hesabın var mı? giriş yap

  • tolkien yüzüklerin efendisindeki yolculuğu tasarlarken ne düşünüyordu ? bence bolca şans kavramını düşünüyordu. tolkien çokça mitoloji okuyup bilen bir profesör olduğu için ve sıklıkla bir çok romanı inceleme şansı olduğu için öyküdeki zorlukların aşılıp aşılmaması konusunda hem tecrübesi vardı hem de nasıl aşılabileceği konusunda bir seçim hakkı vardı.

    orta dünyada kötüler bariz bir şekilde daha aktif ve daha güçlüdür hatta yeri geldiğinde daha da zekidir. tolkien bunu öylesine inandırıcı yapmıştır ki kötülerin gücü şakadan değil etkili bir yıkım silahıdır. haliyle orta dünya aslında bir çok hüzünlü hikayenin mekanıdır. yaratılıştan 3. çağa yani yüzüklerin efendisi zamanlarına kadar devamlı oyunbozanların düzenbazların ve zalimlerin kazandığı bir savaş süregelmiştir. güzelliğinde iyiliğin ve merhametin yanında olanlarsa ya ölmüş ya sürülmüş ve bazen de elflerin orklara evrilmesi gibi çok daha kötü sonlara vasıl olmuşlardır. yani orta dünyanın kötülüklerini alt etmek için geçmişe de baktığımızda gücün ve zekanın çok da işe yaramadığını görüyoruz. yarasa da kalıcı olmamış hatta rehavete neden olup daha büyük yenilgilere yol açmış. haliyle yüzüklerin efendisi hikayesinde de bariz bir üstünlüğü olan sauron'un öyküsü aslında tarihe baktığımızda çok şaşırtıcı değildir. dolayısıyla bu gücü alt etmek için izlenmesi gereken yolun da güç ve kudret yolu değil farklı bir yol olması gerekmektedir. tolkien'in öyküsü böyle dokunmuştur. işte bu noktada tolkien aşırı zekice planların ya da yapay görünen tesadüflerin gerçekçi olmadığı kanısına varmış olacak ki seçtiği yol "bilinçli bir şekilde seçilmiş ve bedel ödenmiş bir şans" olmuştur. eksiklerini de vaların iradesiyle örtmüştür. tolkien açık sözlüdür ve düşündüklerini tasarılarını kitapta aynen ifade eder (aynı önsözde hikayenin sonunu da söylediği gibi. çünkü önemli olan son değil süreçtir, öyküdür ona göre): gandalf frodo ile yüzüğün bulunuşunu tartışırken "o kör karanlıkta yüzüğün bilbo'nun eline gelmesi tesadüf mü sanıyorsun ? böyle yüzükler kendilerini kötü yüreklilere buldurmayı çok iyi bilirler ama herkesin planlarını aşan bir şey oldu ve yüzüğü bilbo buldu. burada yüzüğü de onun efendisini de aşan bir şey var. yüzüğü bilbonun bulması yazılmıştı". işte bu nokta bir kudretin müdahalesi. her şeyden üstün bir gücün müdahalesi. vaların böyle bir gücü olmadığını tahmin ettiğimize göre bizzat eru'nun müdahalesi. gandalf işte buradan cesaret alıyor. kendi yolunun da tesadüfen hobbiton'a düşmediği ve bilboya tesadüfen rastlamadığını bildiği gibi bunu da tahmin ediyor, görüyor. bu hikayede açık bir şekilde bir çok olayda bilbo zekice macerasında yardımda bulunuyor dostlarına ama şansı her zaman tamamlayıcı faktör oluyor. şans faktörünü tolkien öylesine ustaca kullanıyor ki okurken rahatsız olmuyorsunuz ve bu kadar basit ve sade planlar yapan bilbonun planlarını hem makul buluyorsunuz hem de şansının yaver gitmesini hakkı olarak görüyorsunuz. bu arada bilbo ve dostları bedeller ödüyorlar, yakalanıyorlar, hapsediliyorlar, kızartılıp yenilmeye çalışıyorlar ve bir ejderhayla mücadele edip bir savaşın içine karışarak üç yoldaşlarını kaybediyorlar. yani bilbo evet şanslı ama saçma sapan ve mantıksız bir şans değil bu. makul ve kabul edilebilir bir şans. hayatın doğal akışına uygun bir şans. bir maceranın üzerine kurgulandığı bir şans.

