hesabın var mı? giriş yap

  • ülkemizde aynı zamanda tıp bayramı olarak kutlanan, fakat çoğu kişi tarafından bilinmeyen; dünyanın en gizemli sayılarından olan müzmin irrasyonel sayı pi sayısının yaklaşık değerinin 3,14 olması münasebetiyle her yıl 3. ayın 14. gününde kutlanan gün.

    tüm matematikçilerin dünya pi günü kutlu olsun. bu da sözlükteki matematikçilere hediyem olsun:

    (bkz: copy paste değil alın teri)

    .................3.1415926535897932384626433832795
    ..........028841971693993751058209749445923078
    ......16406286208998628034825342117067982148
    ..0865..............132......................8230
    .66...................470.....................9384
    4.....................609......................5505
    .......................822.....................3172
    ......................5359....................4081
    ......................2848...................1117
    ......................4502...................8410
    .....................2701....................9385
    ....................2110.....................5559
    ..................64462.....................2948
    ................954930.....................38196..................44
    ..............2881097......................566593.............344
    ..........61284756.........................48233786783165
    .........27120190...........................914564856692
    ..........34603...................................48610454

  • her ne kadar wright kardeşler kadar ünlü olmasa da havacılığın gerçek manada öncü kişisidir. aynı zamanda mühendis ve mucittir. ve ingiltere'nin yetiştirdiği en önemli bilim insanları arasında yer almaktadır.

    george cayley 1773 yılında yorkshire'da isabella seton-cayley ve brompton baronu sir thomas cayley'in çocuğu olarak dünyaya geldi. aristokrat bir aileye mensuptu. 4 tane kardeşi vardı. babası astım hastaydı. sık sık yatağa düşerdi. yataktan çıkabildiği zamanlarda da soluğu yurtdışı seyahatlerde alırdı. ve çocuklarıyla ilgilenemezdi. bu noktada çocukların bütün bakımı anne isabella cayley'in üzerindeydi. çocuklar ise böyle bir anneye sahip oldukları için oldukça şanslıydılar. çünkü anne isabella cayley çocuklarına son derece düşkün birisiydi. onlara hem annelik hem de babalık yapıyordu. çocukların giyimlerinden kuşamlarına, bir aristokrat olarak nasıl oturup kalkmaları gerektiğinden, eğitimlerine kadar hayatlarının her alanında onlara yol gösteren eğitimli ve baskın bir kişilikti. çocuklarına günlük tutmayı öğütler ve günlükleri düzenli olarak okuyarak onları yapacakları işler konusunda cesaretlendirmekten geri kalmazdı. bu noktada george'a da bir günlük tutmasını öğütlemiş ve george'un başta çizim konusu olmak üzere birtakım özel yeteneklere sahip olduğunu hemen anlamıştı. anne isabella cayley hayatı boyunca george'u yapacağı işler için yönlendirmiş ve bir nevi onun akıl hocası olmuştu.

    george yakalandığı ve ölümün kıyısından döndüğü bir hastalık hariç oldukça sakin ve sıradan bir çocukluk geçirmişti. zaten mizaç olarak da sakin bir kişiliğe sahipti. çok sosyal değildi. annesinin verdiği karar üzerine 15 yaşına kadar evde eğitim görmesi de asosyal bir çocukluk geçirmesine neden olmuştu. bu dönemde en iyi arkadaşı aynı zamanda kuzeni de olan philadelphia cayley'di. george kuzeninden 4 yaş büyüktü. birlikte vakit geçirmeyi seviyorlardı. özellikle nehre gidip balık tutmak en büyük eğlenceleriydi. evdeki derslere de beraber katılıyorlardı. george 15 yaşına geldiğinde anne isabella cayley evdeki eğitimin artık george'a yetmediğini düşünmüş ve onu ciddi bir eğitim alması için yatılı bir okula göndermeye karar vermişti. aslında bulduğu bu okul da yine klasik anlamda bir okul sayılmazdı. okul nottingham'daydı. george walker adlı kilise karşıtı bir bilim insanı tarafından yönetiliyordu. ve sadece 4 kişiye eğitim veren özel bir okuldu. ancak daha önce insanlarla pek fazla haşır neşir olmamış george için bu bile oldukça iyi bir sayıydı. burada yeni arkadaşlıklar kurdu. hatta ileride öğretmeni george walker'ın kızı sarah walker kendisinin eşi ve 10 çocuğunun da annesi olacaktı. george cayley bir süre burada eğitim gördükten sonra londra'da benzer şekilde eğitim veren başka bir okula geçti. ve eğitimini burada tamamladı.

