hesabın var mı? giriş yap

  • bir haftadır üzüntüden, sinirden, stresten yıkılıyorum. boş vakitlerimi ağlayarak geçiriyorum da diyebilirim ve yanımda sadece kim var dersiniz? bence de anladınız. o küçücük varlığın verdiği huzuru ve enerjiyi şuan bana verebilen hiçbir insan yok hayatımda. olmasın da zaten, umurumda değil.

    yok tüyü dökülüyor, ay halıya sıçıyor, aman havlıyor diye bahane uyduranlar eminim ki bir kez olsun bunu tatmamistir. suan ben bunalimin esigindeyim, kopegim de hasta. beraber uyuyoruz, beraber uyaniyoruz, beraber evi dagitiyoruz, beraber topluyoruz, hava almaya beraber cikiyoruz, cikamazsak da yine beraber bunaliyoruz. o iyilestikce ben de keyifleniyorum. bundan ote fayda mi olur? birak haliyi gelsin kafama sicsin isterse, canini yedigim.

  • 15 sene önce fellik fellik güney amerika dizisi izlediğimizden ötürü iade-i diz-i olayıdır.

  • bir insan yanılgısı denebilir. en son ayrılanılan kişiye benzer özelliklerde kişi olmadığı sürece bir şey hissedilmeyeceği sanılır. oysa ki tamamen subjektif bir yanılsamadır.

    aslında durum limbik sistemdeki haz noktalarının oluşturduğu saplantı ile ilgili. size o kişi olmadığı sürece normalde duyacağınız kadar haz duyamacağınız sinyalini alıyorsunuz.

    mesela, neden zaman en iyi ilaçtır denir? çünkü beyin bir kayıt sistemine benziyor. siz yeni anılar yaratamaz ve mevcut hatırları geçmişte bırakamazsanız, canınızı en çok yakan anı size en yakın anı oluyor. oysa ki yeni anılar yaratabilirseniz, geçmiş uzaklaşır ve o en kötü anı güzel şeylerin başlangıcı olur. kısaca bu gibi durumları bitiş değil, başlangıç gibi düşünmeniz doğru olandır.

    beyin bir süreden sonra öyle bir yapılanacak ki sizin için o anı trajik bir olaydan, arkadaşlarınıza eğlenerek anlatacağınız komik bir olaya dönüşecek. öyle bir an gelecek ki o kişi, sizin canınızı en çok yakan kişi bile önemsizleşecek. onu gördüğünüzde en ufak duygu hissetmeyeceksiniz.

  • mantiklidir. zira ımamoglu'na oy verecek saadet partili zaten verir. diger turlu, chp'ye eli gitmeyecek saadet partisi secmeni gidip binali'ye basabilirdi.

  • okuduğunu anlamaktan aciz yazarların akraba evliliği sandığı eylem.bu eylemdeki tek sıkıntı düğünde kız tarafı mıyım yoksa erkek tarafı mı sorunsalıdır.

  • lucas ontiveroya messi diyen dallamaların hakkında atıp tuttuğu genç.

    hatta bruma c.ronaldo
    ontivero messi idi..

    vay amunuza koysun sizin beşiktaşlı abartması

    galatasaylı aklı başındaki kardeşlerimden özür dileyerek edit : abi mal mısınız amunakoyum ontiveroyu biz mi abarttık diyorlar abi yemin ediyorum inkara yeni bir boyut kazandırdınız..abi isterseniz bi tokat maçına bakın ya messi diyen mi dersin agüero diyen mi geleceğimizi garanti altına aldık mı diyen vallaha şaşırıyor insan..

    ha beşiktaş abartmıyor mu abartıyoruz ama böyle inkar yok bizde serdar özkan'ı yıldız mı yapmadık; necip'i lampard mı yapmadık?? yaptık hem de en âlâsını yaptık..ama inkar etmedik...

