hesabın var mı? giriş yap

  • "kampüste mühendisler, kantine dizilmiş oturuyorlar, karşılarinda, işletme okuyan çocuklar kollarında, esmerler, kumrallar, birbirlerini öpüyorlar, dolaşıyorlar. o mühendis aklından geçiriyor 'benim de böyle bir sevgilim olsa, ben de taksam koluma böyle birini 'diyor. 'arkadaş bunlar bize neden bakmıyorlar' diyor, 'bizde niye yok' diyor."

  • sizi aptal yerine koyması
    siz aptal yerine konulurken seyirci kalması
    sözlerinin ve davranışlarının tutarsız olması
    egosunun kalbindeki sevgiden büyük olması

  • bir cogumuz icin karanlik caglar denildiginde aklimiza ilk gelen dönem 800 ile 1400 lerin ortasi yani ortacag gelir. veba, fakirlik, hic bitmeyen savaslar...

    ama aslinda oyle degil.
    ınsanlik tarihinin en kotu donemi 536 senesinin ilk aylari ile 537 senesinin son aylari yani yaklasik 20 aylik bir dönem. tam anlamiyla karanlik cag da diyebilecegimiz bir tuhaf zaman dilimi.

    20 ay boyunca gunesin olmadigini dusunun. 20 ay boyunca yari karanlik bir dunya da yasiyorsunuz. gunes olmadigi icin tarim bitiyor, aclik had safhada.
    kuresel isi dusuyor. o zamanlarin istanbuluna yaz ortasinda kar yagiyor. hem de oyle bir iki dakikaligina serpistirmiyor 3 gun boyunca kar firtinasi ile bogusuyor bizans.
    cin ile misir da ayni durumda, avrupa ise daha da bitik.
    bugun ırlanda, almanya, fransa olan bolgeler bu doneme "times of the bad breads" diyor.

    ve tum bunlar krakatoa ve ilopango yanardaglarinin 5 ay arayla patlamasi ile olusuyor.
    tum dunya yaklasik iki sene surecek kalin bir toz tabakasinin altinda yasamak zorunda kaliyor.

    aclik yuzunden kanibalism basliyor. kucuk kasabalar biraz daha buyuk kasabalar tarafindan sadece biraz daha bugday bulabilmek icin yagma ediliyor.
    kuzey de feodal krallar fakir halktan hergun rastgele birini secip karinlarini doyuruyor arta kalan kemikleri ise yine fakirlere atiyorlar. o fakirler arasinda muhtemelen biraz once yenilen kisinin esi ya da cocuklari da var...ama aclik insanlari bu duruma getiriyor.

    dramatize ettigimi dusunuyorsunuz ama sahiden de tum bunlar yasaniyor.
    bizans'li tarihci procopius gunlugune " bugun 18. aya girdik, gunes hala dunya yi ay isigi kadar aydinlatmakta" diye not dusuyor.

    bizans imparatoru 1. justinian bir yasa ile 537 de imparator olur olmaz kanibalizmi yasakliyor.
    ama alinan hicbir onlem aclik ceken insanlari durdurmaya yetmiyor.

    roma imparatorlugunda binek hayvani kalmiyor. 537 senesinin ilk aylarinda imparatorluk ahirlari ac roma halki tarafindan yagma ediliyor. ne imparator ne de askerler hic birsey yapamiyor.

    bu donemde 18 ay boyunca gunes isigindan hic yararlanamayan insanlik "d" vitamini eksikliginden de muzdarip olmaya basliyor. normal bir sekilde attan inen bir erkek bacagini kirabiliyor. sakat kalan insanlarin ise hic sansi olmuyor. sakat kalanlar saglamlar tarafindan gida olarak gorulup ölduruluyorlar.

    yine d vitamini eksikliginden kel insan sayisi artiyor. dogan her 10 bebekten sekizi rasitizm hastaligi ile dogmaya basliyor.

    ekonomik olarak tuhaf gelismeleri de pesinden getiriyor bu donem. ınsanoglu uzun zamandir ilk defa paranin yenemeyecegini anliyor. kimse altin ya da zumrutun yuzune bakmiyor. ucretler bugday, yumurta, kurutulmus et gibi gida urunleriyle odenmeye baslaniyor.

    dunya nufusu 535 senesinde yaklasik 190 milyon. 537 senesine geldigimiz de bu sayi yaklasik 100 milyona dusuyor.

    ve bugun yasanan ya da gecmiste yasadigimiz bir cok felaket 536 ile 537 senelerinin karanligi yaninda gulluk gulistanlik kaliyor.

