hesabın var mı? giriş yap

  • son derece zor bir eylem, tehlikeli bir girişim. fakat başarılırsa efsane olacağı da kesin gibi:

    - evet arkadaşlar 70 gün içinde bu lanet yerden kaçıyoruz. dışardan yardım aldım, kaçış planını ankara büyükşehir belediyesi imar işlerinde çalışan enişteme çizdirdim. işte plan, buyrun bakın.

    - ismail abi, çok güzel plan. fakat üst geçit yapmak yerine tünel kazsak daha doğru olmaz mıydı?

    - bak faruk bizimle geliyor musun, gelmiyor musun?

    - geliyorum da abi, yani üst geçit...

    - 70 gün sonra sabah namazımı kocatepe'de kılıyor olacağım ve beni kimse engelleyemeyecek... ver artık kararını.

    - geliyorum ama bu üstgeçitle ilgili içimde kötü bir his var yani, inşallah bir şeylik olmaz...

    - faruk, planı eniştem yaptı diyorum. 11 yıldır melih gökçek'in yanında çalışıyor. üst geçit diyorsa üst geçit.

    - yani tamam ismail abi ama inan içim rahat değil yani...

    - gönlünü ferah tut koçum, bu lanet yerden gidiyoruz.

    *

    75 gün sonra...

    *

    - ismail abi söylemeyeyim, susayım diyorum ama sana çok kızıyorum yeminle. yaktın bizim mahpusluğu...

    - sus lan it! üst geçidi yapmadık mı?

    - yaptık da abi... geçit yaptıktan sonra sibel can'la ferhat göçer'i açılış konseri için çağırmak neydi?

    - eniştemin gönderdiği plan neyse onu uyguladım ben oğlum. kağıtta "71. gün üst geçit açılışı: ücretsiz sibel can ve ferhat göçer konseri... tüm ankaralılar davetlidir" yazıyordu. her aşamayı uyguladık, o da son aşamaydı işte.

    - abi ne ankaralıları ya, bayrampaşa'dayız gözünü seveyim.

    - bence oradan uyandılar zaten mevzuya.

    - ismail abi allah belanı versin, gerçek bir gerizekalıymışsın...

  • tl;dr: uygulama bana fransızca öğretti ve fransızca konuşulan bir ülkeye taşınmamda pay sahibi olarak dolaylı olarak hayatımı değiştirdi.

    streak'imin 1500 olmasına bir hafta kaldı ve geçen bu 4 yılda neler yaşadım, nasıl bir süreçten geçtim, mümkün olduğunca tavsiye vermekten uzak durarak nötr bir şekilde anlatmaya çalışayım. hem belki birilerine yardımcı olur hem de merak edenler için cevap olabilir anlatacaklarımdan bazıları.

    uygulamayı mart 2014'te telefonuma yüklemiştim ve bir hevesle almancaya atlamıştım. ama almanca serüvenim çok uzun sürmedi. birkaç hafta sonra bıraktım. ondan sonra duolingo'yu hiç kullanmadım; ama uygulamayı da telefonumdan hiç silmedim. bu paragraf aslında gereksiz; ama duolingo ile nasıl tanıştığımı bilin istedim.

    2017 yılında eşim, duolingo'da almancasını pratik edeceğini söyledi. iyi dedim ben de, madem öyle, ben de fransızcaya başlayayım bu sefer. neden fransızca? çünkü lisede bir sene fransızca seçmeli dersi almıştım. adımı söylemeyi hala hatırlıyordum en azından. bir de bir fransız şirketinde çalışıyordum. dedim belki faydası dokunur; ama fransızca öğrenmeye başlamamla bunun alakası yoktu açıkçası.

    uygulamayı açtık, eşim almancaya, ben fransızcaya başladık. fikir olması açısından söylüyorum, başladığım sırada seviyem "j'ai quinze ans" idi. ben ise 29 yaşındaydım. her gün pratiğimi yapıyordum ve motive idim. hatta bir defter bulmuştum, arada ona yazarak çalışıyordum falan. derken dokuz veya onuncu günün gecesinde saat 00.10 civarında yatakta tavanı seyredip kendimle konuşurken bir anda "hassiktir" dedim. o günkü dersi unutmuştum. hemen uygulamayı açtım, uygulama akıllı tabii, saat 00.00'ı geçtiği için streak'imi patlatmış hemen. hala var mı bilmiyorum ama o zaman bana "streak'ini devam ettirmek istiyorsan bilmem kaç dolar verebilirsin" gibi bişey demişti. vermedim tabii.

