hesabın var mı? giriş yap

  • "bir tümceye bu denli çok yanlış sığdırmayı başaran cumhuriyet görünümlü saltanat saplantılı kadın için, sağlık bakanı tarafından önerilen “annelik kariyeri” ideal sayılabilir. istanbul barosu olarak, kadını evde oturtmayı savunan zihniyete yıllardır karşı çıkarken, bu beyanlar karşısında bazı istisnaların bulunabileceği noktasına geldiğimizi itiraf ediyoruz."

    gibi hiç fena olmayan ayarların bulunduğu açıklama.

  • tüm dünyada oluyor diye normal olmayacak durumdur. bugün aynı şekilde bir ekmek kuyruğu bile olsa garipsenecek iken, bu durumun kanıksanması tüketim çılgınlığının ne kadar felaket boyutlarda olduğunu gösterir sadece.

  • - saçmalama ya iki tabak yemeğe verilir mi bu para
    - ya kızım sen ne yapacaksın ben ödüyorum
    - sen ödeyince bedava mı?
    - tamam ya hadi sipariş ver
    - mümkün değil, gel bak köşede bi esnaf lokantası var orada yiyelim, kalan parayla sinemaya gider üstüne mısır kola bile alırız da akbil paramız cebimizde kalır.

    - oha şuna bak el kadar triko kaç para!
    - marka kızım bunlar o kadar olacak
    - yemişim markasını, ben bu paraya terkos’tan üç tane triko alır üstüne bir de gömlek kapatırım.

    - kaç para dedin??!
    - 5 yıldızlı otel yahu, ultra her şey dahil
    - ne yapacağız? akşama kadar içki içip yemek mi yiyeceğiz?
    - ya ne alaka?
    - olm o paraya çıralı’ya gideriz, mis gibi pansiyonda takılır, denizden tutulan balıkları yer, sabaha kadar şarap içip şarkı söyleriz. hem daha çok eğleniriz hem de tatil yarı fiyatına gelir

    - iphone demek
    - evet doğum gününde alayım sana diyorum ne dersin?
    - benim telefonum var canım, alo diyor ya yetiyor bana. sen o paraya evine bilgisayar al, ben gelince beraber takılırız. üstüne cebine de para kalır onunla da bana bir ayakkabı alırız bitti gitti.

    işte böyle kızlardır bunlar, sevgililerine asla fuzuli masraf ettirmezler, sürekli bir b planları vardır. parayı harcatmadığı gibi nasıl daha verimli harcayacağının da yolunu gösterirler. eğer bu kızı beğeniyor, onunla keyifli vakit geçiriyorsanız, ama kafanızda ufak da olsa şüpheler varsa, olmasın. bu kıza hemen evlenme teklif edin, kaçırmayın.

    bu kızlar tutumludur, parayı efektif kullanmasını bilirler. ihtiyacı olmayan şeyleri almazlar, eksikleri belirler ona göre hareket ederler, bunu yaparken de en ucuzunu nerede bulacaklarını bilirler. sakın yanılmayın, ucuz derken kalitesize kaçmazlar fiyat-kalite indeksleri son derece yüksektir. böyle bir kız bulduysanız, çocuklarınızı çiçek gibi yetiştirir, evinizi çekip çevirir.

  • dün akşam itibarıyla dünya tarihinde ilk defa bir futbolcu ununu eleyip eleğini asarak kazanabileceği her şeyi kazanmış ve ileride oynayacağı tüm maçlara sikini taşağını yaya yaya keyif için çıkacak lükse erişmiştir.

    messi'nin bundan sonraki kariyeri tamamen kendisinin keyfine kalmış durumda. isterse sadece sağ ayağıyla futbol oynama challenge yapar, isterse sadece asal sayı olan dakikalarda gol atma challenge... adam resmen hikayesi ve yan görevleri %100 tamamlanan bir bilgisayar oyununda yapacak bir şey bulamayınca açık dünyada boş boş dolaşıp kendine meşgale arayan bir insan seviyesine gerçek hayatta ulaştı. bu vakitten sonra oynayacağı ilk maça teletabi kostümüyle çıksa neden diye soramayız. çünkü canı öyle istemiştir.

  • dünyanın en mantıklı işi. biri olur da "bu gömlek niye böyle siyah aman ne güzel" derse eğer lapsss diye çıkarıp şaşırtırsın herkesi. normal. evet.