  • yıllar önce ıslak hamburgerin mucidi (veya ilk yapanlardan biri bu entry'de kim olduğunun önemi yok), şimdilerde göztepe kristal büfenin sahibi ile sipariş öncesi muhabbet ediyorduk. o anlattıydı.

    bu ıslak hamburger yanlışlıkla bulunan bir şey. mcdonalds'ın veya amerikan fastfood'unun daha memlekete girmediği zamanlar. taksim- bağdat caddesi gibi batılı bulvarlarda gezip dolaşan kesim arasında kristal ve birkaç büfe baya revaçta. o kadar ki artık yoğun zamanda burger yetiştiremiyorlar. ben de 90'lar başında bu şekilde şekilde tanıdım.

    büfe sahipleri gelen talebi karşılamak için akıllarına sirkülasyonun yoğun olduğu saatlerden önce burgerleri istiflemek geliyor. böylece müşteriyi de bekletmemiş olacaklar. ısıyı muhafaza edecek bir kutu alıp yaptıkları burgerleri biriktirmeye başlıyorlar. bilen bilir kristal kendi sosunu kendisi yapar, eski müşterileri de onu ketçap olarak kullanırdı.

    kutunun içine konan burger etinin sıcaklığıyla oluşan buhar ekmeğin yumuşamasına ve sosu daha iyi çekmesine neden oluyor. şaşırtıcı şekilde bu ıslanmış burgeri müşteri daha çok sevmeye başlıyor. artık sakin zamanda da ıslak burger talep ediyorlar ama o zaman bekledikleri gibi ıslak/soslu olmuyor. hal böyle olunca gerek olmamasına rağmen burgerleri kutunun içinde bekleterek ekmeği nemlendirmeye başlıyorlar. sipariş geldikçe değil kutuda burger azaldıkça yerine koyuyorlar.

    özetle bugün ıslak burger diye sipariş edilen şey aslında sosun buharı hesap edilememiş bir lezzet kazası.

    kişisel görüşüm daha sonraki yıllarda burger ekmekleri biraz yapay yollarla soslandırıldığı için o lezzet kayboldu. artık ıslak burger kutularının ısıtma özellikleri var dibinde dökülen sosu buharlaştırarak hazırlıyorlar. yine de super burger öncesi açılışı ıslakla yaparım kristalde. benimki ağız alışkanlığı yoksa eskisi gibi içime çekmiyorum ıslağı.

  • yedi - sekiz yıl önce, sahip olunan pentium 100 bilgisayarın 20 gigabyte'lık hard diski, norton speed disk ile defragmente edilmeye bırakılmıştır. bu işlem yarım saatten fazla sürecektir. o esnada başka bir işi halletmek için dışarıya çıkılır. eve dönüldüğünde, anne odanızda bilgisayarınızın başında oturmuş, büyük bir dikkatle, hipnotize olmuş halde monitöre bakarken bulunur.

    - anne ne oldu?
    - oğlum şu şeylere bakıyodum, ne zaman durucak diye. (norton speed disk'in blok hareketlerini gösteren renkli minik kutucuklarını kast ediyor)
    - niye ki anne?
    - e dursun da kapatayım, boşuna açık kalmasın diye.

    burada anne, en azından ekranda bir hareket varken, "demek ki bilgisayarın içinde bir işler dönüyor, çalışıyor" mantığını yürüttüğü için takdir edilir. çeşitli yazılımlardaki, yaptığı her haltı grafik olarak gösteren cafcaflı arabirimlerin hikmeti anlaşılır.

    demek ki ucuz bilim kurgu filmlerinde, panellerde o kendi kendine yanıp sönen ışıklar sırf şekil olsun diye orada değildir. o ışıklar hareket etmese, mürettebattan birinin annesi gelip "boşuna açık kalmasın" mantığıyla sistemi kapatacaktır.

  • zenci cuku...

    saka bir yana, burada bir suru cesitli markalar sayilmis. 1980'lerin basinda boyle bir liste yapmaya kalksak yuzlerce, belki binlerce markalik bir listemiz olurdu, 1990'larda daha kucuk bir listemiz olurdu ve bugun daha da kucuk bir listemiz var. aslinda burada mesele markalar degil. markalar gelir gider. bu is adamlarin turkiye pazarina acilmasina bakar. amerika'da gercekten bulunup turkiye'de bulunmayan bir seyden bahsetmek gerekirse "buyuk sehirde yasamadan kariyer yapma luksu" derim. bunun ne anlama geldigini entry'nin geri kalaninda aciklamaya calisacagim.

    simdi sozluk bunyesinde "bütün kariyeri bir kenara bırakıp köye yerleşmek" diye bir baslik var cunku turkiye'de gercekten kariyer yapmak isteyen bir insan icin istanbul ve ankara (biraz da izmir) disinda pek bir secenek yok. simdi ulkenin en ohanemli kaynaklari birkac buyuk sehirde toplandiysa kariyer yapmak isteyen insanlar da o birkac sehirde toplaniyor ve o sehirler kalabaliktan yasanmaz bir hal aliyor.

