kaynıyor... herkes çok memnun...

    - memnun, iyi haaa ?

    - eee tabii bütün kadro müşteriyi memnun etmek için uğraşıyoruz.

    - ben epeydir gitmedim , fiyatlar nasıl ?...

    - ucuz ucuz... ucuz iyi yani.

    - sen çok kalıyor musun ?

    - ben yirmi dakika kalıp iniyorum.

    - yirmi dakika haaa... epeyce... bari geleyim bu akşam...

    - aaaa, gel bu akşam beklerim...

    söför şaşkın , ben geveze , anlata anlata geldik... aaaa bir de baktım ki acaip bir yerdeyiz.

    - neresi burası, dedim şöföre ?

    - bentderesi, dedi ...

    o zaman anladım ki ben aslında bülbülderesi'ne gidecekmişim ..."

  • kek için kullanacağınız malzemelerin mutlaka oda ısısında olması gerekir. buzdolabından yeni çıkarılmış yumurta, süt, yoğurt vs. kullanmayın.

    yumurta ve şekerin mümkün olduğunca çırpılması gerekir, köpük gibi olana kadar ve çırpma işleminden sonra mutlaka önce sıvı malzemeleri ekleyin.

    un, kabartma tozu ve vanilyayı birlikte mutlaka eleyin.

    kekin içine eğer fındık, üzüm, ceviz vs şeklinde katı şeyler ekleyecekseniz mümkün olduğunca küçük parçalar halinde olsun. örneğin damla çikolatası ekleyecekseniz çikolataları bir miktar una bulayıp öyle kekin içine atın ve çok karıştırmadan, kaşıkla bir iki tur karistirin.

    hazırladığınız keki fazla bekletmeyin.

    fırına koyduğunuz kekin, fırının kapağının ilk 20 dk açilmaması gerektiğini zannediyorum biliyorsunuzdur. en iyi kek pişirme derecesi 180dir. keki 180 derecede 20 dk kabarttıktan sonra, fırının derecesini 160 dereceye ayarlayıp pişirmeye bi 20-30 dk daha devam ederseniz, kekinizin içi çok daha iyi pişecektir.

    hemen hemen verdiğim tavsiyeler kabarmış güzel bir kek için püf noktalardır, dilerim işinize yarar.

  • yıllar önce ıslak hamburgerin mucidi (veya ilk yapanlardan biri bu entry'de kim olduğunun önemi yok), şimdilerde göztepe kristal büfenin sahibi ile sipariş öncesi muhabbet ediyorduk. o anlattıydı.

    bu ıslak hamburger yanlışlıkla bulunan bir şey. mcdonalds'ın veya amerikan fastfood'unun daha memlekete girmediği zamanlar. taksim- bağdat caddesi gibi batılı bulvarlarda gezip dolaşan kesim arasında kristal ve birkaç büfe baya revaçta. o kadar ki artık yoğun zamanda burger yetiştiremiyorlar. ben de 90'lar başında bu şekilde şekilde tanıdım.

    büfe sahipleri gelen talebi karşılamak için akıllarına sirkülasyonun yoğun olduğu saatlerden önce burgerleri istiflemek geliyor. böylece müşteriyi de bekletmemiş olacaklar. ısıyı muhafaza edecek bir kutu alıp yaptıkları burgerleri biriktirmeye başlıyorlar. bilen bilir kristal kendi sosunu kendisi yapar, eski müşterileri de onu ketçap olarak kullanırdı.

    kutunun içine konan burger etinin sıcaklığıyla oluşan buhar ekmeğin yumuşamasına ve sosu daha iyi çekmesine neden oluyor. şaşırtıcı şekilde bu ıslanmış burgeri müşteri daha çok sevmeye başlıyor. artık sakin zamanda da ıslak burger talep ediyorlar ama o zaman bekledikleri gibi ıslak/soslu olmuyor. hal böyle olunca gerek olmamasına rağmen burgerleri kutunun içinde bekleterek ekmeği nemlendirmeye başlıyorlar. sipariş geldikçe değil kutuda burger azaldıkça yerine koyuyorlar.

    özetle bugün ıslak burger diye sipariş edilen şey aslında sosun buharı hesap edilememiş bir lezzet kazası.

    kişisel görüşüm daha sonraki yıllarda burger ekmekleri biraz yapay yollarla soslandırıldığı için o lezzet kayboldu. artık ıslak burger kutularının ısıtma özellikleri var dibinde dökülen sosu buharlaştırarak hazırlıyorlar. yine de super burger öncesi açılışı ıslakla yaparım kristalde. benimki ağız alışkanlığı yoksa eskisi gibi içime çekmiyorum ıslağı.

  • dün ilkokuldan mezun oldu yazmış damat berat. hangi okul acaba? bizim buradaki ilkokullar geçen hafta kapandıydı.

    mesaj kutusu patlama editi: günübirlik bulgaristan'a gittim geldim mesaj yağmış, hepsini okuyamadım henüz.