    tam motive olmuş bir şekilde her gün dersimi çalışırken böyle bir şey olması sinirimi çok bozdu. ama bu sefer bırakmadım, tam tersi daha planlı bir şekilde ilerlemeye karar vererek her akşam çalması için alarm kurdum. eğer o gün dersi yapmadıysam alarm çalınca hatırlayacaktım. öyle de oldu, bunun faydasını çok gördüm. birinci trick'im olarak bunu söyleyebilirim.

    ben derslerimi sabahları yapıyorum genelde. hatta sabah ilk iş olarak duolingo yapıyorum diyebilirim. ya işe giderken ya da gittiğimde kahve içerken yapıyorum.

    derse kaldığım yerden devam ettim, günler geçtikçe daha da çok hoşuma gitmeye başlamıştı. mesela "rötar" kelimesinin kökeninin neye dayandığını fark ettiğimde yaşadığım aydınlanmayı hala hatırlıyorum.

    yaklaşık üçüncü ayda fransızca ağacını bitirdim. ama o zaman uygulama daha farklıydı. ben ağacı bitirdiğim sırada başlarda yaptığım ve altın olan dersler geriye doğru gidiyordu. şimdi ağaç bitirmek o kadar hızlı olmaz diye düşünüyorum. ben tekrar başa döndüm tabii, ağacı bitirmenin de verdiği gazla geriye giden dersleri tekrar altın yapmaya başladım.

    derken uygulama güncellendi. ağaç falan komple yenilendi, uygulama değişti. ben neredeyse tekrar başladım sıfırdan yapmaya. yine bitirdim ağacı. o sırada story'ler geldi, podcast'ler geldi, audio lessons geldi derken uygulama da baya bi zenginleşti. bu arada şimdi farkettim, ben dersi ingilizce üzerinden yapıyorum. türkçeden fransızca var mı, varsa nasıl, hiçbir fikrim yok açıkçası.

    bu süreçte beni en çok zorlayan şeylerden birisi 5 yanlış hakkı oldu/oluyor. ancak ben bu durumu seviyorum. çünkü hakkınız bittiği zaman tekrar can hakkı için pratik yapmanız gerekiyor. bu da benim işime geliyor. bir pratik yapıyorum, üstüne bir de reklam seyrediyorum, hop 2 can geldi. eğer canlarınız tamamen bitmemişse bir derse başlamadan önce "reklam izlemek ister misin?" diye soruyor uygulama. bunu 15 dakikada bir yapıyor. eğer o gün çok hırslanmışsam ya pratikle ya da reklamla canlarımı full'leyip devam ediyorum.
    bedava üyeliğin bir diğer farkı da uygulama içi reklamlar. bir ders ortalama 5 dakika sürüyor ve 5 dakikalık bir dersin ardından 3 saniye reklama maruz kalmakla ilgili hiçbir problemim yok. tabii bu konudaki fikirler kişiden kişiye değişir; ama uygulamayı ciddi şekilde kullanan birisinin bundan şikayetçi olacağını sanmıyorum.
    duolingo plus'ı da deneme fırsatım oldu. sınırsız can olması tabii ki büyük avantaj. ancak kendi adıma konuşacak olursam, çok tercih edeceğim bir şey değil açıkçası. çünkü canım sınırsız olduğu zaman duolingo'nun başından kalkamadım. ancak ücretsiz sürümde canlarım bittiği zaman, eğer o gün özel bir hedef belirlemediysem, uygulamayı da kapatıyorum. kafam rahat oluyor.

    ağacı tekrar bitirdiğimi söylemiştim di mi? hah, ağacı bitirdim, sıra story'lerde deyip story'lere abanmışken uygulama yine güncellendi. bu sefer allahtan ilk seferki kadar kapsamlı bir değişiklik olmadı; ama ağacım bozuldu tabii yine. yine yeni yeniden eksik dersleri tamamlamaya döndüm ben de. uygulamanın bir diğer güzel tarafı da bu. siz tam her şeyi bitirdiğinizi düşünürken bir güncelleme geliyor ve yeni dersler eklenmiş oluyor ya da var olan dersler güncelleniyor. sizi hiçbir zaman boş bırakmıyor ve devamlı yeni şeyler ekleyerek öğrenmeye devam etmenizi sağlıyor.

