hesabın var mı? giriş yap

  • konseye bak konseye. 23 nisan konseyi gibi amk. elim ayağım titriyor bu ne ya izlediğimiz gerçek mi. hedef ben miyim lan!

  • kız arkadaşı, kız kardeşi veya annesinin çantasını tutmak zorunda kalan erkektir. durumdan ne kadar rahatsız olduğunu belirtmek için çantayı tutulmaması gereken hangi şekil varsa öyle tutar. saate bakar, volta atar, erkekliğini konuşturur. belli oluyor senin olmadığı o kadar kasmaya gerek yok koca yürekli adam.

  • taksim polis merkezi'nde calisan bir trafik polisinin sarfettigi bir cumle. hurriyet gazetesindeki yazida soyle bahsediliyor:

    karakola uğrayan, 24 yıllık trafik polisi, sürücülerden yakınıyor. karşısına her gün "sen benim kim olduğumu biliyor musun" diyen birçok kişinin çıktığını anlatıyor: "lüks otomobiller kullanıyorlar. çoğunun mesleği, işi yok. ikinci cümleleri genellikle haritadan kendine yer beğen, olur. olmazsa rüşvet teklif ederler." ardından geçenlerde yaşadığı ilginç bir olayı naklediyor: "gece vakti yolda zikzaklar çizerek gelen bmw'yi durdurdum. adam sarhoş. konuya doğrudan girdi. kim olduğumu biliyor musun, deyiverdi. bu sırada telefonum çaldı. kızım arıyordu. üniversiteye hazırlanıyor. bilgisayarın karşısında ders çalışıyormuş. google'a gir ve ahmet b. kimmiş bir bakıver, dedim. iki dakika sonra aradı. hiçbir bilgi çıkmamış. adama döndüm. google'a baktık beyefendi, siz bir hiçmişsiniz, dedim..."

    yazının aslı:

    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/…8&tarih=2006-06-11

    canım türkiyemden muhteşem bir hadise...

    edit: hadiseyi sozluge benden once tasiyan varmis: (bkz: #9668819)

  • yeterli sermayeyi toplar toplamaz acmayi dusundugum dugun salonudur. olay butonu her yandiginda bir isi daha kacirdigimi dusunerek kahroluyorum.

  • pazarlama iletişimi stratejileri açısından içgörü / (insight): tüketici davranışları çerçevesinde daha önce ifade edilmemiş ya da fark edilmemiş bir durumu, arka plandaki bir neden-sonuç ilişkisini ya da bir eğilimi gözlemleyip açığa çıkararak, pazarlama faaliyetlerinin önünde yeni bir kapı açmaya yarayan saptamalara “içgörü” denir. tüketicinin ihtiyaçları arasında hiç ya da henüz yeterince karşılanmamış bir boş alan yakalayabilmek ve rakip markalardan önce bu fırsatı değerlendirecek yeni bir yaratıcı konsept geliştirmeye yarar bu içgörüler daha çok…

    pazardaki rekabet ortamında belirli bir markaya avantaj sağlayabilmek amacıyla, görünenden biraz daha derine inip insanların kalbine dokunmak ve belki kendilerine bile itiraf etmedikleri duygularına seslenerek onları şaşırtmak gerekir. gündelik hayat içerisinde üzerinde fazla düşünmeden veya net bir açıklama getirmeden yapa geldiğimiz bazı düzenli davranışların arka planında yer alan gerekçeleri ortaya çıkaran ve inandırıcı bir hikaye kurgusuyla anlatan bir markanın hedef kitlesiyle gönül bağı kurması da kuşkusuz daha kolay olur…

    zaten iletişim stratejileri kurgulanırken, öncelikle tekrarlanan davranış kalıplarına bakılır, bunlar uygun ortak konu başlıkları altında gruplanır ve “daha önce ifade edilmemiş” yeni cümleler kurarak pazarlama yöneticisinin / reklam ajansındaki yaratıcının önünde yeni ufuklar açabilecek içgörüler çıkartılır; ortak noktalar listelenirken de sürekli “neden böyle oluyor da oluyor?” diye sorulur. içgörü sayılacak saptamalar, insanlarda “aynı şeyi ben de hissetmiştim ama bir türlü kelimelere dökmemiştim” dedirtecek ince gözlemlere dayanır…

  • ilkokula giden ve tüm sitede aşırı yaramaz, terbiyesiz olarak bilinen çocuk, sabah yedi civarı okul çantasını yerde sürükleye sürükleye yürümektedir. çocuğu tanıyan meraklı teyze balkondan seslenir ve cevabını alır.

    - çocuğum naapıyosun?
    + ananın amını yapıyorum.