    özel okullar nisan ayında 1hafta tatil verdikleri için 1hafta geç kapanıyormuş.
    mevzubahis okul da piyasadaki özel okullardan farklı olarak kapısında polis bekleyen ve gbt yapmadan içeriye almayan, yıllık ücreti geçen sene 90 bin tl olduğu söylenen kısacası buymuş: https://www.nunokullari.com/…s/nun-ilkokulu-kampusu

  • helal olsun lan midyeci ahmet'e sıfırdan zirveye çıktı. videolarinda karısı hep yaninda, baskasi olsa ilk iş boşanmak olurdu felan demiştim geçenlerde. maşallah dediğimiz 3 ay içinde mortingenstrasse oldu yine çok şükür.

  • sözlüğün sözlük olduğu başlıklardan biri.

    toplum 5.0 felsefesi teknolojiyi içselleştirmiş bir toplumu ifade etmekte, peki teknolojiyi nasıl içselleştireceğiz? işsiz kalarak mı?

    belki de evet. buna demonetizing yani parasızlaşma deniyor.

    kısaca şöyle ifade edelim, bir şeyin üretim maliyeti yeterince ucuzlarsa bedava dağıtılır mı?

    30 yıl önce bir bilgisayar, video kamera, ses kayıt cihazı, navigasyon aleti, telefon, müzik çalar vb bir çok aleti aynı anda almak için belki 100bin dolar ödemek ve hepsini taşımak için de kamyonete ihtiyaç vardı. bugün hepsi 1000 doların altında cebimizde.

    bir şirket olduğunuzu düşünün, kendi ürettiğiniz bilgiyi arşivlemek ve yönetmek için dahi onlarca çalışan, odalarca dolap ve evrak gerekirdi, şimdi sadece 1 muhasebe elemanının elindeki bir yazılımla halloluyor.

    30 yıl önce sağ dikiz aynası bile opsiyonelken bugün geri görüş kamerası standart paketlerde yer almaya başladı.

    15 yıl önce bir mesaja 2 kontör öderken şimdi binlercesini harcıalem olarak veriyorlar, yüzüne bakmıyoruz.

    dünyanın en pahalı şeyi olan bilgi dahi bugün çok ucuz çoğu zaman bedava. enstruman çalmayı öğrenmek mi istiyorsun? kendi mobilyanı kendin mi yapmak istiyorsun? finans öğrenip borsa oynamak mı istiyorsun? hepsi bedava.

    üretim yeterince ucuzladığı zaman ücretsiz dağıtılabilir. endüstri 4.0 devrimi gerçekleştiği zaman insanlara çalışsınlar diye değil, çalışmasınlar diye para ödenmesi gündeme gelebilir. işsizlik oranlarını düşürmek için uğraşmak yerine işsizliği kabullenmek de bir yöntem olabilir mi?

    birkaç yıl önce isviçre'nin vatandaşlık maaşı verme düşüncesi vardı. bu o kadar uzak bir şey değil. aynı zamanda o kadar iyi de değil, kendi dinamiklerini getirecek bir şey olurdu.

    vatandaşlık maaşı verildiği durumlarda çalışmayan insanlar toplumda dışlanırdı. sistemin kaynaklarını tüketmek ama katkıda bulunmamak toplum açısından yanlış karşılanacaktır. bunun örneğini almanya'da görebiliriz. sürekli işlerinden çıkıp işsizlik maaşı haklarını sonuna kadar kullanan, mümkün olan her yolla vergi ödemekten kaçan türkler almanlar tarafından bu yüzden sevilmiyor.

    gelecekte, insanların barınma, yiyecek, iletişim gibi ihtiyaçları için endişelenmeyeceği standart vatandaşlık maaşlarının gelmesi (gelişmiş ülkelerde) mümkün olabilir. bu durumda insanlar çalışmayacak mı? elbette çalışacak. öncelikle lüks istekler için, ikincil olarak sosyal statü için, toplum tarafından dışlanmamak için insanlar çalışacak ve maaş alacaklar. aldıkları maaşı dünyayı gezmek, lüks yat almak, daha dev ekran bir tv için harcamaya devam edecekler.

    bu aynı zamanda bir tersine göç etkisi de yaratabilir. neden? çünkü böyle bir ortamda sadece kalifiye insanların iş bulması mümkün olacak. fabrikada forklift operatörüne, montaj elemanına, sokakta çöpçüye ihtiyaç yoksa ve bu insanlar toplumda kabul görmüyorsa ne yapacaklar? elbette gelişmiş ülkeden vatandaşlık maaşını alıp kendilerine iş sağlayabilecek olan, üstelik o maaşla çok daha fazlasına sahip olabilecekleri gelişmekte olan ülkelere gidecekler. ne o? son birkaç satır çok mu tanıdık geldi?

    5. jenerasyon toplumda insanlar sadece üretmenin verdiği haz ve getirdiği sosyal statü için çalışacaklar. hayat mücadelesinin içinde kaybolmak yerine bilim yapacaklar, sanat üretecekler, icat yapacaklar. evini geçindirmek için değil, geliştirdiği yeni projenin finansmanını biriktirmek için çalışacaklar. toplumsal gelişim açısından harika bir zaman dilimi olacak ama buna ayak uyduramayan insanların topluma yeni bir alt tabaka yaratması söz konusu olabilir.