hesabın var mı? giriş yap

  • asgari ücretin 1400 tl, dört kişilik bir ailenin açlık sınırının ise 1500 tl olduğu bir ülkede tartışılan durum. hangi ütopyanın karikatürüsünüz siz ya, ben onu anlamıyorum her şeyden önce.

    bakın meselenin cinsiyetçi boyutunu geçiyorum: nasıl geçinecek bu insanlar?

    annem de babam da çalışıyor. babam bir gün bir kaza sonucu ayağını kırdı. bedensel güç gerektiren bir işte çalıştığı için iyileşene kadar çalışması zaten mümkün değildi. iyileşince de yaşı nedeniyle kimse işe almadı ve babam senelerce işsiz kaldı. sizin o bayat türk dizisi kıvamındaki mutlu aile tablonuzda olduğu gibi annem de çalışmıyor olsaydı, neyle geçinecektik biz? iki çocuk var, ikisi de kız -çalışması tabiatına aykırı (!) olan cinsiyetten yani. ne yapacaktık o zaman bana bunu söyler misiniz? evdeki dantel işlemeleri mi yiyecektik?

    hayır bir de sonra kadınlar zengin koca peşinde koşuyor diye ahlanıp vahlanıyorsunuz. sizin gibilere müstahak öyle kadınlar. umarım o hayalinizdeki "genç, güzel, doğurganlığının zirvesinde" kadınlar iliklerinize kadar sömürür sizi. bunu hak ediyorsunuz.

    tarih boyunca kadınlar sadece ev işi yaptı, şimdi de yapsın iddiası komik. hepinizin mi ananesi paşa torunuydu da evinde hizmetçileri vardı, ben anlamıyorum. kadınlar çalışsın derken bizim kastettiğimiz şey kadınlar sömürülsün değil -ki kimse sömürülmesin- kadınlar ekonomik özgürlüğüne sahip olsun, kendi hayatına sahip olsun, kendisine kötü davranan bir adamla karşılaştığında hiç düşünmeden postasını koyabilsin. yoksa kadınlar ezelden beri eşşek gibi çalışıyordu zaten, ekonomik özgürlüğü yoktu sadece. orayı hiç merak etmeyin yani. kadının doğasına aykırıymış da, fiziksel gücü yetmezmiş. modern ataerkil plaza erkeğinin derdine tasasına bak sen. benim ananem çocukken tarlada, gençken halı dokuma atölyesinde çalışmış, evlenince evden iş yapmaya devam etmiş (çünkü kayınvalidesi işe gitmesini istememiş), üzerine üç çocuk büyütmüş, bir kaynana bir kocaya bakmış. yetmemiş elalemin çocuklarına bakmış. çamaşır, bulaşık makinesinin olmadığı bir zaman diliminden bahsediyorum farkındaysanız. babaannemin misafir ağırlamaktan üç gece üstüste uyumadığı zamanlar olmuş. şurada alfa erkeğim diye kasım kasım dolanan tiplerden kaç tanesi bu kırılgan ve naif kadın doğasına erişebilir?

    şu "kadınlar çalışmasın" saçmalığı aslında sanılanın aksine şehirli modern muhafazakarlığın bir ürünü. yoksa kimsenin "ay kadının doğasına aykırı böyle şeyler, kadınlar kırılgandır" gibi bir derdi olmadı. köy ekonomisinde eli ayağı tutan herkes çalışır. herkes. çocuklar dahil. fakat tarla eve ve kocaya yakındır, dolayısıyla da kadını kontrol altında tutmak da kolaydır. şehir ekonomisiyle birlikte iş ve özel alan ayrımı başlar ki, erkekleri asıl kaygılandıran şey de budur: "karım evden uzaklaşınca ben onu nasıl zapt edeceğim?" ha bir de tabii "ya benden daha çok kazanırsa" kaygısı var -köy hayatında böyle bir dert yok tabii, kim ne kadar üretirse üretsin her şey erkeğin tasarrufunda. yoksa "kadının anaç doğasına aykırı, kadınlar da mutsuz oluyor zaten" filan kimsenin umrunda değil. yahu onu geç, türkiye gibi bir ülkede çalışma hayatının kendi doğasına tam uyduğunu düşünen kaç erkek var allah aşkına? kaçınız bu kadar şanslısınız? adam çalışma hayatının kötü koşullarına karşı savaşacağına, buna karşı örgütleneceğine çalışmak isteyen kadına karşı örgütleniyor, akım filan başlatıyor ya şaka gibi. sonra da "biz kadın düşmanı değiliz". doğru, kadın düşmanı bile değilsin, düpedüz eziksin. patronuna kölelik etmeyi normal bir şey addettiğin için "kocama köle olmak istemiyorum" diyen kadına "kocana köle olmayacaksın da patronuna mı köle olacaksın" diyebildiğin için ezik ve aptalsın. mide bulandırıcı ve gereksizsin. işyerinde sömürülmeye karşı koyamadığın tepkin içinde patlıyor ve istiyorsun ki eve döndüğünde senin sikinin ihtiyaçları etrafında dönen sahte bir hayat olsun. bunu da mutlu aile tablosu sanıyorsun, "insan doğası" sanıyorsun. komik. beyaz atlı prens masalları bile daha gerçekçi ya.