    george 19 yaşına geldiğinde ise sürekli hastalıklarla boğuşan babasının ölüm haberini aldı. hemen evine döndü. babasından kendisine yüklü bir miras ve baronluk ünvanı kalmıştı. artık kendisi brompton'un yeni baronuydu.

    george cayley çocukluğundan beri doğa bilimlerine karşı konulamaz bir merak içersindeydi. ileride mühendislik alanında yapacağı çalışmaların ve keşiflerin de temelinde hem bu merak duygusu hem de annesinin kendisini cesaretlendirmesi vardı. en büyük şansı ise yaşadığı dönemdi. çünkü o yıllarda ingiltere'de büyük bir sanayi devrimi gerçekleşiyordu. bu da mühendislik alanındaki çalışmalarına doğrudan katkı sunmuştu.

    george cayley'in çocukluğundan beri yaptığı gözlemlerde en çok ilgisini çeken şey kuşların uçma kabiliyeti olmuştu. uzun uzun bunun üzerinde düşünmesi havacılık konusunda bir ilki başarmasının yolunu açacaktı.

    george cayley'in bu alandaki ilk çalışması bir helikopterdi. uzun uğraşlar sonunda küçük bir helikopter tasarlamayı başarmıştı. tabi bu bildiğimiz anlamda motoru olan modern bir helikopter değildi. daha çok bir oyuncağa benziyordu. ancak günümüz helikopterlerinin pervane sistemine öncülük etmesi bakımından önemliydi. çalışmalarına ara vermeyen george cayley, launoy ve bienvenu'nün deneylerini tekrarlayarak modern bir uçağın bütün parçalarını belirterek uçağın temel ilkelerini açıklamayı başardı. bunlar kalkış, çekiş ve itişti. ve bu ilkeler ışığında bir prototip geliştirdi. ancak buhar ve barut destekli kanat çırpma denemeleri başarısız olunca planörler konusunda yoğunlaşmanın daha doğru olacağına karar verdi. ve 1804 yılında 1.5 metre uzunluğunda olan ilk planörünü yaptı. 1809 yılında ise gerçek boyutlara yakın ilk planörünü yapmayı başaracaktı. ancak içinde insan olan bir planör yapmak içinse aradan uzun yıllar geçmesi gerekecekti.

    george cayley'in en büyük tutkusu her ne kadar havacılık olsa da hayatın birçok alanını ilgilendiren birçok icat yapmaktan da hiçbir zaman geri kalmadı. herhangi bir maddi kazanç beklemeden insanlığa birçok katkı sundu. mesela kendisine modern anlamda tekerleğin mucidi de diyebiliriz. o güne kadar tahtadan yapılan tekerlekler kendisinin yaptığı planör deneyleri sonucunda şekil değiştirdi. planörün yere inerken alacağı darbeyi hafifletmek için jant telli tekerlekleri icat etti. ve böylece günümüzde arabalarda ve bisikletlerde kullandığımız tekerleğin de bir nevi mucidi oldu. icatları yalnızca bununla sınırlı kalmadı. demiryolları için sinyalizasyon sistemleri geliştirdi. gemiler için alabora olmayan cankurtaran filikaları tasarladı. traktörlerin engebeli arazilerde hareketini kolaylaştırmak için paletler yaptı. kazalardaki ölümleri azaltabilmek için emniyet kemerleri üzerinde çalıştı. kiracısının ampute oğlu george douseland için yapay bir el tasarlayarak ampute insanları da düşünmeyi ihmal etmedi. 1828 yılına geldiğimizde ise hayattaki en büyük destekçisi olan annesi isabella cayley'i kaybetti. ne yazık ki hayatındaki tek kayıp bu olmayacaktı. on çocuğundan üçü de hastalanarak ölmüştü.