    sabah 8'den aksam 5'e kadar suren bir is icin sabah 5'te kalkip hazirlaniliyor, sabah ise giderken ve aksam eve donerken ortalama 2-3 saat yolda geciyor, insanlar buyuk sehirlerin pahaliligindan adam gibi ev bulamiyor ve sehirler beton yigini haline geldigi icin cocuklarin oynayabilecegi bos alan bile yok ve cocuklar butun gun evde tikilip kaliyor. kisaca buyuk sehirler cogu insan icin yasanmaz hale gelmis durumda ve kariyerler olmasa cogu insan istanbul basta olmak uzere buyuk sehirleri coktan terk etmisti. zaten buyuk sehirde yasamanin stresi insanin tum enerjisini emip bitiriyor ve zaten haftasonundan haftasonuna yasayan insanlar ne yapacaklarini sasiriyor ve yuzune fener tutulmus tavsana donuyor.

    abd bu konuda biraz daha sansli cunku ekonomi belli basli birkac sehre bagimli degil. her ne kadar kariyer yapmak isteyenler genelde new york, los angeles, san francisco, chicago gibi sehirlere gitse de insanlar kariyer yapmak ve yukselmek icin buralara gitmek zorunda degiller (avrupa'dan bir ornek vereyim, finlandiya'da nokia'nin bir cok arastirma & gelistirme fasilitesi bulunmaktadir ve bunlarin bazilari ufak kasabalarda, bazilari koylerdedir. boylece buyuk sehirde yasamak istemeyen ama nokia'da calisarak kariyer yapmak isteyenlere de sans taninmistir).

    simdi abd'nin en buyuk sirketlerinden ornekler vereyim. yillik 500 milyar dolara yaklasan cirosuyla dunya'nin en buyuk sirketlerinden biri olan wal-mart'in ana binasi (headquarters) arkansas eyaletindeki bentonville kasabasinda. bu kasabanin nufusu 40 bin ve wal-mart'in binlerce beyaz yakali calisani burada calisiyor. bu calisanlarin ortalama yillik maasi 100 bin dolar civarinda ve cogu kisi kazandigi parayla krallar gibi yasiyor. zaten wal-mart'in plazasinin park yerine bakinca bolca alman arabasi gormeniz de bunu gosteriyor. kasaba soyle bir sey. western filmi ceksen cekilir yani. insan bara gidip "dostum bana sarap, yatacak bir oda ve bir kadin ayarla" deyip bir demir para vermek ister boyle yerlerde (tabi ki bir western efsanesi olan ahsap ficida banyo yapma olayini da ekleyelim).

    devam ediyoruz, costco ulkedeki bir baska buyuk magaza zinciri ve sirketin yillik cirosu 120 milyar dolar civari. sirketin ana ofisi washington eyaletinin issaquah kasabasinda. insan kasabanin ismini yazarken yanlis yazmamak icin 2-3 kere kontrol ediyor. kasabada 30 bin kisi yasiyor (kasaba halki toplanip maca gitse stadi dolduramaz) ve etrafi ormanlarla ve dogal parklarla dolu olan kasaba twilight filmlerinin cekildigi yere cok yakin. herkesin huzur icinde yasadigi ve suc oranlarinin da trafigin de yok denecek kadar az oldugu sehrin halki zaman zaman seattle'a giderek (tum kasaba bir 500t'ye sigar zaten) buyuk sehir ozlemini giderebiliyor.

    dow chemical dunya'nin ikinci en buyuk kimyasal urun firmasi. sirketin urun yelpazesinde petrol urunlerinden cesitli boyalara kadar her turlu urun mevcut ve sirketin ana ussu michigan eyaletinin midland kasabasinda. zamaninda bu sirkete bazi projelerde danismanlik yapmistim ve sirketin bulundugu yer etrafi gol ve ormanlarla kapli olan oldukca hos bir bolge. sirketin ortalama muhendis maaslari yillik 120-130 bin dolar civariyken nufusu 40 bin civari olan kasabada 200 bin dolarin altina arka bahcesinde at kosturabileceginiz ciftlik evleri bile almak mumkun (ki bunu yapan birini taniyorum; eski hocalarimdan biri).