  • 10 negatif kişilik özelliği ve 10 kitap tavsiyesi

    değer verdiğiniz bir arkadaşınızın* hiç tasvip etmediğiniz bir özelliği olabilir ve siz ona bu özelliğini değiştirmesi* için ne kadar dil dökerseniz dökün sözleriniz onun bir kulağından girip ötekinden çıkabilir ama bilmenizi isterim ki bazı kitaplar size bu konuda destek verebilir.

    aşağıya karaladığım listede 10 negatif kişilik özelliğini ve o özelliklere sahip kişilere hediye edilebilecek kitapları sıraladım.

    1) siyasi bir lidere tapan / itaatsizlik üzerine* (erich fromm)
    şimdiye kadar tarihin büyük bir bölümünde, bir azınlık çoğunluğa hükmetmiştir. bu hâkimiyeti gerekli kılan, hayatın güzelliklerinin sadece azınlığa yetecek kadar olup, çoğunluğa kırıntıların kalmasıdır. eğer bu azınlık güzelliklerin tadını çıkarmak ve bunun da ötesinde çoğunluğun kendine hizmet etmesini, kendisi için çalışmasını istemişse gerekli şart şuydu: çoğunluk itaat etmeyi öğrenmeliydi. oysaki neden ahmet'in, mehmet'in ya da ayşe'nin faydalandıklarından ali, fatma ya da zeynep faydalanmasın? neden birileri tanrı mertebesine kadar yükseltilip, onu yükseltmiş olanlar onun kulu ve kölesi mertebesine gerilesin? "insanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir," der sartre. eğer özgür olmak istiyorsa insan, öncelikle birilerine biat etmeyi bırakarak işe başlamalı ve otoriteye 'hayır' denmesi gereken yerde göğsünü gere gere 'hayır," diyerek yola devam etmeli. sonrası? sonrası zaten bahar bahçe.

    2) saplantılı / tünel (ernesto sabato)
    ve işte romantik saplantının umutsuz yalnızlığı hakkında yazılmış şahane bir arjantin edebiyatı örneği. sabato'nun tünel'i, biraz camus'nün yabancı'sına benzer, çünkü her ikisinin de ana karakteri yalnızca toplumlarına değil, aynı zamanda kendilerine ve insanlara anlamlı gelen pek çok şeye yabancılaşmışlardır. birbirlerinden ayrıldıkları nokta ise meursault kendi duygularına bile yabancılaşmış bir karakterken, sabato'nun kahramanı castel duygularını oldukça yoğun bir şekilde yaşar ve hepsini saplantılı bir tavırda kendisini anlayabileceğine inandığı bir kadına yansıtır. aşkın, takıntının, kuşkunun, kıskançlığın, sıkıntı ve deliliğin kol gezdiği castel’in dünyasında gerçeklik duygusu adım adım yitirilir. geride ne yaratıcı, ne de yaratı kalır. cinayet de çözümsüzdür artık ve kalıcı olan tek şey sonu gelmeyen bir kuşku döngüsüdür. takıntılı ve saplantılı bireyler için hem rahatsız edici hem de büyüleyici bir kısa roman.

    3) iyimser / candide (voltaire)
    iyimser tabiri ilk duyulduğunda her ne kadar pozitifmiş gibi bir his uyandırsa da problemin olduğu yerde sergilenen iyimser tutum, o problemin kök salmasına ve haliyle çözümünün de gittikçe imkansızlaşmasına sebep olacağından aslında pek de övgüye mazhar bir tutum değildir. alman filozof leibniz'in "yaşadığımız dünya dünyaların en iyisidir" mantığına karşı çıkarak yazılan 1759 tarihli candide, voltaire'in en önemli yapıtlarından biridir. candide adlı iyi niyetli bir genç almanya'da yaşadığı şatodan kovulduktan sonra avrupa, afrika ve asya'da büyük felaketlerin tam ortasına düşer. depremler, engizisyon tehlikesi, frengi hastalığı, cinayetler arasında oradan oraya savrulur. mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımızı söyleyen hocası pangloss'un öğretilerini bu maceralarda hiç aklından çıkartmayacaktır, ama dünyanın halini, insanların kötülüğünü gördükçe de umutsuzluğa kapılmadan edemez. almanya'da bir şatodan sefil bir hayata, düşler ülkesi eldorado'dan istanbul'a dek uzanan, iyimserliği alaya alan ve bu sırada hayatı, hayatın amacını sorgulayan bir başyapıt.

