hesabın var mı? giriş yap

  • genellikle kumral, sarı, açık kahve tonlarında olur. beyaz yakalı çocuğudur, kolejde okuyordur.

    kız ise ismi ilayda, tuana, polen vb’dir, erkek ise burç, berke, batu vb’dir. büyük ihtimalle basketbol sahası ve havuzu olan sitede oturuyordur.ailesi 2015 model ve üstü volkswagen, volvo, mercedes, toyota aracı vardır. dedesinin alaçatı, edremit, davutlar gibi yerlerde yazlığı vardır. haftasonları müzik ya da spor kursuna gider.

  • atlantik okyanusunun arjantin ve uruguay arasına attığı çentikten, rio de la plata körfezinden, girince sayısız küçük kollarıyla ağ gibi arjantini kuşata kuşata kuzeye tırmanan nehir. içinde bıyıklı iri balıklar, su yılanları ve orta büyüklükte timsahlar gibi nehir hayvanlarını rahatça yaşattığına göre çamurlu olsa da rengi, pek de pis olmasa gerek. ağaçlarla kaplı kıyılarında açıklıklara denk geldikçe sürüler halinde inekler ve atlar çıkıyor arada bir. “vahşi atlar? nasıl yani?” gibi safça bir soru sorunun cevabı, burada arazi geniş olduğu için sahiplerinin atları böyle rahat bırakıyor olmasıymış. biraz mahcup olarak öğrendim. civarda arada bir de tek tek küçük evler yapılmış. önünde tembel tembel laflayan, güneşe karşı gerinen insanlar gördüm. “ne şanslı insanlar böyle!” dediğimde balıkçılıkla geçinen mütevazı ve fakir insanlar oldukları söylendi... atların vahşi olmadığını söyleyen de aynı kişiydi zaten, inanmıyorum ben artık ona.
    ayrıca gece bazen suyun üzerinde duman oluyor, ay ışığında içinden geçmesinin zevki tarifsiz parana nehrinin. sorsam sıcaklık farkına bağlayacak, sormuyorum bende.

  • hava daha tam kararmamış, perdelerin arasından hafif aydınlık gelirken ışığı açtığınızda içinize dolan garip his.

    odanın tüm dağınıklığı, yarım kalmış yiyecek paketi, yerde duran çorap teki...

    keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

  • köleliğin birden kaldırılmama nedeniyle benzer durum. parayla satın almış kişiler köleliğin kaldırılmasına karşı çıkıyordu.

    fayda etmedi tabi. insanı köleleştirmek de bir mala %200 vergi koymak da zulümdür ve her zulüm eninde sonunda biter.

  • muhtar köye gelen milletvekiline “iki büyük problemimiz var.” der.
    milletvekili: “lafı mı olur muhtar, söyle halledelim.”

    “birinci sorun” der muhtar “köyde sağlık ocağı var ama doktor yok.”
    “hemen sağlık bakanını arayıp hallediyorum.” der milletvekili. cep telefonuna çıkarıp birisiyle konuşur.

    “tamam, doktor yarın sabah burada olacak. ikinci sorun neydi?”
    muhtar: “köyümüzde hiçbir cep telefonu çekmiyor.”

    debe editi: du bist eine komplette enttäuschung.

  • acı olmasıyla falan alakası yok. dünyada ne acılar yeniyor, aklınız uçar gider.

    asıl sebep, dünyanın birçok yerinde hayvansal besinler ucuz olduğundan, salçalı bulguru, yufkanın içine koyup yemekle uğraşmazlar.

    pizzanın, hamburgerin, sandviçin, makarnanın, dürümün, içine, basarlar eti, peyniri, şarküteriyi, aslanlar gibi yerler.

  • arkadaş bu nasıl memleket. van, antep, adana arkeoloji müzeleri tam 6 yıldır restorasyon sebebiyle kapalı. kültür bakanlığından dedikodular yayılıyormuş, müzedeki eserlerin satıldığı, yerine benzer sahtelerin yapıldığı, ondan böyle uzun sürdüğü konusunda. uşak müzesi'nde görmedik mi sanki sahtelerin yapılıp orjinallerin nasıl satıldığını. yazık yemin ediyorum şu memlekete yazık, her yerinden bişeyler çıkıyor 2.abdülhamid gibi devlet eliyle avrupa'ya amerika'ya satılıyor. utanıyorum artık...

  • banka calisani gozune degil, kameraya guvenerek dogru olani yapmistir.

    bu olay gercek olabilir, ancak yarin cikip annesi, "o ben degildim, haberim bile yoktu ne para cekmesi" dese bankanin elinde somut kanit yok. tum olay bankacinin ustune yikilir ve isinden de olurdu.

    1/10

  • + anne iyi ki biz sakat olmamışız
    - neden sakat olacaktınız ki?
    + akrabalar evlenince çocukları sakat oluyomuş
    - biz babanla akraba değiliz ki?..
    + değil misiniz?
    - hayır değiliz.
    + sen utanmıyo musun yabancı adamla aynı yatakta yatmaya?

  • dört italyan ile birlikte izlediğim maç olmuştur.

    yaptığım bazı gözlemleri yazmak istiyorum.

