• bilmedikçe artan özlem duygusu. tarif edilemeyen, sebebi ve sonucu olmayan bir histir. örneğin yunanistana gitmeden yunanistan'ın ılık sonbahar akşamlarını özlemek gibi...
    (bkz: bilinmeyen her şey görkemlidir)
  • bilnmeyen , bir adem oğlu/ havva kızı olduğunda işler daha da sarpa sarıyor.o insanın ismini bile bilmiyorsunuz ama postacı kapınıza onun el yazısıyla yazılmış bir mektup bırakıyor.aslında postacı da biliyor onun kim olduğunu ve size hangi kutsal amaçlarla mektup yazdığını.mektuplar birken , on oluyor , onbeş oluyor.merak içinizi kemiren bir sirtlana dönüşüyor.son günlerde , cnbc e'den sıyrılamadığınız için kendinizi vahşi batının acımasız bir kasabasında hayal ediyorsunuz.posta arabalarını çift at çekiyor , arabacının yüzü gözü toprak içinde.verandalı ve alçak duvarlı evinizin önüne geliyor ve çitlerin öte taafına bırakıyor mektubunuzu.siz heyecan içinde her hafta elinize ulaşan mektupları deste deste sıralayıp karşınıza alırken , aslında onun hayaliyle konuşuyorsunuz.bilinmeyene olan özlem ; her çağda , her kültürde , hatta biraz da buralardan -eski osmanlı- örnek verelim , herşeyin ulu orta gözler önüne konması mümkün olmayan doğu kültürlerinde-özellikle oryant kültürlerde bu özlem daha öldürücü olabilir- ve diğer geçiş kültürlerinde ilelebet payidar kalacak bir yanıp tutuşma durumudur
  • (bkz: agnostalji)
  • insanligin bircok seyi icad etmesini saglamis olan o ic gıdıklayan, hisleri cogaltip kisaltip ince uclu binlerce kurdan misali beyninize ve kalbinize eş orada dokunduran hislerin butunune sebep olan ve ayrica sahibine de pariltili gozler bahşeden duygular toplulugu
  • (bkz: merak)
  • ya daha iyiyse düşüncesi tetikler bunu. daha kötü olma olasılığı da vardır ancak. buna da bilinmeyenden korkma adı veriyoruz.
  • bende alaska için var bu özlem. anchorage sokaklarında gezmeyi özlüyorum. gidelim mi?
  • çoğu zaman içimde durup duran burukluğun geçeceğini düşündüren bir vuslatı saklı tutuyor bilinmeyene duyduğum özlem.
    içimden akıp giden milyonlarca sözcüğün, gözlerim açıkken ve kapalıyken, çoğu zaman gözlerimin çok ama çok gerisinde betimlenen, bi rmekan veya belirsizlik, aitlik hissini iliklerime salgıladığında sadece tek bir kare fotoğraf beliriyor zihnimde; kırmızı eteklerinin ucunu tutmuş, başında kırmızı şapkası yıldızlı gökyüzüne bakıp kendi etrafında dönen bir kız çocuğu. bu benim biliyorum, başımı yaslamak istediğim gökyüzünde tebessüme beni kavuşturacak tek şey kokladığım yağmur bulutları. şekilsiz yağmur bulutları asla sivri masa köşeleri değil, sakarlığımın bedelini bedenime çürüklerle ödetecek. ve yağmur bulutu kokusu beni terk eden olmayacaktır bana sokaklarda amaçsızca yürürken*aradığım nefes olup beni tüketerek cezalandıran. zamansızlığın çaresiz şekilsizliğinde yayıldıkça şeffaflaşan renklerimle ben üzülen değil yüzünde tebessüm ile kendi etrafında ve aynı zamanda her şeyin ve aslında şekilsizliğin içinde şekilsizliğe nüfuz ederek, şekilsizlik anında daha çok şeffaflaşıp yok olana dek dönüyorum, dönüyoruz sonra özlem bir acı oluyor. kalbim gözümün önüne geliyor ve bölünen parçalara bölünen parlak kırmızı bir kadife giderek parçalanıyor hayat akan damarlarının olduğu yerden ve daha da incelerek bölünüp ve sanki hacmini eriyip kaybederek yok oluyor.

    ocean

    sanki hiç bir tını iyileştiremeyecek ve sanki aslında giderilmeyince başka güzel bir özlem. sanki ölüme veya yokoluşa özlem. hüzünle değil, nefretle değil, büyük bir neşe ile değil. yüzdeki hafif bir tebessüm ve kabulleniş ile gelen bir ölüm. yağmur kokusunun damakta bıraktığı tad gibi, aradığım nefese, soluğa hiç kalmış gibi..
  • (bkz: anemoia)
hesabın var mı? giriş yap