    4) kendine dışardan bakmayan / biri hiçbiri binlercesi (luigi pirandello)
    yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme alınmış 'biri, hiçbiri, binlercesi' isimli bu kitap, bir adamın kendi gözleriyle gördüğü kişiliği ile başkalarının gördüğü kişiliği arasındaki uçurumun farkına varmasıyla varoluşunu sorgulamaya başlamasını konu aldığı için kendisiyle hiç yüzleşmeyen ya da kendini hiç sorgulamayan insanlara hediye edilebilecek en güzel kitaplardan biridir diyebilirim. kitabın ana karakteri vitangelo moscarda'nın tüm hayatı, karısının bir gün kendisine sorduğu ve burnunun eğriliğinden dem vurduğu o basit soruyla altüst olur. moscarda o andan itibaren kendisinden başlayarak tüm yaşamını acımasızca sorgular ve kendini yeniden bulmak için kendini parçalara bölmeyi öğrenir. moscarda kimdir, kendi gördüğü mü yoksa başkalarının gördüğü mü? kişilik bölünmesinin acımasızca ve mizahi bir dille işlendiği eser bize şu soruyu sorar, insan bir midir, hiç midir, yoksa binlerce midir?

    5) bireyci / martin eden (jack london)
    jack london, yarattığı martin eden karakterinin akıbetine üzülüp üzülmediğiyle alakalı kendisine sorulan bir soru üzerine şunları söyler: "martin eden için neden biraz üzülmeyeyim? martin eden bendim. martin eden bir bireyci idi, bense sosyalist. işte tam da bu yüzden ben yaşamaya devam ediyorum ve işte tam da bu yüzden martin eden öldü. bu kitap bireyciliğe bir saldırıdır. martin eden başkalarının ihtiyacının farkına varmayan aşırı bir bireycidir. hayalleri kaybolduğunda uğrunda yaşayacağı hiçbir şey kalmaz."

    6) konformist / cehenneme övgü: gündelik hayatta totalitarizm (gündüz vassaf)
    kitap wilhelm reich'in şu sözleriyle başlıyor: "asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir." gündüz vassaf, kitabında yalnızca totaliter sistemi ya da onu kuranları eleştirmiyor, aynı zamanda o sistemden şikayetçi olmasına rağmen öyle ya da böyle sistemin devamlılığını sağlayan, aç olmasına rağmen çalmayan, sömürülmesine rağmen greve gitmeyen toplumu, yani kendisine dayatılan totalitarizmi sorgulamadan kabul eden konformist bireyleri de eleştiriyor. hatta bana kalırsa en çok onları eleştiriyor. totalitarizmin sadece bir rejim olmaktan çıkıp gündelik hayatlarımıza bile nasıl sızdığını gösteren ve bundan tek kurtuluşun başka bir düzene geçmekten ziyade farkında bile olmadan mevcut düzenin sürdürülmesini sağlayan insanların uyanışıyla mümkün olacağını ima eden(ben okuduklarımdan bunu çıkardım) bu kitabı konformist bir arkadaşınıza hediye etmenizi tavsiye ederim.

    7) kapitalist / demir ökçe (jack london)
    bana kalırsa, kapitalizm destekçisi birine jack london'ın külliyatını okutmak gerekir ve başlangıç olarak da demir ökçe oldukça iyi bir seçimdir. çünkü demir ökçe, distopya edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir; görsün beyefendi kapitalizmin nasıl bir distopyayı gerçek kılabileceğini (ya da kıldığını mı demeliydim?) günümüzden yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme aldığı eserinde london, hiç eskimeyen bir hikâyeyi konu edinir: ezen ve ezilen mücadelesi. amerika birleşik devletleri'ni pençesine almış olan oligarşi, namı diğer demir ökçe, tüm şiddeti ve gaddarlığıyla emekçilerin üzerine yürümektedir. tröstler, ekonomik ve siyasi ilişkiler, faşist devlet yapılanması sanki daha o zamandan yirminci yüzyılda insanlığın yaşayacağı acı olayların habercisi gibidir ve ne yazık ki geçen zaman london'ın kehanetlerini doğrular niteliktedir.

    8) özfarkındalığı eksik / martı jonathan livingston (richard bach)
    özfarkındalığı eksiklere ya da görünmez duvarlar içine kendi potansiyelini hapsetmişlere verilecek en güzel hediye. 1000 tane kıçı kırık kişisel gelişim kitabının bir araya gelip de verebileceği hayat dersinden çok daha niteliklisini tek başına veren 150 sayfalık bir başyapıt. kitap, sadece yemek bulmak için oradan oraya uçmaktan sıkılan, daha hızlı ve mükemmel uçmak için tüm sınırlarını zorladığı antrenmanlar yapan, bu uğurda sürüden kovulmayı bile göze alan martı jonathan livingston'ın destansı hikâyesini anlatıyor. "cehaletimizi kırabiliriz. becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. en önemlisi, özgür olabiliriz! uçmayı öğrenebiliriz!"