    ılgilenenlere link

    https://www.researchgate.net/…t_century_perspective

    https://history.fas.harvard.edu/…e_mag_re_ad536.pdf

    https://www.science.org/….1126/science.362.6416.733

  • yok israil roket atmis, yok isid hebe hube..

    geciniz. patlamanin seklinden anlasiliyor ki, daha ufak capta bir yangin var ve gene soylenenler gibi ordaki amonyum nitrat deposuna ulasti ve olan oldu.

    sunu da soyleyim, eger dendigi gibi 2700 ton amonyum nitrat (gubre hammaddesidir) patladiysa, beyrut diye bir sehrin hala olduguna dua etmek gerekiyor. allahtan blastin yarisi denize gitti. dort tarafi cevrili olsa daha beter sonuclari olurdu.

    ne olurdu diyenler icin sizi basf'in oppau faciasina alalim:

    https://www.taproot.com/…ppau-explosion-in-germany/

  • kullandığım parfüm ortalama fiyat skalası 200 liranın hayli üzerinde ve bir parfüm 6-8 ay kullanımı sürebiliyor. günde 1 paket sigara içsem 10 lira, 6 ayda 180 gün yapar, 180 günde 1800 lira yapar ki, sigara içmediğimi düşünürsek, senden daha az maliyetli ve senden çok daha güzel koktuğumu söyleyebilirim.

  • su fed konusunda herkes birseyler karalamis ve bu konuda bilgisi az olanlarin veya hic olmayanlarin kafasi karismis. fed nedir, ne ise yarar, bilale anlatir gibi aciklayayim.

    soru 1: fed nedir?

    cevap 1: fed abd merkez bankasidir.

    soru 2: fed'in gorevi nedir?

    cevap 2: fed'in kendisine gorev belledigi 2 sey var ve geri kalan hersey bu iki seye bagimli. ilk olarak abd'deki enflasyonu belli bir cercevede stabil halde tutmak, ikincisi de abd'deki issizlik oranini stabil olarak belli bir cercevede tutmak.

    soru 3: nasil yani? neden "enflasyon ve issizligi sifirlamak" demedin de "stabil hale getirmek" dedin? fed'in amaci bunlari sifirlamak degil mi?

    cevap 3: hayir. fed'in amaci enflasyonu %2 civarinda, issizligi de %3-4 civarinda tutmak. fed her ne kadar ne enflasyonun ne de issizligin artmasini istese de bunlarin sifirlanmasini da istemiyor. fed'in gozunde (ve kapitalizmde) issizligin sifir olmasi demek sirketlerin calistiracak eleman bulamamasi demektir. issizligin %3'un altina inmesi maaslari kontrolsuz bir sekilde arttiracagi ve sirketler mevcut isciler icin rekabete girip zarar etmeye baslayacagi icin fed issizligi bu rakamin altina indirmek istemiyor. enflasyonun da sifirlanmasi istenmiyor cunku enflasyonun sifirlanmasi demek uretilen hizmet ve urunlere olan talebin azalmasi demektir. zira kapitalizmin bir numarali kurali esya ve hizmetlerin bedelinin arz-talep dengesinde olmasidir. ekonomilerin saglikli bir sekilde buyumesi icin enflasyonun %2 civarinda tutulmasi ongorulmustur.

    soru 4: fed issizligi ve enflasyonu nasil etkilebilir ki? ornegin issizligi dusurmek icin sirketleri eleman almaya mi zorluyorlar?

    cevap 4: fed'in elinde 2 tane arac var. biri piyasadaki para hacmini arttirmak, digeri de kisa donem faiz oranlarini belirlemek. fed bu ikisini kullanarak ekonomiye direk olmasa da dolayli yoldan etki yapmayi planliyor. faiz oranlarinin kisa donemde ekonomiye 3 etkisi var: 1) faiz oranlari dusukse insanlar paralarini bankada tutmak yerine harcarlar veya yatirim yaparlar, 2) faiz oranlari dusukse sirketler borc alip yatirim yaparken daha cesur davranirlar, 3) faiz oranlari dusukse insanlarin borc alip odemesi kolaylasir. kisaca faiz oranlari dusukken para biriktirme oranlari duser, yatirim ve harcamalar artar ve bu ekonomi icin kisa vadede iyidir ama uzun vadede enflasyona sebep olur. bu yuzden enflasyonun ilk isaretleri gorununce faiz oranlari yeniden yukseltilir.

    soru 5: fed faizleri dusurunce turkiye, cin, brezilya gibi gelismekte olan ulkeler bundan nasil nasipleniyor?