    george cayley'in yaşantısı sadece mühendislik ve bilim adamlığından ibaret değildi. toprak reformu üzerine çeşitli çalışmalar da yapıyordu. tarım arazilerinin bölünüp paylaştırılması fikrini de geliştiren o olmuştu. tarım alanında yaptığı çalışmalarının bir karşılığı olarak da 1832 yılında ingiliz parlamentosuna seçildi. böylece bilim adamı kimliğinin yanına bir de siyasetçi kimliği eklenmiş oldu. artık çocukluğunun asosyalliğinden hiçbir iz kalmamış, hatta zamanla ingiliz sosyetesinin aranan simalarından birisi haline gelmiş ve birçok bilim kulübünün de üyesi olmuştu.

    george cayley hayatının sonlarına doğru bütün enerjisini havacılık konusunda harcamaya başladı. daha önce insansız olarak uçurduğu planörleri bu defa insanlı olarak uçurma konusunda kararlıydı. ilk olarak 1849 yılında içine yalnızca bir çocuğun sığabileceği bir planör tasarladı. ve bu ufak planörü içinde bir çocuk varken uçurmayı başardı. ancak bu başarı kendisi için yeterli değildi. içinde yetişkin bir insan varken de bir uçuş gerçekleştirmek istiyordu. bunun için daha büyük boyutlarda bir planöre ihtiyaç vardı. hız kesmeden çalışmalarına devam etti. 1853 yılına geldiğimizde ise yeni bir planör üretmeyi başarmıştı. sıra içine oturtacağı kişiyi bulmaya gelmişti. bunun için biraz zorlansa da brompton'da kendisi için çalışan arabacısını ikna etmeyi başardı. ve bir vadide gerçekleştirdiği deneyle içinde arabacısı olan planörünü 900 feet yani yaklaşık 275 metre boyunca uçurdu. bu tarihteki ilk ciddi planör uçuşuydu. bu planörün bir benzeri de şu anda yorkshire havacılık müzesinde sergilenmekte. george cayley 1857 yılında hayatını kaybetti. eşi ise kendisinden üç yıl önce ölmüştü. yaşayan tek oğlu digby cayley ise brompton'un yeni baronu oldu.

    aşağıdaki linkte george cayley'in çalışmaları resimler eşliğinde detaylıca anlatılmış. incelemek isteyenler bakabilir:

    https://www.aerosociety.com/…-time-of-trafalgar.pdf

  • çocukluk yıllarımda çoğu zaman yaptığım güzel eylem. annenin hazırladığı o hijyen dolu içi, kaba koyup pidecinin yolunu tutmak. pideciye ''abi ne kadar çıkarsa o kadar olsun diyip, pidenin içindeki kıyma oranını onun insiyatifine bırakmak. karşı masaya geçip, ustanın kıvrak hamur hareketlerini izleyip, biran önce pişmesi için sabırsızlanmak...

    herşey bittikten sonra ''eve gidince hemen poşetten çıkar, hamur olmasın'' öğüdünü aldıktan sonra koşar adımlarla eve gidip buz gibi ayran eşliğinde aile fertleri ile günün en güzel anını yaşamak.

    herşey çok güzel, herşey daha samimiydi belki o zamanlar.

    edit: şimdilerde de çoğu kişinin yapabildiği bir eylem olabilmekle beraber, yalnız yaşayan bir erkeğin yapması zordur.

  • otobüs içinde bile arkaya ilerlemeyip ortada kümelenmesiyle ünlü bir millet hakkında uydurulan yalan.

  • böyle saçma sapan başlıklar açıyorsunuz, bu kadar acımasızlık olmaz yaa, pes...

    etin ne olduğunu araştırdım internetten sizin yüzünüzden. lan böyle bir besin var da bizim niye haberimiz yok, ibneler.

    amk aristokratları!...