    (ardından çocuğun annesine şikayet edilir... ama çocuk bugün liseye gidiyor olsa da değişmemiştir.)

  • basitçe türkiye'nin sanayileşmesinin avrupa'ya kıyasla çok geç başlamış olmasıdır sebebi.

    avrupa'da 1800'lerde başlamıştır işçi sınıfının ortaya çıkışı. türkiye'de ise sanayileşme ve köyden kente göç 1960'larda başlamıştır. bu geç kalmanın sebebi, geçmişten gelen sermaye sahibi bir elitin olmayışına veya mevcut elitin sanayileşme ile alakasız olmasına bağlanabilir. malumunuz her rejim kendi elitini yaratır. cumhuriyet devrimiyle beraber yeni elitlerin palazlanması, sanayileşmesi ve sanayileşen toplumun işçi ihtiyacı 1960'ları bulmuştur. dikkat ederseniz koç ve sabancı'nın holding haline geldiği ve büyüdüğü tarihler 1960'lardır.

    70'lerde büyüyen işçi sınıfı sendikalaşmaya ve sol fraksiyonlar yaratmaya başlar türkiye'de. sonu malumunuz 12 eylül darbesi olacak olan kanlı süreç ile sendikacılık ve işçi sınıfının örgütlenmesi yok olur.

    bu noktadan sonra türkiye'de özal dönemi başlar. bu dönem insanların sınıf atlaması ve alt sınıfın neoliberal mantıkla başarısız ve hor görülmesi olarak geçen bir süreçtir. köyden kente göçmüş milyonlar artık örgütlenmek şöyle dursun, birbirinin üstüne basarak tırmanma yarışına girmişlerdir. gerek üçkağıtçılıkla, gerek okuyarak olsun herkesin tek derdi içinde bulunduğu berbat sınıftan yukarı çıkmak olmuştur. özal öncesinde işçiler örgütlenip haklarını ararlarken, özal sonrası dönemde işçiler voliyi vurup geride bıraktıkları işçileri sömürmenin yolunu arar olmuştur.

    devlet mantığı da bizzat bu yönde şekillenmiştir. gecekondulara tapu verilmesi, 40 yaşında emekliler türetilmesi, taşeronculuğun ortaya çıkması, sendikaların işverenlerin kontrolüne geçmesi, rüşvetin ve yozlaşmanın yükselişi, memurluğun avanta iş haline gelmesi* tüm bunlar türkiye'de işçi sınıfının üstüne daha çok yük bindirmiştir. keza masabaşı iş kavramı, beyaz yaka kavramı hep bu dönemlerde şekillenmiştir. artık kızlar işçi sınıfından erkeklere bakmaz olmuştur. meslek liseleri başarısız öğrencilerin eline diploma tutuşturulan gereksiz kurumlar haline gelmiştir. 90'lar nesline motor meslek lisesi denilince kafasında oluşan resmi sorun. herkes üniversiteye girmek ve beyaz yaka olmak istemektedir artık.

    bu sürecin bokunun çıktığı yıllar da akp'nin mantar gibi üniversite dikip rantını yediği yıllar olmuştur. artık işçi sınıfı tamamen sistemin çarkları arasında ezilmiştir. hepsi iktidara muhtaç, cahil, çaresiz hale getirilmiştir. haliyle türk milleti köylü bırakılmıştır.

    işçi sınıfının kalkınamayışı ve sanayinin de işçi sınıfının bu cehaleti ve garibanlığından istifade etmesi nedeniyle türkiye'de yüksek teknoloji yerine inşaat gelişmiştir. artık türk sermayesi bu vasıfsız işçilerin sömürülmesine dayanan bir sistemle varlığını sürdürür.

    ingiltere'de, almanya'da, fransa'da ve iskandinav ülkelerinde işçi sınıfı çok daha örgütlüdür. bu insanların ekseriyetle anne babaları da işçidir, onların anne babaları da. işçi olmak kötü bir şey değildir buralarda. babam çöpçü diyen çocuğun yüzü kızarmaz. ve evet bu insanlar işçi sınıfıdır, köylü değildir. bizde işçi sınıfı köylüden devşirmedir. bugün şu entry'yi okuyanların iddia ediyorum %80'inin anne babası veya dedesi nenesi köyden göçmüştür. bizde şehirleşme ve işçi sınıfının kökleri çok derin değildir. zaten üstümüze yapışan bu köylülüğün sebebi de budur.

    ben mezar kazdığım, çim biçtiğim dönemde isveç'te çok utanıyordum kendimden. sonrasında farkettim ki aslında ben bu işleri yapmasam kim yapacaktı? insanlar bana bakınca acımıyordu, iğrenmiyordu. daha çok müteşekkirlerdi çünkü toplumun bir parçasıydım. elime de 1800 euro para geçiyordu az değil isveç için bile yeterli bir paraydı. türkiye'de amele olduğunuzda size boka bakar gibi bakarlar, bunu çok yaşadım yazları çalıştığım elektrikçide. verdikleri para da karın tokluğudur.

    tüm bu işçilik, köylülük, şehirleşme vs birbiriyle ilintilidir. türkiye'nin çomarland olma sebepleri de buraya dayanır.