    ben duolingo'nun öğretme tarzını seviyorum. bir cümleyi önce ingilizce veriyor, fransızcaya çevirmenizi istiyor. sonra aynı cümleyi fransızca veriyor, ingilizceye çevirmenizi istiyor. sonra aynı cümleyi sesli olarak söylemenizi istiyor. sonra yine aynı cümleyi dinleyip yazmanızı istiyor. bunu bir ders içinde defalarca yapıyor ve kafanıza vura vura öğretiyor.

    gelelim son kısıma. uygulama bana gerçekten dil öğretti mi?

    pratiğim yoktu; ama fransızcamın geliştiğini hissedebiliyordum. kafamda kompleks cümleler kurmaya çalışıyordum falan. bütün bunlar olurken eşimle acaba yurtdışına mı çıksak diye konuşmalarımız başlamıştı. fransız şirketinde çalışıp fransızca öğreniyor olmanın avantajını ilk kez bu noktada yaşadım. çalıştığım şirketin yurtdışında bir pozisyonu vardı ve başvurmaya karar verdim. cv'me "intermediate" olarak fransızcayı da ekledim. gerçi pozisyon ingilizce gerektiren bir pozisyondu ve işe alım sürecinde fransızcayla ilgili tek muhabbetim "fransızca öğreniyor olduğum" idi. çok fazla takılmamışlardı; ama hoşlarına da gitmişti. ve bingo! kabul edildim.

    şu anda fransızca konuşulan bir ülkedeyim. fransızcayla ilk tecrübem de burada oldu. uçaktan indim, taksiye bindim. ingilizce başladık. sonra dedim fırsat bu fırsat, dene bakalım fransızcayı. taksiciyle fransızca konuşmaya başladım. konuşabildim! buralardaki mahalleleri, ev kiralarını falan konuşmuştuk. ilk günümde böyle bir deneyim yaşamış olmam bana baya özgüven verdi.
    şimdi ofise gittiğim zamanlarda ekip arkadaşlarımla iş dışındaki çoğu konuşmamı fransızca yapmaya çalışıyorum. profesyonel seviyede yeterli değil tabii ki; ama günlük konuşmaları yapabiliyorum. insanlar da zaten yardımcı oluyor seviyemi görünce. daha yavaş ve tane tane konuşuyorlar. ben zaten kendimi bir şekilde ifade edebiliyorum, anlama kısmında da pratik yaptıkça gelişiyor/gelişecek gibi hissediyorum.

    son gelen güncellemenin ardından benim ağacım yine yenilendi. şimdi onuncu seviyede onu tamamlamaya çalışıyorum.
    bütün bu süreçte sadece ve sadece duolingo ile çalıştım. duolingo'nun kendisi ve podcast'i dışında başka bir şey kullanmadım. ha, bir ara tinycards diye bir uygulama çıkarmışlardı. onun da fransızcasını bitirmiştim. o uygulama tutmadı sanırım, şimdi yok galiba. ama o da duolingo ürünüydü.
    duolingo dışında bir şeyler yapmayı da denedim. bazı podcast'ler buldum, ı-ıh. zaten podcast'ler de kafayı paraya takmış. youtube? eeh. busuu'yu indirmiştim bir ara. kendisiyle maceram 20 dakika falan sürdü.
    denediğim, baktığım hiçbir şey duolingo kadar efektif olmadı, olacağını da sanmıyorum.

    90'ların ortasından beri teknoloji ile içli dışlı olan biri olarak, bedava olup da bir noktada sizden para istemeyen uygulama ya da hem bedava olup hem de uygulamanın bütün özelliklerini kullandıran bir uygulama/program neredeyse görmedim.

