hesabın var mı? giriş yap

  • bahçede çalışan ya da sabahın kuru ayazında işe giden kadınlar değil de, işte, yurtta, kapalı mekanlarda yani, üşüdüğünü, çok soğuk olduğunu, ince narin yapısının buna dayanamadığını sürekli tekrarlayan kadınlar arasında var bu durum. ben hiç sıkıntı çekmedim, el üstünde büyüdüm, çok nazlıyım vs. bir sürü alt metni var bu çok üşümenin.

    edit: dolmuşlarda camı açma ceyran çarpıyor diyen teyzeler de bambaşka bir konumuz olacak.

  • ayni etki insanlarin aldigi maaslarda da gecerlidir. daniel s. hamermesh ve jeff e. biddle isimli iki ekonomistin 1994 yilinda yayinlanan beauty and the labor market baslikli makalelerinde yaptiklari empirik calismalar sonucunda guzel gorunumlu kisilerin normal gorunumlu kisilere kiyasla daha yuksek maas aldiklari, normal gorunumlu kisilerinse cirkin gorunumlu kisilere gore daha fazla maas aldiklari sonucu cikmistir. akademisyenler burada 'goreceli guzellik' kavramini kullanmislardir.

    aslinda konunun esas dinamikleri sosyoloji, felsefe ve psikoloji gibi farkli disiplinlerle incelenebilir. bahsi gecen makalenin giris cumlesi de "he (aristotle) used to say that personal beauty was a better introduction than any letter." diyerek felsefeye goz kirpar. cogu kisisel gelisim veya is hayatinda etkili imaj minvalinde verilen egitimlerde de kisisel gorunumun onemine deginirler. bunlarin birisinde edindigim bilgiye gore gorunumun karsi taraf uzerindeki etkisi %70'mis (tabii bu bilginin dogrulugunu sorgulayinca tatmin edici bir cevap alamadim). sizin icin guzellik ikinci veya ucuncu planda olabilir. ama cevrenizdekilerin buyuk cogunlugu icin bu boyle degil maalesef. o yuzden guzel veya iyi gorunmekte her zaman fayda vardir.

  • ağır sapık tanımlamasının her köşesini hakkıyla doldurabilen roma imparatoru. kız kardeşi dursilla'ya tecavüz etmiş, atını konsül olarak atamıştır. doğum günü 31 . ağustos . 12'dir. gerçek adıysa gaius caesar augustus germanicustur.

    caligula aslında "küçük ayakkabı" demektir. efendim?

    üç yaşındayken giydiği asker üniformasının içinde çok tatlı göründüğünden ötürü askerlerin ona sen aşırı derecede sevimli bir şeysin diyerek taktıkları isimdir. tabii neyle raksettiklerini bilmiyorlardı. caligula bu isimden her zaman nefret etmiştir.

    eee... koca roma imparatoruna ayakkabıcık demek pek mantıklı değil, deli olan roma imparatoruna öyle seslenmek hiç mantıklı değil.

    babası germanicus dahil olmak üzere dönemin roma imparatoru tiberius tarafından ailesi bir bir katlediliyor. tabii bunlar söylentiden öteye gitmemekte sonuçta tiberius'un , bir başka koca roma imparatoru, bir çocuğun tüm ailesini öldürüp sevimli diye himayesine alıp bu yediği bıldır hurmaların çıkacağı sonu düşünmemesi düşünülemez değil mi?

    pek de öyle değil, sonuçta caligula göstermiştir o koca roma imparatorlarının ne olabileceğini.

    neyse o bıldır hurma 16. mart .37'de tiberius'u boğarak öldürüyor. bunu yapanın kim olduğu pek bilinmese de (rivayetler yine caligula ve arkadaşını gösteriyor) tahta caligula'nın oturduğu gerçeğini değiştirmiyor.

    daha tiberius'un kıçına pamuk tıkılmadan 28.mart'ta caligula kıçını roma tahtına oturtuyor ve ne oluyor biliyor musunuz? halk, senatörler falan herkes seviniyor. çünkü tiberius da pek sevilmeyen biriydi. şimdi gelen gideni andırır mı göreceğiz.