  • sakız adasında kaldığımız otel dolu idi. yunan, türk ve amerikalı turistler. arap yok, keko yok. türkler de genelde çocuksuz veya 1 çocuklu çok efendilerdi.

    sokaklarda afgan yok, mülteci yok, keko yok, insanı rahatsız eden unsur yok.

    kafeler ve restoranlar tamamen dolu. taverna cumartesi gecesi tamamen dolu. rezervasyonu olmayanlar geri dönmek zorunda kaldı. garsonlar genç kız, ter kokulu keko garson yok, sürekli masana gelip rahatsız etme yok. fiyatlar euro’nun bu haline rağmen türkiye’ye göre uygun.

    sonra kos adasına gittik. en kötü yanı bodrumdan gitmek zorunda kalmamız oldu, limanda kekoluğa, kazıkçılığa maruz kaldık, çok şükür kekolara bir liramız gitmedi.

    kos adası oteller dolu, cafeler, restoranlar dolu saatlere göre. sürekli rahatsız eden keko garson yok. fiyatlar sakıza göre biraz daha yüksek .

    genelde yunan ve avrupalı turist var. arap yok, afgan yok, keko , barzo yok.

    yine de hiç kazıklanma korkusu yaşamıyorsunuz. amerika’da yaşayan bir yunan aile ile arkadaş olduk. türk olduğumuzu öğrenince çok samimi davrandılar. genelde sakızda türkçe bilen çoktu.

    her sene yunan adalarına gidiyoruz pandemi hariç. euro’nun durumundan dolayı gidemeyiz sanıyordum, türkiye’den daha ucuz. mülteci, sapık olmaması açısından daha da güzel göründü gözümüze.

    gece eşinle çocuğunla sokaklarda güvenle gezebiliyorsun. kimse kimseyi rahatsız etmiyor. sırtlan ve çakal yok. slimfit keko yok. sanırım insanları rahatsız edenler tutuksuz yargılanmıyor.
    her kuruşunu helal ettiğim bir başka yunanistan tatili oldu.

    ekleme: garsonlara bahşiş vermezsen surat yapmıyorlar. 1-2 euro bahşiş verirsen teşekkür ediyorlar. türkiye’de en son 30 lira bahşiş verdim diye sürat yapıp yüzümüze bakmayan ter kokulu , barzo garsonu hatırlayınca insan ülkesi adına üzülüyor

  • "mezarınız olur işallah"

    madenlerinde yaşam odası olmayan ama evlat acısı yaşamış bir anneyi meydanlarda yuhalatan diktator için hukuksuzca inşa edilmiş 1000 odalı sarayı olan bir ülkedeyiz.

    iğrenç bir film, herşeyiyle iğrenç. abartı değil. son bir kaç yıldır bu haksız şatafat ve hafsalamın alamadıgı ölçüde cereyan eden hukuksuzlugun bendeki karşılıgı mide bulantısı... bu filmin de bu süreçte farklı bir konumu yok.

    17 aralıktan beri bu ülkenin ferdi olmaktan daha bi utanır oldum.

    "sizin de utanç içinde insan içine çıkamayacağınız günler yakındır. şu an sadece sentetik bir camia karşısındasınız. korkuyorsunuz. biliyorsunuz boğazınıza kadar battıgınızı.
    maddi çıkarlar uğruna oy verenlerin aslında sevmediğini, ancak oy vermeyenlerin nefretini kazandıgınızı siz de biliyorsunuz."

    yargılanacaksınız

    edit 1: entri ilk haliyle formata uygun değildi. hislerimi dile getirdiğim bir cümleydi sadece. ne zaman moderasyon ekibi tarafından kaldırılacak diye beklerken geçen haftanın beğenilenlerine girmiş oldugunu farkediyorum.

    sözlük okur ve yazarlarının teveccühüne teşekkür ederim. bu sebeple formata uygun hale getirmenin daha uygun olacağını düşündüm.

    ghbe editi:
    ali ismaile tedavi etmek yerine ağrı kesici verip gönderen doktoru da unutma. * tekmeyi perçinleyen oydu.