    cevap 5: para parayi ceker derler, ki sonuna kadar dogrudur. simdi bir bankamiz var ve banka parasini faiz veren bir yere yatirip parasina para katmak istiyor, zira bankanin musterileri de kendilerine faiz odenmesini istiyor. abd devleti dolar adli para birimine hakim oldugu icin abd devletine verilen borclar en guvenli borc olarak kabul ediliyor. yani ben abd'ye dolar uzerinden borc verirsem o borcun geri odenecegini bilirim. bu yuzden abd'ye borc verirken faiz orani daha dusuk tutulur. ornegin abd'de 10 yillik borc vermenin faiz orani %3 ise turkiye'de 10 yillik borc vermenin faiz orani %7-8 olabiliyor. bu durumda banka "ben parami odemesi garanti olan abd'ye mi yatirayim yoksa kucuk de olsa risk tasiyan turkiye'ye yatirip daha mi cok faiz alayim" diye dusunuyor. abd'deki faiz oranlari dusunce bankalar daha fazla faiz kazanabilmek icin baska ulkelere borc verip risk almak zorunda kaliyor. bu yuzden turkiye, brezilya gibi ulkeler bu durumdan nasipleniyor.

    soru 6: sonra fed paralari geri mi cagiriyor?

    cevap 6: burada "geri cagirma" diye bir sey yok. fed faizleri arttirinca dogal olarak paranin bir kismi riskin daha az oldugu abd'ye geri donuyor. aslinda fed sadece kisa donem faiz oranlarini belirliyor. yani uzun donemde yine faiz oranlarini pazarin kendisi belirliyor.

    soru 7: o nasil oluyor?

    cevap 7: simdi abd devleti borc alacagi zaman bankalara, sigorta sirketlerine, cesitli ulkelere filan gidip "100 milyar dolarlik borc almam gerekiyor" diyor. bu kisi ve kurumlar da "borc veririz de yuzde kac faiz verirsin" diyorlar. abd %4 deyince bazilari vazgeciyor bazilari "bana uyar reyis" diyor. eger "bana uyar reyis" diyenlerin verecegi borc toplamda 100 milyar dolara ulasirsa olay kapaniyor. yok eger bu adamlarda sadece 80 milyar dolar varsa geri kalan 20 milyar dolari alabilmek icin faiz orani yukselecektir. abd bu kez vazgecenleri ikna etmek icin %4 yerine %5 vermeye calisacaktir. bunun tam tersi de gecerli. abd %4 faizle 100 milyar dolar borc almak istiyor ama piyasada abd'ye borc vermek isteyen o kadar cok banka ve kurum var ki 200 milyar dolar para toplaniyor. bu durumda devlet de "madem herkes bana borc vermek istiyor, ben de sadece %3 faiz oderim" diyor.

    soru 8: peki bu uzun vadede halkin kullanacagi faiz oranini nasil etkiliyor?

    cevap 8: amerikali john abimiz teksas'ta (bu kez oregon degil teksas'i ornek veriyorum) ev alacagi sirada bankaya gidip kredi cekiyor. bankadan 200 bin dolar ceken john abimize banka "ben bu parayi sana %5 faizle veririm cunku amerika devleti bile borcuna %4 faiz oduyor" diyor. bu durumda abd devletinin odedigi faiz orani abd halkinin ev kredisi alirken odedigi faiz oranini belirliyor.

    soru 9: peki bu turkiye'deki tuketiciyi nasil etkiliyor?

    cevap 9: abd'de ekonomi yavaslarsa bankalar borc verecek adam bulabilmek icin faizleri dusuruyorlar. bu da ise yaramazsa bu kez yabanci bankalara dolar bazli borc vermeye basliyorlar. yabanci bankalar da kendi ulkelerinde borc verirken bu faiz oranini baz aliyor. boylece fed'in belirledigi ve amerikan hukumetinin kullandigi faiz orani turkiye'de ev kredisi almak isteyen mehmet agayi etkilemis oluyor.

    soru 10: bu arada dolar niye deger kazaniyor?

    cevap 10: abd'deki faiz orani artinca herkes abd'ye borc verip garanti faiz kazanmak istiyor ama abd'ye borc verebilmek icin dolar'a sahip olmaniz gerekir. bu durumda banka ve kurumlar abd'ye borc verebilmek icin eldeki parayi dolara ceviriyor, herkes dolara yuklenince dolar degerleniyor.

    soru 11: fed'e abd devleti sahip degil mi?

