hesabın var mı? giriş yap

  • 1707-1782 yılları arasında yaşamış ve yaşamı boyunca 16 kere ikiz, 7 kere üçüz ve 4 kere de dördüz olmak üzere toplamda 69 çocuk doğuran rus köylüsüdür. doğurduğu çocuklardan sadece 2 tanesi ölmüş 67 tanesi yaşamıştır.

    marie m. clay çıkaracağı kitap için araştırma yaparken 1800'lü yıllardan valentina'nın hikayesini anlatan bir dizi makaleye ulaşmıştır. clay makaleler ile günümüze ulaşan hikaye arasında bazı farklılıklar olduğunu belirtse de birçok tarihçi hikayenin makul miktarda gerçeklik içerdiğini düşünmüştür.

    guinness rekorlar kitabı hikayeyi resmi olarak rekor kabul edecek kadar makul bulmuştur ancak hikayenin güvenilirliğini sarsan en büyük etmen çocuk doğurmanın gerektirdiği emek yüküdür.

    stanford'nda doğum ve jinekoloji doçenti olan valerie baker, "doğa bu tip durumlara sınırlar koymak ister. hamilelik bir kadının vücudunun yaşadığı en zor fiziksel şeydir." diyor. doğum yapan kedi ve köpeğinizin bile her doğumda ömrünün kısaldığını düşünürsek haklı da...

    özellikle hikayenin geçtiği dönemde hamilelik doğum yapacak kişinin hayatı için büyük risk teşkil ediyordu. yetersiz hijyen ve gelişmemiş tıp teknikleri (daha önce elektrikli testerenin bile doğumlarda kullanılmak üzere icat edildiğini yazmıştım. #121863867) nedeniyle ölüm riski oldukça fazlaydı.

    kaldı ki hikayede bahsedilen ve komplikasyon riskinin çok daha yüksek olduğu çoklu doğumlar (ikiz, üçüz ve dördüz) hikayeyi daha da güvenilmez kılmaktadır. ikiz doğum bile oldukça nadir ve bunu 16 kere gerçekleştirip hayatta kalmak astronomik bir ihtimal iken 7 kere üçüz, 4 kere de dördüz doğurmak mucizeye yakın uç bir örnektir.

    hikayeyi anlatacak olursanız "guiness rekorlar kitabı'nın yalancısıyım" demeyi unutmayın. kendileri hikayeyi yeterli bulmuş ise bize pek laf söylemek düşmüyor.

    kaynak

  • dun the way of caesar diye bir kitap okuyordum, malum kisinin biyografisi. diyordu ki efem bu julius caesar oyle bir statuye ulasmis ki, insanlar sonunda bunun normal insanlar gibi dogduguna inanmayip, annesinin karninin kesilerek zorla cikarildigi yonunde efsane uydurmuslar, bu da sezaryen kelimesinin dogumuna neden olmus.

    hadi len diyerek wiki'ye basvurdum, megersem bir dogruluk payi varmis. caesar'a benzeyen bir kelime, anne karnindan kesmek manasina gelen ve o donemlerde sezaryeni anlatan bir deyim icinde kullaniliyormus. caesar'in zamaninda da, bazi insanlar bu ismin o kokten geldigini vurgulamak icin boyle bir hikayeye yer vermisler, ama caesar aile ismi bu deyimden de oncesine dayandigi icin bu hikayeler sonucta uydurmaymis. ote yandan caesarin zamaninda ilgili bir kanun cikmis, olen hamile bir kadinin bebegini kurtarmak icin yapilacak prosedurmus, adi da lex caesarea. gunumuzde kullanilan kelimenin kokeni de muhtemelen bu kanunmus ama ilginc olan, kanunun etimolojik olarak ilk bahsettigim deyimden degil, caesar'dan turemis olmasi, muhtemelen kendisi hakkinda uydurulmus bu hikayenin ve adamin gucunun etkisiyle. hatta almancadaki kelime direkt olarak julius caesara gonderme oldugu icin (muhtemelen kaiser kelimesinin sezarin unu dolayisiyla kullanilagelmis olmasindan) sezaryenin ingilizcede dahi direkt olarak adamin kendisinden gelmis olmasi, kanunun filan etkisinin olmamasi da bir ihtimal.