    trp'ci cahilin teki de gelip feminizmin kadınlara mutluluk vadettiğini filan yazmış. daha neye karşı çıktığını bile bilmiyor cahil. feminizm mutluluk vadetmez. özgürlük, bağımsızlık ve eşitlik vadeder. bunlar bambaşka şeylerdir, ki zaten öyle size mutluluk vadeden bir öğreti filan görürseniz koşarak uzaklaşın. birincisi kimse kimsenin neyle mutlu olacağını bilemez, hele ki astrolojik burç yorumu kıvamında iki tane kıytırık psödobilimsel blog yazısı okuyarak her şeyi çözdüğünü sanan cahiller hiç bilemez. ikincisi insaflı bir sahibiniz varsa kelimenin gerçek anlamıyla köle bile olsanız kişiliğinize bağlı olarak mutlu olabilirsiniz. tarihte azat edilmek istemeyen pek çok köle olmuştur (ve buna erkekler de dahildir). feminizm kadınlara kariyer yaparsanız mutlu olursunuz demez. feminizmin kadınların çalışmasındaki ısrarı, kadınların kendi hayatının sınırlarını kendileri belirleyecek kadar güçlü olması, dolayısıyla da birisi o kadına kötülük etmeye kalktığında arkasına bakmadan, kimseye muhtaç olmadan çekip gidebilecek durumda olması içindir. ayrıca, daha önce de söylediğim gibi elli çeşit feminizm var. ben anarko-feminizmin ya da sosyalist feminizmin kadınlara kariyer yapın çağrısında bulunduğuna şahit olmadım mesela hiç. ama cahil işte, daha neye karşı çıktığını bile bilmiyor.

    çalışan kadınlar mutsuz olurmuş, çocuktan ziyade işine odaklanırsa depresyona girermiş. ahahah dünyanın en mutsuz ülkeleri arasındayız, dünyanın en mutlu ülkeleri ise kadın istihdamının en fazla olduğu ülkeler ve adamın dediği şeye bak. canım çok güldüm ama kadınsı ve sevgi dolu güleç yüzümle değil, makatımla. ya valla ev hanımı olup da "şimdiki aklım olsa çalışırdım, kimsenin eline bakmazdım" diyen çok ev hanımı tanıdığım için yemiyor bunlar maalesef.

    ay şimdi bir daha okudum da yazdıklarımı, tüh bak görüyor musun çalışma hayatı nasıl bozmuş üslubumu, ay hiç kadınsı ve çicek gibi değil. oysa toplayıcılık yapan büyük büyük ninelerim gibi tam bir hanfendi olmam gerekirdi, ama olmadı, olamadı :/

  • yapılmış en aptalca dalgınlık demeyeceğim, en aptalca aptallık ablamın kocasından geliyor;
    üst komşu bir gece karısını dövüyor, ablamla eniştem duruma müdahele edemeyip polisi arıyorlar, eniştem adresi veriyor. sirenler, polisler derken ablamın kapısı yumruklanıyor "aç, polis" deniliyor. bizimkiler şaşırıyor, ihbar eden kendileri, kapıyı açıyorlar, polis "şikayet var sen içeri git" diyor enişteme, sonra ablama "bu adam size şiddet mi uyguladı?" gibi sorular soruyorlar, anlaşılıyor ki bizim zeka küpü enişte adresi verirken kendi daire numarasını vermiş polise. bu sırada polisin gürültüsüne karısını döven adam da geliyor, bizimkiler diyemiyorlar polise "biz değiliz, onlar" diye çünkü adam merdivenlerden izliyor olayı. allahtan bizim enişte tekar arıyor karakoldan bir arkadaşını da, durum açıklığa kavuşuyor. yine de polis evden ayrılmadan önce enişteme "gözümüz üzerinde, dikkatli ol" mesajı vererek gidiyor.

  • insanlar artık devlet memurlarına "yatarak kazanıyorsun" demeye devam ederse yakında hekim, öğretmen bulamayacak. taşı taşa sürtüp ateşi yeniden ehlileştirmeyi öğrenirsiniz artık.

  • en son böyle biten bir ilişkimde,

    her bitti denildiğinde toparlamak için uğraşıyordum.
    ok dedim,

    kız tarafı tabi böyle bir hareket beklemiyordu benden,
    aylarca konuşmadım, o koştu bu sefer. ama bitmişti artık.
    o bitiremedi.
    seneler geçmişti yine de biteremedi.
    ama ben o gün bitirdim.

    şakaya gelmez bu işler, kızlar.
    sakız çiğner gibi yaşamayın aşkınızı.