  • 20 gün kadar önce kullandığım tren. deneyimimi kısaca anlatayım, kullanmak isteyenlere yardımcı olur.

    trende iki tip vagon var: kuşetli ve yataklı. kuşetli vagonun bir kişilik fiyatı 120 lira. biletleri sirkeci garından alabilirsiniz. (kuşetli vagonu bilmeyenler için açıklayayım; 4 kişilik bir kompartman ama 4 tane açılır kapanır yatak içeriyor. gece bu yataklarda uyuyabiliyorsunuz. google görsellerde aratıp neye benzediğini görebilirsiniz) yataklı vagondan emin değilim. tren halkalıdan 22.40'ta hareket ediyor. sirkeci garından halkalıya servis(otobüs) var, servis garın deniz tarafına bakan kapısının önünden 21.30'da hareket ediyor. tren halkalıdan hareket ettikten hemen sonra tcdd personeli nevresim takımı ve yastık dağıtıyor. onlarla kendi yatağınızı yapabilirsiniz. ayrıca yarım litre su, çizi ve meyve suyu dağıtılıyor. trende yemekli vagon ya da büfe yok; dolayısıyla aç gelmeyin. ya da yanınızda yiyecek bir şeyler getirin. treni genelde yabancılar kullanıyor. benim kompartmanda 3 tane fransız vardı. tren saat 02.30 gibi kapıkuleye geldi. burada trenden inip pasaport kontrolü yapılacak yere gidiyorsunuz. yurtdışı çıkış pulunu orada gümrük memurundan alabiliyorsunuz. pasaport kontrolü uzayabiliyor o yüzden yatağınıza biran evvel dönmek istiyorsanız tren durduğunda turistler ne olduğunu anlamadan trenden inip kontrole koşun, sonra da yatağınıza geri dönün. zaten bir daha yataktan çıkmanıza gerek kalmayacak yolculuk sonuna kadar. pasaport kontrolü bitip herkes trene dönünce bu sefer gümrük memuru geliyor ve pasaportlardaki mühürü tekrar kontrol edip deklare edeceğiniz bir şey var mı diye soruyor. sonra tren tekrar hareket ediyor. bulgar sınırını biraz geçince duruyor bu sefer bulgar gümrük memuru deklare edeceğiniz bir şey var mı diye soruyor. sonra bulgar pasaport polisi gelip pasaportları topluyor, siz trenden hiç inmiyorsunuz. sonra da gelip pasaportları geri dağıtıyor. bunların hepsi bitip tekrar yola çıkmamız sanırım 05.30'u buldu. sabah saat 10.30 gibi de sofya tren garına vardık.

  • bazen sözlükte yazılanları şaşkınlıkla okuyorum.

    bu kadar basit bir sebep ile birini dövmenin neresini savunuyorsunuz lan. cocugun belki maskesi yırtıldı yoktu. belki de kaybetti o an maskesini. hepsini geçtim takmamış olabilir maskesini. hemen direkt dövmekmi lazım, maske takmadı diye öldürseler onu savunacaksınız.

    burada eleştirecegim tek şey yürüyen merdiven var iken asansörle cıkmalarıdır. ben sirkeci marmaray istasyonunda bile asansör kullanmıyorum adamlar osmanbey durağında asansör kullanıyor. o zaman biri de cıkıp desin ki ulan ibneler ayagınız yok mu, hamile değilsiniz, engelli değilsiniz ne işiniz var asansörde şeklinde bağırıp hepsini dövseydi. ne değişik insanlarsınız.

  • cumhurbaşkanı erdoğan'ın, deprem bölgesinde asker yok diyenler için sarf ettiği "şerefsizsiniz" ve benzeri bir dolu hakaretini instagram hikayesinde paylaşmıştır.

    30'undan sonra türk olmayı hatırladı, onu da yanlış hatırladı.

  • annem, babamın telefonuna kendini "aşkım" diye kaydetmiş. bir akşam bağırıyor evde: arıyorum arıyorum niye açmıyorsun be adam? ne zaman aradın diyor babam, görmedim ben hiç. sonra arama geçmişinden annemin gün içinde babamı birkaç kez aradığı bilgisine ulaşıyoruz. hmm... babamın savunması içler acısı: sen miydin o ya?

    haha aşkım diye biri o derece yok ki adamın hayatında, yanlış numara sanmış!

    açmıyor da ama ha... sadık yani. bittim buna. off sevgililer günü yağ.

  • sıradan insanın sıradan insana yaptğını kimse yapamaz bu dünyada.

    kadın soruyor bu vergiler n'oldu diye. bu deprem vergileri amacında kullanıldı mı diye soruyor. sorduğu için linç ediliyor.