    zaman geçip yüzük de yeni sahibini yani frodoyu bulunca, maceranın lothlorien kısmında galadriel çok açık edilmeyen ama muhtemelen kendisinin tahmin ettiği nedenlerle frodoya yıldızcamı veriyor. yıldızcam, elflerin yıldızının ışığının hapsedildiği bir suyu tutan küçük bir şişecik. ne anlama geldiği hakkında fikir yürütmüştür frodo ama yanıldığını çok sonra yani shelobla karşılaşmalarından sonra anlamıştır muhtemelen. frodo ve sam cirith ungol geçidini geçerken daha önce hiç ışığın girmediği geçitlerde bu ışık ve şansları sayesinde kurtuluyorlar ancak bedel de ödüyorlar. evet ellerinde ışık var ve shelob bu ışıktan korkuyor ancak basit bir hikayedeki gibi shelob kaçıp gitmiyor ve güle oynaya o geçidi geçemiyorlar. sting ile tuzak ağı geçiyorlar ama işte o noktada gollum saldırıyor planı bozulunca ve shelob da sam'in gollumla uğraşmasını da fırsat bilerek frodoyu sokup zehirliyor. dikkati kurbanının üzerindeyken de sam arkadan yaklaşma ve altına girip ilk hamleyi yapma şansı buluyor. şans, cesaret, yıldızcamı ve tabi ki bir diyet. bu olaylar gerçekleşmese sam ve ya bir başkasının shelob'a yaklaşması mümkün bile olamaz ve ya sam'in elinde yıldızcamı olmasa o verdiği hasardan sonra bile hiçbir şey shelob'un canını bu kadar acıtamaz. evet şanslılar ancak bu şansı kim ister bilemiyorum. öyle bir şans ki adım adım ilerlemeleri için bedeller vermeleri ve eksilmeleri gerekiyor. ancak bu sayede biz okurken rahatsız olmuyoruz, aksine gerçekçi geliyor, yapay gelmiyor ve daha çok seviyoruz, daha çok okumak ve bu öyküye tanıklık etmek istiyoruz.

  • batı uygarlığı 5 milyar km öteden gelen pluto fotoğraflarını incelerken türklerin gündemi allah yazılı pide ve mucizevi atatürk silüetiydi.

  • yine lince ugruyacagim lakin, turkiye de inanilmaz bir kedi, kopek yogunlugu var sokaklarda. bir cozum bulunmali. tamam ben de hayvan severim lakin. kardesim var 4 yasinda. boyle bir olay basina gelmesini istemiyorum. ya da rastgele birinin isirilip. haftalarca ıgne vurdurmaya gitmesi filan pek guzel isler degil.

    edit: oha adam evrimin anasini sikmis. genetiginde saldirmak yokmus. hele o kopekler 3-4 den fazla olsun.( gruplasmak genlerinde var, eskiden avlari daha rahat yakalamak icin gruplasirdilar) direk hircinlik katsayilari 3 katina cikar. tehlike ya da av gorurseler, sadece birinin saldirmasi bile degil, one atilmasi yeterli, suru psikolojisiyle hepsi saldirir. bunlar evcillestirilmeden once, doga da yaptiklari olaylardan gelir. ana!! insan bu demez, tehlike ya da av olman yeterli.

    edit 2: hic bir zaman tum kopekleri oldurun demedik. toplayin basibos kopekleri, barinaklara filan alin. kisirlastirmalarini dogru duzgun yapin. sayilarini boylece kontrol altina alin. bakabilen aileler zaten evine aliyor. disarida besleyenler ise, barinaga da yardim yapabilir. devletin ilk amaci insanlarin guvenligini saglamaktir. ınsanlari tehdit eden insan da olsa hayvan da olsa bir seyler yapilmalidir. polonya'da yasiyorum. sokak kopegi denen bir olgu yok. kedi yok. lakin evlerin yuzde 70'in de kedi ya da kopek var.

  • bundan 4 sene kadar önce -tabi daha, genciz anarşiğiz o zamanlar- bakanlıklar civarında bir arkadaşla yürüyordum. yolun kenarında kırmızı plakalı siyah mercedes vardı. içi dolu mercedes'in önünde ve arkasında da birer tane ford mondeo polis aracı bekliyordu. polislerin dalgınlığından faydalanıp mercedes'e yanaştım ve kapısını açtım. daha fazla ilerleyemeden "hop hişş ne oluyor??" sesleri arasında durduruldum:

    - arkadaşım ne yapıyorsun kör müsün?
    + pardon babamın da aynı böyle süper pahalı bir mercedesi var da karıştırdım.
    - nasıl aynı? bakan mı baban?
    + yok yok, yetim hakkı yiyor babam. ancak öyle alabildik.

    tekrar düşündüm de, iyi kurtulmuşum. bakanın melul bakışları ve "bırakın gitsin" cümleleri arasında, arkadaşımla birlikte günbatımına doğru iyi uzaklaşabilmişim.