    sari dozer veya sari kepce (ve sari cizme) deyince dunya'da akla ilk gelen sirket olan ve 130 bin calisani ile yillik 50 milyar dolar ciroya sahip olan caterpillar * da ana ussu buyuk sehirlerde bulunmayan sirketlerden biri. sirketin ana ussu illinois eyaletindeki peoria sehri. sehirde insanlar hala "150 yil once buradan abraham lincoln gecip bir konusma yapmisti" diye ovunuyor, dusun yani (aslinda 1800'lerde bu sehir chicago'ya rakip olarak gorulmus ama chicago geride kalan 200 yilda deli gibi gelisirken peoria yerinde saymis, 1800'lerin sonunda burasi abd'de en fazla alkol urunu uretilen sehirlerden biriymis ama 1900'lerde alkol yasagi gelince sehir topluca iflas etmis). aslinda buraya "kasaba" yerine "kucuk sehir" demek daha dogru cunku nufusu 100-150 bin civarinda ama sirketin calisanlari genelde sehrin 10-15 km disindaki east peoria, morton, dunlap ve washington gibi ufak kasaba ve koylerde yasiyor. peoria chicago'ya araba ve trenle 2 saat mesafede oldugu icin burada yasayanlar haftasonlari alisveris ve gezmek icin chicago'ya gidiyor ama hafta boyunca ufak bir sehirde yasayip sakin ve huzurlu bir yasanti suruyor. bu sehirde hala mark twain zamanlarindan kalma pirpirli gemiler kullaniliyor.

    caterpillar'in eski dusmani ve rakibi olan ve yesil traktorlerle bilinen john deere'in ana binasi da peoria'ya 2 saat mesafedeki ve yine illinois eyaletindeki moline kasabasinda yer aliyor ("eski dusmani" dememin sebebi eskiden tarim alaninda da makinalari ve epeyce pazar payi olan caterpillar'in 2002'den beri tarim makinalari uretmemesi ve john deere'i bu pazarda yalniz birakmasidir). ilginctir ki illinois eyaletini kesen 2 buyuk nehir olan illinois ve mississippi nehirlerinden birinin hemen dibinde cat digerinin hemen dibinde deere var. yani sirketlerin rekabeti ayni zamanda iki nehrin rekabetine benziyor. john deere sirketinde calisanlarin bazilari her ne kadar beyaz yakali olsa da ciftlik yasantisi suruyor ve haftasonlari ata binmek, tarlaya misir ekmek gibi aktivitelerle ilgileniyor. boylece koy yasantisi yasamak icin kariyeri bir kenara birakmanin gerekmedigi de ortaya cikiyor.

    nike sirketinin ana binasi oregon'un beaverton kasabasinda. 93 bin nufusa sahip olan kasaba eyaletin en buyuk sehri olan portland'in disarisinda kaliyor ve etrafinda doga sporlariyla ilgilenenler icin bir daglarla, nehirlerle ve ormanlarla kapli bir alan sunuyor. bu kasabanin biraz yakininda, portland ile pasifik okyanusunun arasinda yer alan hillsboro kasabasinda da intel sirketinin 3 adet kampusu bulunuyor ve burada kendi alaninda dunya'nin en iyisi olan cok sayida muhendis ve bilim adami calisiyor. burada calisip yillik 200+ bin dolar alan muhendisler biliyorum (ek bilgi: sirketin hillsboro'daki kampuslerinin arka bahcesinde calisanlarin sebze meyve ekmesi icin ayrilmis bolumler mevcut. insan kaynaklarina gidip bir form dolduruyorsunuz ve kendi alaniniza kavusuyorsunuz. sirketin arka bahcelerinde organik tarim yapan adamlar var).

    abd'nin en buyuk havayolu sirketi american airlines'in ana binasi dallas'a bir saat mesafedeki fort worth kasabasinda. her ne kadar burasi 700 binlik nufusuyla "kucuk kasaba" sayilamasa da cogu buyuk sehrin gurultu ve sorunlarinda uzak bir yer olarak dikkat cekiyor. 1988'de baris manco reyiz bu sehri ziyaret etmisti ve sehrin bugunku hali de o zamankinden pek farkli degil. izlemek isteyenler suraya tiklasin.