    sonuc olarak, hayatimda daha once sezaryen kelimesinden bu yonde suphelenmemis olmama sastim kaldim. halbuki eskiden zekama hayrandim, bir nevi platonik ask yasiyordum onla narsist bir sekilde.

  • baslik yetismedi ama su aslen:

    karanlikta inilen ya da cikilan merdivenin var olmayan son basamagi gerilimi ve yanilsamasi

    karanlikta merdivenden inilmesi halinde var olmayan son basamaga basmak istegi dizkapagi ve kalcaya dogru yayilan siddetli bir aciya, cikilmasi halinde ise antep yoresinden halk oyunlari figurune donusmesi ile sonuclanan varsayimsal basamak.

    zorlasam kesin paralel bir tecrubeye, hayattan baska bir soyut ornege baglarim. karanlikta merdiven cikmak, inmek "hayat da boyle degil midir"lesmeye cok musait bir imgelem.

  • olay üniversite yıllarında yaşanmıştır. sene 1999 ya da 2000 tam hatırlamıyorum.

    mevsimlerden kış, yeni yağmur yağmış, sabah 8 civarı. okula gitmek için otobüs durağında bekliyorum. durak okuldan önceki 4. durak. benimle beraber durakta 2-3 kişi daha ya var ya yok. bu sırada etrafımızda bir adet normalde beyaz olan ama kirden artık grileşmiş bir sokak köpeği dolanıyor. ufak süs köpeğini andırdığı ve tehlike yaratmadığı için kimse sallamıyor, dolanıyor kendi kendine. ama köpek ısrarla durak çevresinde dolanıyor, uzaklaşmıyordu. neyse otobüs yanaşır, herkes biner, otobüs tam hareket edecek, o ne, bizim köpek de arkamızdan otobüse atlar. millet şaşkın şaşkın bakarken köpek söföre yanaşır, şöyle bir bakar, sonra otobüsün arkalarına gidip koltuklardan birinin altına yatır. yol boyunca arada kalkar otobüsü falan dolanır sonra tekrar yerine döner. okula gidene kadar otobüs 3 kez daha durup yolcu almıştır fakat bizim köpek hala daha otobustedir. sonunda otobüs okula varır, herkes iner tabii bizim köpek de arkamızdan. bir de ne görelim, okul önünde çimlerin üzerinde 2 köpek daha, bizimkinin arkadaşları, meğer bizim köpeği bekliyorlarmış, hemen kaynaşırlar ve oynaya zıplaya uzaklaşırlar. biz dumur, otobüs kullanan köpek görmüşüzdür.

  • seviyorum bu insanları, gördükçe keyifleniyorum. modern, yobaz olmayan bir şehirde yaşadığımı görüyor, erzurum, yozgat vb. gibi şehirlerin de kendilerini aşmasını can-ı yürekten diliyorum.

    sonuçta her koyun kendi bacağından asılır. içki içenlere afiyet olsun, oruç tutanların da allah kabul etsin.

  • takımı aşağı yukarı şöyle yönetiyor:

    space-space-space-space-space

    tactics - standard - 4-4-2 attacking

    ask to pick - oğuz çetin

    proceed to match? - yes

    space - space - continue game

    go on holiday - until next game

  • artist's shit ve artist's breath şeklinde kendini ifade etmesinin yanısıra, artist's autograph* ile de canlı insanların vücuduna imza atarak onların bile sanat malzemesi haline getirilebileneceğini savunan şahsiyettir. marcel duchamp'nın üstündeki etkisi barizdir.