  • dünyadaki dominant sinema kültürünün tedarikçisi ve yaratıcısı hollywood'dan bundan yaklaşık 27 sene önce çıkmış, klasik amerikan sinemasını dönüştüren, film endüstrisinin yıllar süren patinajını bitiren, 90'lar ve 2000'lerde çekilen bir çok başyapıtın gerçekleşmesinin öncülü olan, "devrimci bir başyapıt" övgüsünün muhtemelen de en çok yakıştığı film.

    1995 yılında gerçekleşen oscar ödül töreninde pulp fiction, aday olabileceği en önemli dallarda ödüle aday olabilmişti. peki hangi dallar oscar'da en önemlidir? hemen söyleyelim;
    bunlar kısaca 5 büyük olarak geçer; birincisi en iyi film, ikincisi en iyi yönetmen, üçüncüsü en iyi erkek, dördüncüsü en iyi kadın ve beşincisi de en iyi senaryodur. eğer herhangi bir film bu 5 ödülü almayı başarırsa, büyük 5'liyi aldı demektir ki, bu, yapılması en zor işlerden biridir. yani neredeyse hile yapmadan kazanmak imkansız gibidir. adeta mülayim sert'in poker masasına bir anda 5 ası vurması gibidir, bende de beş as var:)

    büyük beşliyi almayı başaran filmler elbette vardır ve izleyene olağanüstü sinema keyfi yaşatırlar. hatırladığım ilk örneği söyleyim; the silence of the lambs. 1991 tarihli muhteşem filme daha sonra başka bir entryde uzun uzun değineceğim. diğer iki örnek te; 1975 tarihli one flew over the cuckoo's nestve 1934 tarihli it happened one night tır. buradan anlaşılacağı üzere bu beş dalı almak çok zordur ve bu, neredeyse 30 yılda bir olan bir olaydır.

    peki pulp fiction büyük beşliye aday olabilmiş midir? aslında olabildiği kadar olmuştur. şöyle ki; filmde çok sahnesi olan ve filmin en iyi kadın oyuncu dalına aday çıkarabilecek bir yapısı olmadığından, sadece en iyi kadın kategorisine aday sokamamıştır. uma thurman, en iyi yardımcı kadın oyuncu kategorisinde aday olmuştur. filmin kendi yapısı gereği, herhangi bir kadın oyuncu başrolü, filmde bulunmamaktadır. pulp fiction diğer tüm önemli dallarda aday olmuş (toplam yedi adaylık) ve en iyi özgün senaryo dalında, henüz 32 yaşında olan yönetmen ve yazar quentin tarantino'ya ilk oscar'ını kazandırmıştır. ayrıca filmin aday olduğu "en iyi kurgu" dalını alamaması da küçük çaplı bir rezalettir. çünkü filmin belki de senaryo ve yönetmenlikten sonra en kuvvetli yanı kurgusudur.

    aynı sene, klasik amerikan sineması örneklerinden olan forrest gump ve the shawshank redemption gibi iki müthiş film daha yarışmıştır. o seneki şampiyon "forrest gump" olmuştur. çoğunluğun tahminine göre eğer forrest gump o sene yarışmıyor olsaydı, bu defa da galip "the shawshank redemption" olacaktı. yani pulp fiction yine klasik sinemaya yenilecekti. tabii bunu kesin olarak bilmemiz zor, belki de imkansız.

    akademi o sene pulp fiction'ın yaratmış olduğu etkiyi hemen fark edememiştir. çünkü kuruluşun reflekslerinin zayıf olması ve bazı üyelerin klasik sinemaya objektif bakamaması bu yolu açmıştır. halbuki 1994 yılında cannes film festivali'nde, pulp fiction altın palmiye'yi alarak, aslında oldukça zor gözüken bir şeyi başarmıştır. çünkü bilindiği üzere fransa ve cannes film festivali, amerikan film endüstrisine alternatif filmlere prim verir. cannes daha evrensel olup, tüm dünyadan seçkin örnekler bulmaya odaklanır. nuri bilge ceylan'ın da hiç oscar adaylığı bulunmayıp, cannes film festivali'nde bir çok ayrı filmle ödül aldığını ve jüri üyeliği de yaptığını biliyoruz.

    pulp fiction'ın böylesi bir değişim ortamında hakkını veren ana etmen, cannes jürisi ve avrupalı eleştirmenlerin de filmi yere göğe sığdıramamasıdır. new york ve diğer amerikalı eleştirmenler burada oldukça geç adım atmışlardır. pulp fiction'ın 1994 yılının ve bulunduğu dönemin mucizesi olduğu gerçeğini ilk gören ve onaylayan aslında avrupa sinemasıdır. avrupa sinemasının sahip olduğu bu refleksle, tüm dünyadaki sinema endüstrisi dönüşmüş, bu dönüşümün lokomotifi de işte bu film olmuştur.