    9) vazgeçmiş / yaşamak (yu hua)
    ilkin bu kitabı 'kumarbaz' ya da 'sorumsuz' bir arkadaşınıza hediye edebileceğinizi söyleyecektim ama sonrasında bunun oldukça yetersiz bir yaklaşım olacağını fark edip vazgeçtim. her ne kadar negatif anlamda bir domino etkisinin başlamasına sebebiyet veren tetikleyiciler ana karakterin sorumsuzluğu ve kumarbazlığı olsa bile kitabın geri kalanında anlatılan her şey bana bu kitabı çektiği dertlerin karşısında kendini mağlup hisseden ve yaşamın içerisinde aktif olarak rol almaktan vazgeçen bir arkadaşınıza hediye etmenizin daha uygun olabileceğini düşündürttü. aslında hayata bu pencereden bakmayı kesinlikle reddederim; parmağı kesilen bir insanın çektiği acı, kolu kopan insanların varlığını kendine hatırlatarak yok olmaz. fakat benzer acıları çeken insanların varlığı, yani yalnız olmadığını bilmenin/öğrenmenin hissiyatı, çekilen acıyı yok etmese bile, manevi bir güç verir kişiye. yu hua, başına gelmedik felaket kalmayan bir adamın hüzün dolu hikâyesini anlattığı bu romanında bizlere şunu hatırlatıyor aslında: "hayat her şeye rağmen devam ediyor ve işte bunun adına da 'yaşamak' deniyor."

    10) umutlu bir bekleyiş içinde yaşamayı erteleyen / tatar çölü (dino buzzati)
    şunu çok net olarak söyleyebilirim ki bugüne kadar okuduğum tüm kitaplar arasında bana en sert tokadı atan kitap tatar çölü’ydü. okuyup bitirdikten sonra günlerce kendime gelemediğimi ve sonrasında kendime gelsem bile bir daha asla eskisi gibi olamadığımı belirtmek isterim. mehmet eroğlu çok doğru demiş: "insanları ikiye ayırıyorum: tatar çölü'nü okuyanlar ve okumayanlar." kitap, genç teğmen giovanni drogo'nun hikâyesini anlatıyor. drogo, askeri okuldan mezun olduktan sonra bir sınır kalesi olan bastiani kalesi'ne atanır. beklentisi ve umudu, burada çok uzun süre kalmayacağı yönündedir. en fazla 4 ay kalacak ve daha sonra tayinini isteyip başka bir yere gidecektir. herkesten ve her şeyden izole bu kaledeki günlerini sınırın öbür tarafındaki tatar çölünden gelecek düşmanı bekleyerek geçirir. aradan 4 ay geçer, ama düşman gelmez. genç teğmen beklemeye bir süre daha devam etme kararı alır.

  • izmir'de 1800 tl'ye hatta 1600 tl'ye de razı olan tipler olabilir mesela. çok şaapmamak lazım. üniversiteyi uzatmadan bitirmiş, 1 dönem erasmus programıyla yurtdışında eğitim almış, ingilizce'yi iyi bilen, fransızca öğrenen, sektörün istediği bilgisayar programlarının daha fazlasını bilen ve sertifikalarına sekörün lider kuruluşu tarafından sahip olan, stajını sorunsuz halletmiş, yazları da okuduğu bölüme pratik tecrübe sağlamak için dönemsel olarak çalışmış, zorunlu askerlik hizmetini tamamlamış bir turizm işletmeciliği mezunu olarak söylüyorum bunu.

    asgari ücretin 1000 tl olduğu ülkemde bana hala 1000-1300 tl arası maaş teklif ediliyor. genellikle haftasonu izni yok, haftalık izin yok, yıllık izin yok, 10-12 saat arası çalışma, gece shiftleri ve düzensiz bir hayat da cabası.

    2000 tl, izmir için çok iyi bir maaş. düşünün ki 'razı' olduğum halde alamıyorum ben bu maaşı.

    ne diyelim; bu boktan sistemde bölümü ne olursa olsun üniversite mezunlarına hala asgari ücret teklif edenler utansın.