    bunun disinda ford, boeing, microsoft, general motors gibi bir cok sirket her ne kadar ana binalari buyuk sehirlerde olsa da bir cok kucuk sehir ve kasabada arastirma gelistirme tesisi isletiyor ve buyuk sehirde calismak istemeyen calisanlarina buralarda calisma imkani sagliyor. bunlar sirf benim bildiklerim (birkac sene once bu konuyu bizzat arastirdigim ve burada bahsettigim bazi sirketlerle bazi projelerde calistigim icin biliyorum). bilmedigim de onlarca, hatta yuzlerce ornek oldugundan eminim.

    bu tur kasabalara hayat bir south park, bir simpsons edasinda geciyor. herkes birbirini taniyor ve kasabada olup bitenlerden herkes haberdar oluyor.

    simdi de kendi koylu yasantimdan ornek vereyim. abd'nin en buyuk teknoloji sirketlerinden birinde calismama ragmen portland'a 45 dakika, okyanusa da 45 dakika mesafede ormanlik bir koyde yasiyorum. yasadigim yerin nufusu 2 bin civari. burasi eskiden kizilderililer'in avcilikla gecindigi ondan sonra da uzun yillar boyunca amerikali koylulerin odunculukla gecindigi bir yermis. daha sonra oregon dogayi korumak icin bir suru kanun gecirip odunculuga sinir koyunca isler degismis. simdi koyde yasayanlarin cogu intel veya nike sirketlerinde calisiyor veya bu iki sirketten birinden emekli olmus durumda.

    pazartesiden cumaya sabah 8'den aksam 4'e kadar calisiyorum. ogle tatilleri haric haftada 35-36 saat civari calismis oluyorum. sabah 8'de baslayan ise gitmek icin 7:20 gibi kalkiyorum, 10-15 dakikada hizlica bir dus ve hazirlanma evresinden geciyorum ve cabucak atistirdiktan sonra 7:45'te evden cikiyorum. (gerci bazi gunler toplanti filan yoksa oglene kadar evden calisiyorum) sonra su araba reklamlarindaki yollara benzeyen agaclarla kapli yoldan sifir trafikle geciyorum (istanbul'da yasayanlar resimlere bakmasin: resim 1, resim 2, resim 3), arada karsima cikan tek trafik ordek, tavsan, sincap, kugu gibi hayvanlardan olusan ceteler ama onlari sollamak zor olmuyor. aksam 4'te isten cikinca yine ayni guzargahi takip ederek 15 dakika icinde evde oluyorum. sonra kiz arkadasim o gun evdeyse onu evden aliyorum ve husky kopeklerimizle beraber aksam gunes batana kadar evimizin dibindeki ormanda takiliyoruz. bazen kosu yapiyoruz, bazen evden getirdigimiz yiyeceklerle piknik yapiyoruz. biraz otemizde bir irmak var ve sesi gece gunduz bize kadar geliyor. ilk tasindigimizda bu irmagin eve cok yakin oldugunu saniyordum ama yuzlerce metre mesafede oldugunu ogrenince sasirmistim. aldiginiz her nefesten zevk aliyorsunuz. etraf surekli taze kokuyor. hatta yagmur sonralarinda asla eve donmek istemiyorsunuz. haftasonlari da gunubirlik gezilerle okyanus kenarinda takiliyoruz.

    bu arada bir not ekleyeyim, yukarda resmini verdigim yollara dikkat edin, adamlar ormanin icinden gecen yol yapmislar ama sadece yolun gececegi kadar kesim yapilmis, yolun genisligi 5 metreyse sadece 5 metrelik yer acilmis. yani istanbul'daki yol insaatlarinda olan gibi bir agac katliami mevcut degil.

    "kariyer de yaparim koyluluk de yaparim" diyenlerdenim. kucuk yerde yasamanin bir suru avantaji var. ornegin havaalanlarinda hic sira beklemiyorsunuz. buyuk sehirlerde ucustan 2 saat once havaalaninda olmaniz gerekirken kucuk yerlerde ucak kalkmadan yarim saat once gelseniz yetiyor (park yeri de bedava). hayat sartlari da oldukca ucuz ve kazandigin paranin cogu cebinde kaliyor. canim buyuk sehir cekerse de yasadigim yere bir araba mesafesinde haftasonundan haftasonuna gidebilecegim buyuk sehirler mevcut. bazen nba maclari veya onemli konserler oldugunda otobus kalktigi bile oluyor. zaten acikcasi canim pek buyuk sehir cekmiyor. ormanlarin, agaclarin, tarlalarin arasinda bisiklet/araba surmek daha eglenceli geliyor.