    şaşırtıcı bir biçimde her şey ilk aylarda normal gidiyor, sonra caligula hasta düşüyor ve başka bir insan olarak "iyileşiyor". hemen tiberius'un amcası dışında tüm ailesini öldürtüyor. claudius kim oluyor peki ? bir sonraki imparator hahaha!

    neyse içindeki keyif pezevengini serbest bırakan caligula iki sene içinde roma ekonomisini batırıyor. çare olarak da vergilere abanıyor. halk homurdanıyor pek çalıyorsa benim paramı çalıyor kardeşim durumu yok ortada, sonuçta senatörlere de yansıyor bu memnuniyetsizlik.

    parayı sadece zevkine mi harcıyor? evet dönemin en büyük projelerine girişiyor. sırf kahinin biri laf soktu diye ("senin imparator olma ihtimalin bailiae körfezini at üstünde geçmekle eşdeğer!'") bailiae körfezindeki puteoli limanından körfeze doğru giden ama bir yere varmayan bir köprü inşa ettiriyor. üstüne büyük iskenderin zırhını giyiyor ve atı ıncatius'ın sırtında köprünün ucuna gidip geri geliyor. (bkz: diktatör olunca yapılan ufak şımarıklıklar)

    aynı zamanda dönemin o zamana kadar görmediği büyüklükte iki gemi yaptırıyor. biris resmen sırf parti yapmak için inşa ediliyor.

    yaptığı en delice iş yine de bu değil. britanya'yı alacağım diye ordusunu topluyor ve sefere çıkıyor. sonra ne mi oluyor? deniz kenarına vardığında vazgeçiyor ve askerlerine deniz kabuğu toplatıyor.

    neyse nasıl yaptırdığı köprünün ucuna kadar gidip geri geldiyse o seferden de aynen geri dönüyor. sonra başka bir şey yapıyor.

    m.s 40 yılında tanrı olduğunu iddia ediyor. çüş.

    adına tapınaklar inşaa edilmesini ve insanların kendisine tapınmasını emrediyor. hazır başlamışken bir heykelimi de kudüs'e dikin diyor.

    sonra tanrı olarak tapılmak üzere iskenderiye'ye taşınacağını duyuruyor. eeehtera beeyh diyen senatörler bir kumpas kuruyor ve 24.ocak.41'de caligula imparatoprluk muhafızları tarafından öldürülüyor.

    ondan geriye bir sada kalıyor işte.

  • cnn türk canlı yayınında sırrı süreyya önder'in ''kürtler kimseye muhtaç değil ama herkes kürtlere muhtaç'' şeklinde sarfettiği söz.

    arkadaş ''bu ülkede kimse kimseye muhtaç değil her insan bir bireydir'' demek bu kadar mı zor.

    sosyalist diyor bi de bu abi kendine.

  • vardır böyle insanlar. ama benim başıma bundan daha ağırı geldi.

    bir gün aynı ofiste çalıştığım bir kızla iş için beşiktaş'a gittik. arabayı kadıköy'de park edip vapurla geçtik karşıya ve bir saat verip beşiktaş iskelesi'nde buluşmak üzere sözleştik.

    ben saat yaklaşırken başladım beklemeye. sonra saat 5-10 dk geçince aradım bunu ve bana; ayh yoldayım geliyorum, çok sıcak, şöyle oldu, böyle oldu gibi şeyler söyledi. ben de beklemeye devam ettim. 10 dk oldu 20 dk, 20 dk oldu yarım saat... ben bunu tekrar aradım, ne kadar sürer gelmen diye ve yine aynı rahatsız ifade ile 10-15 dk sonra oradayım dedi.

    ben de beklemekten sıkıldığım için barbaros bulvarı'ndaki starbucks'a kadar yürüyeyim hem bir kahve alırım hem de vakit geçer dedim.

    starbucks'a bir girdim ki ne göreyim. bu, masasında bitmiş bir kahve bardağı elinde bir dergi oturuyor. yanına gidip selam verdim sakince.

    beni görünce şeytan çarpmışa döndü ama öyle bir hale geldi ki açıklama bile yapamadı. nedenini bile sormadım çünkü bu kötücüllükte olan insanlara asla "neden" diye sorulmaz.