    cevap 11: fed devletten bagimsiz ama devletin denetimi altinda olan bir kurum. kurum yolsuzluga bulasmadikca veya abd ekonomisi yere cakilmadikca devlet genelde kurumu kendi haline birakiyor. abd ekonomisi yere cakilsa bile devlet fed'e direk mudahele edemiyor ama fed'in harekete gecmesi icin siyasi baski uygulayabiliyor. bir de fed'deki bazi yoneticileri abd devleti atiyor. yine de fed kagit uzerinde ozerk ve bagimsiz bir kurum.

    soru 12: bu mantiga gore faizlerin dusuk olmasi halk ve ekonomi icin iyi ama bankalar icin kotu mu oluyor?

    cevap 12: tam anlamiyla degil. eknomi krizdeyken veya krizden yeni cikip toparlanma asamasindayken dusuk faizler ekonominin buyumesini tetikler ama ekonomi ayaklari uzerinde durabiliyorken dusuk faizler devam ederse enflasyon tetiklenebilir. bu da herkes icin kotudur.

    soru 13: fed'in amaci abd'de issizligi ve enflasyonu kontrol altinda tutmaktir diyorsun ama fed'in yaptiklarinin etkileri tum dunya'da goruluyor. fed'in amaclari arasinda neden "tum dunya'da issizligi ve enflasyonu kontrol altina almak" yok da sadece abd var.

    cevap 13: cunku fed sadece dolara direkt etki edebiliyor ve diger para birimlerine mudahele etme yetki ve gorevi diger merkez bankalarina verilmis. zaten fed uluslararasi bir kurum olmadigi icin kagit uzerindeki amaclari abd'yle sinirlidir ama abd ekonomisi dunya ekonomisiyle baglantili oldugu icin de bir yandan boyle bir paradoks olusuyor iste.

    http://goo.gl/jbof6h

  • her birimizin sık sık ziyaret ettiği ve türlü ihtiyacımızı satın aldığımız süpermarketler aslında tam bir algı yönetimi harikasıdır. ciddi ve kurumsal (ya da öyle olmak isteyen) her süpermarketin genel işleyiş sistemlerinde son derece iyi tasarlanmış algı yönetimi uygulamaları bulunmaktadır. şimdi süpermarketlerde uygulanan algı yönetimi uygulamalarına bilinen birkaç örnek vermek istiyorum.

    1)süpermarket algı yönetimi operasyonların temel amacı içerde daha çok kalmanız ve daha çok para harcamanızdır. bir süpermarkete giriş çok kolayken oradan elinizi cebinize atmadan çıkabilmeniz hiç de öyle kolay değildir. süpermarketten içeri girdikten sonra tekrar geriye çıkabilmeniz için tüm mağazayı planlanmış bir rota üzerinden geçerek yürümeniz ve tamamen binanın başka bir ucundaki kapıdan çıkmanız gerekir. tabi tüm yürüyüş boyunca birbirinden çekici yüzlerce ürünün bulunduğu rafların önünden geçmek zorunda kalırsınız ki haliniz aynen her birinin ucuna nefis yemler takılmış yüzlerce olta arasından geçmeye çalışan bir balığın haline benzer.

    2)süpermarketin kapısından adımını attığınız anda sizi enfes kokuları ve rengarenk görüntüleriyle ilk olarak manav kısmı karşılar. bazı marketlerde etki artsın diye manav kısmının hemen yanına buram buram kokular salan ekmek fırını da konur. rengarenk görüntüler ve enfes kokularla görme ve koklama duyularınız uyarılır ve ister istemez kendinizi ağzınız sulanıyor halde bulursunuz acıkma duygusu yaşamanız süpermarket için çok iyidir çünkü aç insanlar psikolojik olarak para harcamaya daha fazla yatkınlaşırlar.

    3)market bölümünde yer alan sebze ve meyvelerin özel ışıklandırma teknikleriyle olduklarından daha taze ve canlı gösterilmesi önemlidir. renk unsurunun tüketiciler üzerindeki etkisi oldukça fazladır. mesela muzlar üzerinde yapılan bir araştırmada tüketicilerin hangi sarı renk tonu daha fazla tercih ettikleri incelenmiş ve sarı rengin belli bir tonuna sahip muzların daha fazla satın alındığı gözlenmiştir. bu bilgi edinildikten sonra bu bilgi muz üreticilerine aktarılmış ve bir süre sonra market raflarını tam da bu renk tonunda muzlar doldurmuştur.