    ben, bu işi ciddiye aldım. duolingo'yu hiçbir zaman boş vakitlerimde bakacağım ya da vakit geçirmek için kullanacağım bir uygulama olarak görmedim. tam tersine, uygulamayı kullanmak için zaman yaratacak şekilde günlük rutinimi ayarladım.
    neden ciddiye aldın diye sorarsanız verecek net bir cevabım yok açıkçası. ne yurtdışına taşınma gibi bir planım vardı ne de çok iyi bir fransızcam olsun diye bir hedefim vardı. ama başlamışken hakkını vermek istedim. günlük bir iki ders yaparak streak'imi korumak ve dili yüzeysel bir şekilde öğrenmek için değil, elimden geldiği kadar derinlemesine inmek istedim ve bugüne kadar elde ettiğim sonuç beni pişman etmedi. üstüne, hayatımı hiç tahmin etmediğim bir şekilde değiştirdi.

    duolingo, bebeyim, merci beaucoup <3

  • 1964 yılında bir devlet dairesinde işe girdim. ilk işim, taksitle grundig marka tk19 model
    bir makaralı teyp almak oldu. o yıllarda çok pahalı bir aletti. maaşım 395 lira 20 kuruştu.bu alete 10 ayda 2.150 lira ödedim. aylığımın yarısından fazlası bu alete gitti.
    ödemem bitti, 6 ay sonra işten istifa ettim.

  • üzerine düşünülmesi ve çözüm üretilmesi gereken sebeplerdir. 90'ları dibine kadar yaşamış biri olarak şimdiki neslin hal ve hareketleri, düşünce ve davranış tarzları beni rahatsız ediyor. çünkü bir olmamışlık hissediyorum. biz de çok muhteşem değildik ama en azından saygılıydık. saygıyı öğrendik ailelerimizden. büyüklerimizin sözüne katılmasak bile sonuna kadar dinlemeyi öğrendik. ama şimdikiler seni dinliyormuş gibi yaparak akıllı telefonuyla ilgileniyor ya da hiç dinlemiyor. ama keşke tek sorun bu olsa. bir şeyler eksik ya da fazla. kendi çevremden yola çıkarak yorumlarsam eğer çocukları dünyanın merkezine koyup onun her dediğini yaparak şımartmak ve söz geçirememek gibi sorunlar var. bu, "benim çocuğum çok özel" sendromunun bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. öncelikle ebeveynlerin "baak abisi benim çocuğum tabletle oynuyor ne kadar da zeki değil mi?" tribinden kurtulmaları gerek. belki de çocuklara en büyük zararı, gerçekten cahil olan ama bu cahiliğinin farkında olmayıp bilinçli anne-baba rolü oynamaya çalışan kişilerden geliyor. belki de devletin anne-babalık stajını tamamlayabilen ya da bu konuda sağlam bir mülakatı geçebilen insanlara çocuk yapma hakkı vermesiyle bu durum önlenebilir diye düşünüyorum.
    bu arada ablacığım senin çocuğun hiperaktif değil, bildiğin şımarık.

  • az once cnn turkte bir muhabir ve bir koylu (ya da olay yerine yasayan bir kisi bilemiyorum) olay yerine dogru yurumekteydi. bu koylu arkadas dediki; "eskiden bu raylari kontrol eden kisiler vardi. metre metre yuruyup bunlari kontrol ederlerdi. simdi bu is taseronlasti. yol yaptik, kopru yaptik demekle..." dedigi anda cnn turk muhabiri adamin sozunu kesti ve " bu raylar yenilenmis" dedi. ustune "devlet butun imkanlarini seferber etti helikopter goruyorum" dedi. muhabirin ismi fulya ozturk'mus. sana lafim yok sayin ozturk, emekcisin sen ama yaptigin is dalkavukluk degil gazetecilik umarim farkina varirsin.

  • geliri 300 bin lira olan vatandasimla 1000 tl olan vatandasim ayni gece kulubunde eglenebiliyor.

    iste bekledigimiz alim gucu, iste medeniyet .

    300 bin avro imis, 1.8 milyon milyar sen!

  • "insan bir şeyden haz alabilmek için o şeyin yokluğunu, ızdırabını tatmaya muhtaç; açlık gibi, soğuk gibi, yalnızlık gibi. ama istenen bir kere ele geçti mi verdiği haz sönüp gidiyor. yani geçici şekilde tatmin olmak mümkün ama mutlu bir halde sürekli kalmak imkansız. mutlu olmak insan tabiatına aykırı mı yoksa?"

    "mutluluk dediğimiz şey, yoğun bir şekilde bastırılmış ve engellenmiş olan ihtiyaçların kısa süreliğine tatmin edilmesinden başka bir şey değildir."