    dusunsene, dunya'nin obur ucunda millet isid'la, rte'yle, pkk'yla ugrasirken senin en buyuk derdin "gecen gunku gibi yagmur yagsa da tarlalar bereketlense" seklinde. bir de yolda giderken insanin icini kemiren "karsima ceylan veya baska bir hayvan cikarsa aniden frene basmaya hazir olmaliyim" derdi var. bunlardan baska aklima hic dert gelmiyor. fener'in bu sene avrupa'dan erken elenmesini bile takmadim, otesi var mi? ben artik adeta bir selcuk sahin'im, bir ugur boral'im. sulalem raad panpa. boyle yerde yasayinca rahatlik insanin icine islemis. multi-milyar dolarlik sirkette mudur "bugun disarda hava cok guzel ya, isten erken paydos yapalim" deyip milleti eve saliyor ve kimse yadirgamiyor. koc sirketini topluca trakya'ya tasi anca o kadar olur.

    bisiklet dedim de aklima bir ani geldi. gecen arabayla bir yolu bastan basa katediyorduk ve onumuzde bir araba daha vardi. onun onunde de baldiri ciplak bir sekilde bisiklet suren bir genc vardi. normalde hiz siniri 40 mil yani 60 km ama bisikletli eleman 20 km'yle gittigi icin trafigi yavaslatiyor. birazdan onumuzdeki araba dayanamayip durdu ve kenara cekti. sonra da kornayi hafifce calip gence dogru bakti. ben de "oha dayak geliyor, kavga cikarsa ayirayim" diye kanada polisi gibi vaziyet almaya basladim. eleman gence dogru bagirarak "gunesin altinda baldiri ciplak bisiklet surmek zararli. al su gunes kremini sur" deyip gunes kremi uzatti. sonra da bisikleti gecip yola devam etti. ben de mal mal baktim. koylu adam samimi oluyor.

    hani bir klise vardir "amerika'ya gittim bir tane amerikali gormedim, her taraf cinli ve hindistanliyla doluydu" derler. iste kucuk kasaba ve koylerde yasayinca etrafiniz amerikalilarla dolu oluyor ve amerikalilarin nasil yasadigi hakkinda daha iyi fikir sahibi oluyorsunuz (bize 2 saat mesafede amish bile var ama onlari daha ziyaret etmedik. gelecek sene 14 subatta sevgilimi surpriz olarak amish koyune goturmeyi planliyorum, hatundan kafama odun filan yersem bu entry'i editlerim). ayrica kucuk sehirlerde insanlar cok daha sicakkanlilar ve cok daha icten davraniyorlar. bir gun supermarkette sepetiniz tikabasa yiyecekle doluyken yaninizdan gecen rastgele bir adam "ooo aksama ziyafet var galiba, keske beni de davet etseniz" diye laf atarak takilabiliyor. yine komsunuz kisin sabahin 7'sinde hava eksi 30 dereceyken sizin evinizin onundeki karlari temizleyip "kendi evimin onunu temizliyordum hazir kalkmisken seninkini de temizleyeyim dedim" diyebiliyor.

    bir de arada sirada evinizin onune hayvanlar dadaniyor ama onlari isterseniz besleyebilirsiniz. eger onlari beslerseniz evinizin onunden ayrilmiyorlar ve size korumalik yapabiliyorlar. mesela su anki koruma ordum bir adet tavsan, 2 adet kara ordegi ve cok sayida su ordeginden olusuyor.

    aslinda kasaba/koy hayatinin en sevdigim yanlarindan biri gece karanlik coktugunde gokyuzune baktiginizda binlerce yildiz gorebilmeniz. buyuk sehirlerde yasarken yildizlarin varligini bile unutmus haldeydim ve geceleri gokyuzu sonsuz bir karanliktan baska bir sey ifade etmiyordu. isik kirliliginin az oldugu kucuk sehir, kasaba ve koylerde gokyuzundeki yildizlar cok daha net bir sekilde gorulebiliyor ve her gece yildiz kaymasi yakalama sansiniz oldukca yuksek.