  • insanlar algılama problemi yaşıyor, ya da olağanüstü derecede taşak geçme potansiyeline sahipler. okan bayülgen net bir şekilde tolga çevik'in insanlık tarihiyle neredeyse eşit olan tuluat kavramını sanki kendisinin bir icadıymış gibi göstermesine karşı çıkıyor. ve bunun izahını da çok güzel özetlemiş zaten:

    "bunu sahne sanatlarının doğasına aykırı bulduğum için, sahne sanatları yapmış bir kişiye bir fikrin, gece yatıp sabah gelemeyeceğini, bunların ancak yaşayan veya yaşamayan sahne adamlarının yaptıkları işlerin tekrarı ya da esinlenmesi olabileceğini düşündüğüm için bu mücadeleyi başlatıyorum"

    yani ne diyor? kırk yıllık pancar kıçımda sancar. tolga çevik bu fikrini bir icat olarak öne süremez, bunun patentini alamaz, tekel yaratmaya çalışamaz. ahde vefa denen şey var. "harici komutla doğaçlama hareket eden oyuncu" formatı bizim meddahlık kültürümüzün bile özünde var yahu. hatta hadisenin özüne tekabül eden tuluat, bizim bin yıllık geleneğimizdir. okan bayülgen bu değere sahip çıkıyor, bunun mücadelesini veriyor. her şey bu kadar basit ve ortadayken "peki ya okan kimden çaldı ehehe" cinliğiyle ortalama zekaya bile hitap etmeyen emsallerle yazılı olanı bambaşka mecralara çekmek de neyin nesi oluyor ben de onu anlayamıyorum işte...

  • galatasaray'ın 20 ekim 1993 manchester united galatasaray macinın rövan$ında ali sami yen stadında manchester united'le 0 - 0 berabere kalıp deplasmanda attıgı üç golün avantajıyla tur gectigi mactır.
    macla anlatılacak cok fazla $ey yoktu. manchester united beklenildigi gibi cok fazla baskı kuramamı$ ancak bizim cok stresli olmamız yüzünden mac 900. dakika gibi gelmi$tir.

    mac sonrası bülent formasını omuzuna atıp sahada tolga savacı gibi dola$mı$ ve karısı banu korkmaz'ı görünce hüngür hüngür aglamı$, hugo suat hemen e$i selen kaya'nın yanına ko$mu$, tugay ise sanırım daha etkin hanımla cok samimi olmadıgı icin öyle oradan gecen bi foto muhabirinin omuzuna ba$ını dayıyarak aglamı$tır.

    mac bitiminde manchester oyuncuları $ampiyonlar ligine girememenin üzüntüsüyle hafif cirkeflige kacıp ona buna sata$mı$, eric cantona soyunma odalarına giderken bir polis memurunun kafasına ekle$tirdigi cop darbesiyle kendinden gecmi$ ve polis memuruna allah ne verdiyse dalmı$tır. hakem cantona'nın bu hareketini soyunma odalarındaki 49 kusurlu hareketten biri olarak algılamı$ ve kırmızı kartı cekmi$tir kendisine. diger süt oglanlar lee sharpe, ryan giggs gibi isimler direk soyunma odasına kacmı$ ancak mac sonrası iptal söylentileri cıkınca ''barbar türklerden dayak yedik'' diyerek ortaya cıkmı$lardır.
    ertesi günlerde manchester united'in o gece borsa'da cok büyük deger kaybettigi konu$uldu ve ta$ak gecildi. hemen mahsun kırmızıgül ve mustafa sandal'a $ampiyonlar ligi $arkıları yaptırıldı ama galibiyet alamadık.

  • bunların vatan hainliği ile yargılandığı günü görmeden ölürsem gözüm açık gidecek.

  • hafızaya full erişim. istenilen bilgilerin kaydedilebilip, istenmeyenlerin silinebilmesi.

    yağ yakma işleminin istenildiği zaman manuel hale gelebilmesi.

    adrenalin kontrolünün aynı şekilde istenildiği zaman kontrol altına alınması.

    uyku moduna geçmenin tamamen kullanıcıya bırakılması.

  • tv sektörü;
    kim milyoner olmak ister yarışmasında reyting getirecek, yapımcının devam etmesini istediği yarışmacılara doğru cevap söyleniyor. bunlar genelde 90 yaşında okumayı geçen hafta öğrendim diyen amcalar, köyden inekleri bıraktım geldim diyen teyzeler, kimsesizler yurdundan kaçtım diyen çocuklar falan oluyor. bakın işte ‘nerden nereye’ diyip reyting almak için. yanlış cevap verirlerse ışıklar kapanıyor, cevap söyleniyor, o soru hiç sorulmamış gibi baştan soruyor spiker. yarışmacıyı elemek istediklerinde saçma sapan bi soru soruyorlar. ellerinde yarışmacının başvuru sırasında belirttikleri hobileri, uzamanlık alanları falan var çünkü. futbol seviyorsa klasik müzikten, tiyatro seviyorsa, güncel siyaseten falan soruluyor hemen eleyip reyting almak için. bunlar da gelen proflar, çok iyi eğitimliler falan oluyor. zaten katılımcıların %80’i cast ajansından oyuncular. yarışmaların tamamı buna benzer. tek önemli şey reyting. her şey ona göre kurgulanıyor. tv de gördüğünüz reklamlar, diziler, haberler, yarışmalar, tartışma programları vs her şeyin çoğu yalan. tv=yalan.