    4)süpermarketler için esas amaç kapıdan giren müşterinin mümkün olduğunca içerde kalmasını sağlamaktır. bu sebeple satışları daha yoğun temel ihtiyaç maddelerine ait reyonlar marketin iyice içlerine yerleştirilir (hatta saklanır) ki müşteriler o reyonlara ulaşana kadar diğer ürünlerin önünden de geçmek zorunda kalsınlar. müşterinin içerde geçirdiği zamanı anlayamaması dış dünyadan koparılması için marketlerde kesinlikle dışarıya açılan pencerelerin olmaması ve hiçbir yerde saat bulunmaması da önemlidir.

    5)marketlerde arka planda çalan müziğin ritmi, tonu, hatta cinsi bile çok ayrı planlanır. doğru şekilde konumlandırılmış, özel bir ritme sahip ve belli kelimelerin tekrarlandığı müzik parçalarının satışları arttırdığı gözlemlenmiştir.

    6)süpermarketlerde on binlerce ürün bulunur. bu kadar fazla sayıda ürünün varlığı insanların seçim yapma kapasitelerinin aşırı yüklenmesine ve zihin fonksiyonlarının karmaşıklaşmasına sebep olacaktır. on beş dakikadan fazla süpermarkette vakit geçiren ve binlerce ürün seçeneği yüzünden kafası süngere dönen müşteri en sonunda seçim yapma stresinden kurtulmak için rastgele ve duygusal bir şekilde eline geçirdiği ürünleri sepetine atmaya başlar. süpermarket alışverişi sonrası evinize gittiğiniz zaman torbalarınızın içinden çıkan bazı ürünleri neden almış olduğunuzu bir türlü çözememenizin esas sebebi budur.

    7)yetişkinlerin alması istenen pahalı ürünler tam onların göz seviyesine göre, çocukların alması istenen ürünler de onların boy ve göz seviyesine göre raflara dizilirler. sürekli gözünüzün önünde uçuşan binlerce çekici ürünle baş etmeniz çok zordur çünkü her attığınız adımda başka bir ürünün renkli kutusu (ki o da özel dizayn) gözünüzün önüne konur. raf demişken kasadan çıkarken hemen kasanın yanına konulan “pişmanlık noktalarıda “son derece etkilidir. süpermarket çıkışında o ana kadar çeşitli sinyallerle iyice tahrik edilmiş müşteri son bir hamleyle kasanın yanında gördüğü ürünleri zaten ağzına kadar dolmuş sepetine atıverir. bu sebeple süpermarketlerde en pahalı raf kirası bu çıkış raflarına aittir.

    8)süpermarketlerin elinize tutuşturduğu sepetlerde özel olarak dizayn edilmişlerdir. bu sepetler ne kadar büyük olursa müşteri o kadar fazla alışveriş yapacaktır. süpermarkete elinizde kesin bir alışveriş listesiyle gitmenizi ve mümkün olduğunca en küçük sepetleri kullanmanızı tavsiye ederim.

    sonuç olarak süpermarketlerde bir çok algı yönetimi taktiği kullanılarak tüketici yönlendirilir. burada saydığım maddeler çok bilinen ve basit taktiklerdir. (bunlardan çok daha etkili algı yönetimi uygulamaları da mevcuttur ancak o konulara verdiğim eğitimlerde değiniyorum)

    bundan sonraki süpermarket ziyaretinizde bu basit taktiklerin bile ne kadar etkili işe yaradığını az biraz gözlem yaparak kendinizde anlayabilir ve çok şaşırabilirsiniz.

  • ''rüyamda 23 odalı 18 banyolu evim vardı ve ben o kadar nevresim o kadar yorganı nereden bulacağım diye ağlıyordum. pskolojik fakirim.''

  • bir kemalist olarak afrin operasyonunu elbette destekliyorum. yalnız afrin bir kahramanlık hikayesi değildir. salonun ortasına sıçan birisinin o salonu temizlemeye çalışmasıdır. bu bağlamda afrin'de savaşan türk askeri hariç siyasilerden kahraman yaratmak isteyenler 'kifayetsiz muhteris'lerdir. tek kahraman cephede, ayaklarıyla toprağa basan, bu soğukta üşüyen ve hayatı pahasına orada şu an nefes alıp veren türk askeridir. hürmetimiz de onadır.

  • babanın tepkisini çok doğal ve haklı bulduğum video.

    buna benzer bir olayı anneme araba sürmeyi öğretirken yaşadım.

    annem düz yolda önüne çıkan çocuğu görünce direksiyonu bırakıp:

    -ayy! çekil yoldan çekil.

    diyerek ellerini sallamaya başladı.

    karşıdaki bisikletli çocuğun suratındaki dehşet ifadesini hala hatırlarım.