    devam ediyoruz...baslikta abd'de olup turkiye'de olmayan seyler diyor. bunlardan biri de kucuk kasabalarda ve koylerde bile alisveris magazalari olmasi. 15 bin kisinin yasadigi ufak bir kasabada bile en azindan gunde 24 saat acik bir wal-mart, 18 saat acik bir kroger ve en az 2-3 farkli magaza oluyor. yasadiginiz yer ne kadar kucuk olursa olsun arabayla yarim saat mesafenizde en az 6-7 magaza oluyor (bunun tek istisnasi wyoming, alaska gibi kuc ucmaz, kervan gecmez yerler). gerci bazen markete gidecekken 1-2 km otedeki markete degil de ozellikle 15-20 km uzaktakine gidiyoruz. boylece daha cok gezmis oluyoruz ve daha cok agac gormus oluyoruz.

    yani kisaca yukardaki entry'lerde sayilan yuzlerce marka bugun yok yarin var olan markalar. adamlar yarin turkiye marketine acilirlar ve 1980'lerden beri oldugu gibi abd'de olup turkiye'de olmayan marka bir anda turkiye'nin her yerinde satilmaya baslar. uzun vadede abd'de olup turkiye'de olmayan seyler arasinda en fazla dikkatimi ceken sey kucuk sehir, kasaba ve koylerde yasayip sanki buyuk sehirde yasiyormuscasina kariyer yapabilme sansiydi, ben de bu entry'i bu konuda yazdim. aslinda bu abd'ye ozgu bir sey degil cunku yukarda verdigim finlandiya orneginden anlayacaginiz gibi bir cok avrupa ulkesinde de bu imkan mevcut.

    turkiye'de de dogasi cok guzel olan, yesillik ve ormanlarla kapli yerler, kucuk sehir, kasaba ve koyler de var ama sorun buralarda kariyer yapma imkani olmamasi. bu da insanlari "kariyer" veya "huzur" arasinda secim yapma zorunda birakiyor. karadenizde ve akdenizde ormanlarin icinde ufak bir koyde kariyer yapma imkani olsa kim "hayir" der ki?

    bunun disinda aklima gelen baska ornekler kopek oteli ve kopek parki ama kopek parki turkiye'de son birkac yilda yayginlasmaya baslamis. ha bir de "ucuza araba kiralayip ucuz benzinle binlerce km yol alma" geyigi var ama eminim onceki entrylerde bunun bahsi gecmistir cunku bu zaten herkesin bahsettigi bir geyik. markalar deyince aklima ilk gelen marka monster enerji icecegi.

    ne diyordum? hah zenci cuku...

    o degil de biri bu entry'nin ilk kelimelerini okuyup gerisini okumadan gecse entry'nin uzunluguna bakip "adam zenci cuku hakkinda yazmis da yazmis, bu ne sevdaymis arkadas" diye dusunecek.

    edit: son bir sey daha ekleyeyim: su yukarda bahsettigim koy ve ufak kasabalar, resmini paylastigim agaclik yerler ve tarlalar filan var ya, istisnasiz tamaminda internet hizi 4g. test edildi, onaylandi.

    edit 2: ozelden bir suru mesaj geldi ve ekleme yapma ihtiyaci duydum. bu bahsettigim sey sadece ozel sektorde yapilan kariyerler icin gecerli degil, aynisi akademik kariyerler icin de gecerli. ulkenin onde gelen bir cok universitesi bu tur koy ve kasabalarda yer aliyor.

    edit 3: "yukarda saydigin yerler icinde sen hangisinde yasiyorsun?" diye sorulmus. gecen haftaya kadar illinois'teydim, yani caterpillar'in oldugu peoria bolgesindeydim ama su anda yine yazida anlatilan yerlerden biri olan oregon'dayim. yani artik yukarda anlattigim koyde yasamiyorum ama simdi yasadigim yerin de cok buyuk oldugu soylenemez. yukarda bahsettigim hayat stilinin cok degistigi de soylenemez.

    oregon demisken: (bkz: #57436242)

  • + neden şaktar?
    - çünkü okunduğu gibi yazılması lazım.
    + neden mönşengıladbah değil.
    - çünkü latin o.
    + peki neden latin olan okunduğu gibi yazılmamalı ya da sadece başka alfabelerden dönüşenler böyle yazılmalı?
    - çünkü biz de latin alfabesi kullanıyoruz.