    quentin tarantino'nun bu filminden sonra, benzer kurgu ve şiddet sahneleriyle, enteresan bir espri anlayışına sahip diyaloglar içeren filmler de artmış, bunun gibi tarantino sineması özellikleri taşıyan filmlere "tarantinesk" sıfatı verilmeye başlanmıştır. tarantino, bu filmi yayınladıktan sonra ölseydi bile sadece bu filmi çekmeyi başarabildiği için yine büyük yönetmenler sınıfında yer alacaktı. yönetmenin kariyerinin devamında çekmiş olduğu müthiş filmler de, tarantino sinemasını sevenler için büyük bir hayat şansı olmuştur.

    filmin kaotik, sarsıcı ve şok edici/şaşırtıcı etkisi yıllar içinde virüs gibi yayılmış, günümüzde film yapmaya hevesli birçok yönetmen ve yapımcıya ilham olmuştur. 8 milyon usd gibi mütevazı bir bütçeye sahip olan film, tüm dünyada yaklaşık 215 milyon usd hasılat yapmıştır. tarantino ticari olarak 1 koyup 26 almış, kariyer anlamında ise 1 koyup 1001 almıştır. bariz görünen bir gerçek olarak söyleyebilirim ki pulp fiction, sinemanın devrimsel anlamda son filmi olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. gelecek yıllarda böylesine büyük bir etkiyi yaratabilecek bir fenomenin çıkması olasılığı, maalesef günden güne azalmaktadır.

    14 nisan 1995 tarihinde türkiye'de vizyona giren pulp fiction'ın, ülkemizdeki 26. yaşı kutlu olsun.

  • arkadaşlar zaten ayrıntılı olarak ele almış durumu. ama bence en büyük zorluğu metrobüse uzak olması. halbuki beylikdüzü öyle mi?

  • ülkemiz için hüzünlü arkadaş için sevinçli bir an. yazık her gün yeni bir beyin göçüp gidiyor. sonra uğur şahin yerine ercüment ovalı beklersiniz.

  • şu arkadaşa birisi lütfen yörüngesi güneşe venüs'ten daha yakın olan merkür'ün yüzey sıcaklığının venüs'ten düşük olduğu bilgisini yüklesin.

    bunların hastalığı bu zaten. her şeyin kendilerinin anlayabilecekleri kadar basit açıklaması olsun istiyorlar.

    olmayınca da ben anlayamıyorum demek yerine tanrının işine sual olmaz diyorlar.

    (bkz: aklı yok fikri var)

    edit: arkadaşlar hepinizi yanlış bilgilendirdiğim için özür dilerim.

    ayrıca "sobaya yaklaşınca daha sıcak olur" tekniği ile beni aydınlatan çaylak arkadaşıma sonsuz teşekkürlerimi ve minnetimi sunarım. maalesef konu hakkında bu kadar detaylı düşünebilecek birikime sahip değildim. kendisi sayesinde artık sahibim.

    adam dalga geçmiş ironi yapmış diyenler için edit: ben de ilk başta ironi yaptığını düşünüp komik buldum ve profiline girip başka neler yazmış acaba diye inceledim. ciddi ciddi yazdığını anlayınca da dayanamayıp yapıştırdım girdiye.

    (bkz: kimin troll olduğunu anlayamamak)

  • belit: bi dakka anne şu filmlere bi bakıyım...
    anne: korsan diil mi kızım bunlar?
    belit: evet ööle, bi dakka bişeye bakmaya çalışıyorum...
    anne: (satıcıya döner) hmm, demek korsan bööle oluyomuş.
    satıcı: biz diiliz hanımefendi cd'ler korsan...
    anne: haa...

  • liselerarası basketbol maçında atatürk lisesi-süleyman çakır lisesi karşılaşmaktadır ve salon iki okul ogrencileri tarafından hınca hınc doldurulmustur. karşılıklı tezahuratlar, bir sure sonra karşılklı atışmalara ve gerilimli tezahuratlara dönmüştür.
    polis ve guvenlik ekipleri ,birden suleyman çakır lisesi tarafına, kafa göz cop allah ne verdiyse dalmıştır.
    olayın şokunu atlatamayan suleyman çakır lisesi ögrencisi;
    hem sopa yiyip hem de kendisine vuran polise sormaktadir : "abi noldu ya niye daldınız niye vuruyorsunuz ?"
    polis de, hem acımazsızca vurmakta, hem de cevap vermektedir "s.kilmiş atatürk diye bağırıyorsunuz olm"