  • vatan haini değilseniz korkulacak bir şey yok deniyor da, kardeş, dünyanın hiçbir yerinde vatan haini kalıbı bu kadar muğlak olmamıştır. cb'ye hede hödö desek içeri alınacak kıvamdayız şuan.

    düşünsene ajan değislin, hain değilsin, terörist değilsin ama iktidara en ufak laf edersen vatan haini ilan edilebilirsin. kimse de edilemeyeceğinin garantisini veremez. o noktada değil mi iş? ben mi paranoyaklık yapıyorum?

  • endişe ile gözlemlediğim durum.

    farkında mısınız? her geçen günle birlikte değerlerimizi biraz da yitiriyoruz. çivi çakmasını bilmeyen insanlar türk genciyim diye dolaşıyor ortada.

    övünmekten hoşlanmam, ancak ben her zaman hırdavata yatkın olmuşumdur. menteşesi çıkmış bir kapıyı üç dakika içinde onarabilirim. izolasyondan anlarım. birkaç gram cam macunu ve tek kutu silikonla harikalar yaratırım.

    benim gibilerin sayısının git gide azaldığını üzülerek görüyorum. zira, testere, çekiç tutması gereken körpe eller kıyasıya tinder kaydırıyor. çivi tutması gereken ağızlar beğeni geldiğinde kıvrılıyor. bu böyle olmaz!

    misal, geçenlerde birine "tut şu boruyu. ben de bu arada penseyle kenarlarını bükeyim ki yerine rahat girsin" diyorum. ürkekçe tutuyor. penseyle sert bir hamle yaptığımda boru hemen kayıveriyor elinden. "neden böyle oldu?" diye soruyorum. "abi ben anlamam bu işlerden .kitap okurum. tiyatroyu severim" diyor. " evladım ben de kitap okurum" diyorum ." sor bir edgar allan poe ,bir frank herbert anlatayım saatlerce" diyorum. "bu bir bahane olmamalı bence. kitabını okuyacaksın , tiyatrona operana gideceksin. ama hırdavatını da ihmal etmeyeceksin. atatürk geleceği sizlere emanet etmiş. akıllı olun biraz" diyorum.

    kolları da incecik oluyor bunların. babalarımıza, dayılarımıza bakalım. hepsinin bilekleri kalın.

    hırdavat sanatına vakıf olabilmek için çaba göstermeliyiz. çalışalım çocuklar! tamir etmek için bir şeylerin bozulmasını beklemeyelim! ben ,şahsen, canım sıkıldığında yatak odamdaki gardrobumu söküp tekrar monte ediyorum. mutfağın musluğundaki contayı çıkarıp banyonunkine takıyorum. banyonunkini de mutfağınkine...havalandırmak için pencereyi açtığımda kendimi tutamıyor, beyaz plastik boya ile köşelerinden güzelce geçiyorum. herkes uğraşsın! tekrar eskisi gibi olalım! hem mutlu bir evlilik sürdürmek için de böyle işlerde biraz maharetli olmak şart kanımca.

    milletçe doğalgaza geçtik .tüpçü kabusumuz sona erdi. ama tesisatçılar, tamirciler; bunlar hala birer tehdit olma özelliklerini sürdürüyor. ben korkarım arkadaşım! filmlerden hepimiz görüyoruz kadın milletinin tamircilere, ustalara ne kadar meraklı olduğunu. gün geçmiyor ki bunun bir yeni örneğini ekranlarımızda görmeyelim. kısa bir tamir faslının ardından, hanımlar ustanın maharetleri karşısındaki zaaflarını gizleyemiyor ve şimdi burada yazmamın yakışıksız olacağı pek çok hadise cereyan ediyor. bunun böyle olmasına izin vermeyelim! hanımlarımıza sahip çıkalım! eve usta çağıracaklarına "bizim bey halleder" diye düşünüp akşamı beklesinler.

    delik çok genişse kibrit çöpü tıkayıp çiviyi öyle çakabiliriz. yıldız vidayı düz tornavidalarla açamayız diye düşünmeyelim. bazıları açıyor. keserin arkasıyla çivi çakarken ürkek olmayalım. galiptir bu yolda mağlup! haydi çocuklar!