    öncelikle, italyanlar benim tuttuğum takımı sordular, fenerbahçe cevabımdan sonra :

    - "ooo bene, bene, benfica sikilaççi de cimbome, mehehehe, zehehehe" gibi laflar ettiler.

    dilim döndüğünce türklerin büyük kısmının yerel ligde rakibi olan takımları avrupa kupalarındaki maçlarda içten bir şekilde desteklediğini anlatmaya çalıştım ve :

    - benfica sikilaççi cimbome? nooo noo... cimbome mokoko benfica. uefa copa de 2000? moroni!"

    biraz alındı sanki italyan misafirlerimiz benim yaptığım yoruma. her neyse, maçı izlemeye başladık.

    fark ettiğim net bir şey var, bu elemanların dördü de açıktan benfica'yı destekliyordu.
    şimdi türk'ün türk'ten başka dostu yok edebiyatına girmek istemiyorum. ancak italyanlar can'ı gönülden benfica'nın galatasaray'ı yenmesini, hatta fark atmasını istiyordu. lecce'li italyanların ne işi olur portekiz'le, benfica'yla allasen? sırf türk takımına rakip diye destekliyorlardı benfica'yı. mamma li turchi güzelim, evet.

    ilk yarı ortada geçti, fazla pozisyon yoktu ama mücadele ve galatasaray'ın oynama azmi takdire şayandı.

    devre arasında elemanlara türk kahvesi ısmarladım, pek beğendiler, "içtiğimiz en güzel yunan kahvesiydi" dediler. "boğazınıza dursun, zıkkım olsun pezevenkler" dedim gülümseyerek. serde diplomatlık var sonuçta.
    sanırım bir gün önce hacıoğlu'nda lahmacun yerken: "pizza, pizza diye dünyayı ele geçirdiğiniz yemeğin fikri aha işten bundan çalıntı, habarınız olsun eeey" demiş olmamın etkisi vardı yaptıkları bu talihsiz yorumda.

    ikinci yarıya geçtik.
    emre aşık ilk golü taktığında elemanlar biraz bozuldular "tesadüfiyaçço" gibi birşeyler dediler.
    "yarramiyeoo tesadüfiyaçço" dedim ben de. gol geleceğim diyordu sonuçta.
    güldük.
    ben daha çok güldüm ama.

    ardından, gerek hazırlanışıyla, gerek bitirilişiyle mükemmel bir gol olan ikinci galatasaray golü ümit karan'ın ayağından gelince ben hafif kontrolümü kaybedip alessandro'nun ensesine sağlam bir tane yerleştirmişim. "al sana tesadüfiyaçço dallameooo" diye de bağırmışım.

    derken maç bitti. italyanlar sanki maçın öncesinde benfica alır, benfica deşer, benfica mokoko yapar diyen kendileri değilmiş gibi nasıl bir yalakalık yarışına girdiler anlatamam. övgüler, hamaset kokan ifadeler havada uçuşuyor.

    ben ise gülümseyerek garsona "bize dört bardak soğuk su getir" diye seslendim. anlamadılar ama içtiler. afiyet olsun dedim. "sen niye içmiyorsun" diye sordular. güldüm. anlamadılar. anlamasınlar zaten.

    kısacası, benim için oldukça keyifli bir maç oldu. 1999-2000 döneminden beri görmediğim kadar ne yaptığını bilen bir galatasaray vardı sahada. bakın buraya yazıyorum, şükrü saraçoğlu'nda uefa kupası finali çok büyük bir hayal değil. bu gece oynadığı futbolla galatasaray'ın üzemeyeceği takım yok.

    olur da bu hayal gerçekleşirse ne yapıp edip mabedimize gidip galatasaray'ın başarısını alkışlamak üzere stattaki yerimi alacağım. umarım yanıma bir kaç tane italyan düşer. mehehehe.

    not : bu entarinin yazılması esnasında hiçbir italyan zarar görmemiştir. alessandro'nun ensesi kalın merak etmeyin.

  • beren saatçi'nin sevinirken ağzı yamuluyor. hep anırma, ağlama olmamış, bir ara mutlu olmuşlar besbelli, flaşbekte izledim. şimdi behlül'ün amcasını gördüm. bihter'in kocası olması gereken bu adam savaş ay hırkalı bir devlet dairesi çaycısını andırıyor. normalde berenle bir münasebeti olabilmesi için en az 300 trilyon değerinde bir altın kaplama saylon kostümüyle gezmesi şart. ama seyirci bunu bu haliyle yemiş, kabullenmiş. zaten yakışıklı amca olsaydı otomatikman aldatmaya kıl olacaktık. madem geçkin, madem çaycıl, o zaman aldatıleybıl.

  • hayatım 2007 yılından beri sürekli inişte...

    2007 yılında 24 yaşındaydım, o yaşta sahip olunabilecek en prestijli işlerden birinde çalışıyordum,sevdiğim adamla evliydim ve ondan hamile idim...önce düşük yaptım bebeğimi kaybettim,sonra eşim için işimden istifa etmek zorunda kaldım,en sonunda da eşimin boşanma talebi ile karşılaştım...27 yaşına geldiğimde ne bebeğim ne işim ne eşim kalmıştı özetle...yılmadım,küllerimden doğmak için abd'de yeni bir hayata başlama kararı aldım,yok denecek kadar ingilizce bilgimle 9 ay dil okuluna gittim,döndüğümde halen toefl'dan gerekli puanı alacak ingilizcem yoktu,yılmadım türkiye'de çalışmaya devam ettim,gerekli skoru ve dolayısıyla gerekli kabulü aldım istediğim üniversite'den ama 27 nisan günü abd vize talebim,bu anlattıklarımın "mantıklı olmadığı" gerekçesi ile reddedildi.(vize yetkilisi kadının ince ince sorduğu sorulara verdiğim cevaplar neticesinde son 5 yılı özetlemek zorunda kalmıştım.)
    yine de iflah olmaz bir iyimser olarak, bardağın dolu tarafını görmek istiyorum: belki de gerçek anlamda "yeni ve güzel bir hayat" için,bir topun sert bir zemine ne kadar hızla çarparsa o kadar yükseğe çıkacağı mantığından hareketle, her şeyi kaybetmeye ihtiyacım vardır kim bilir...