• peyami safa nin, genc bir gazeteci ile yalniz bir kadin arasindaki sancili iliskiyi anlattigi, son derece derin ve enteresan romani. safa'nin, okurun yalnizca ruhunu ve aklini degil, vucudunu da ele gecirebildigi (dokuzuncu hariciye kogusun da romanin kahramani safa'nin bacagindaki yarayi kendi bacaginda hissetmeyen var mi acaba?) bir diger kitabi.. okunmasi gereklidir diye dusunuyorum, hele de bir "yikiliyor, hersey yikiliyor" diye baslayan kismi vardir ki, sarsar..
  • “demin bir cümlen hoşuma gitti. belki farkında olmadan bütün bir devri o cümle ile izah etmiş oluyorsun: ‘yıkılıyor, her şey yıkılıyor!’ dinle. hayatımda ben bunu çok hissettim.hemen bütün kitaplarım yalnız bu cümleyi izah etmek içindir.’tereddüt!’ diye bağırıyorsun. . . hakikatte sen de tereddüt ediyorsun. roma ile istanbul arasında, hile ile samimiyet arasında, ölümle hayat arasında tereddüt ediyorsun. sonra sen ve benim olduğum zümre de tereddüt içindeyiz. . . bütün avrupa aynı tereddüt içinde: almanya, fransa ve ingiltere sağla sol arasında gidip geliyorlar. milli ve beynelmilel cereyanlar, dini lazühdi cereyanlar, katolik izdivaç ve serbest aşk cereyanları, ahlaki ve gayrı ahlaki cereyanlar bütün beşeri iradeyi ikiye bölüyor ve tereddüte düşürüyor. . .[t]ereddütten karara geçmesini bilmek lazımdır. . .yeni bir devir doğuyor, şüphesiz. fakat bu siyasi ihtilal nazariyelerinin bekledikleri devirlerden pek farklı olacaktır. sol cereyanların tahmin etmedikleri bir devir, “harp sonu” devresi kapandı. . . ne o saçaklı, viran kaşanelere sinen karanlık ve ahmak burjuvazi, ne de 1918-1932 modernizmi, ne mehtaplı gecelerde, şatosunun parkındaki ıhlamurlar altında izini belli etmeden ‘vice’ yapan monden kız, ne de kabarelerin arka odalarına gizlice girerek kokain çeken münevver hanım. ne o, ne sen!. . . yıkılıyor, her şey yıkılıyor, diyorum. yıkılmıyor, sallanıyor. her şey, başkalaşmak üzere yerinde kalacak. her şey: aile, milliyet duygusu, beşeri alakalar, her şey. giden nedir, biliyor musun? kökleri yurdunun toprağından kopmuş, sadece milli duygularını kaybetmiş ‘deraciné’ler. pierre loti’nin ‘desenchanté’leri, andre gide’in veya oscar wilde’ın ahlaksızlıkları, bütün o harpten evvelki ve sonraki züppe dünya edebiyatının kahramanları, bütün o hiçbir şeye inanmamayı bir ibadet ve bir süs yapan, spontane bir değişmeden başka hiçbir şeyi hakikat olarak kabul etmeyen ve ruh azabını ‘vice’ olarak taşıyan münevver cici beyler ve hanımlar, onların bodleryen edebiyatı ve ve niçeen felsefesi yerine karl marks’tan büsbütün başka bir insan tipi gelecektir.” (1998:177-179).
  • içtimai bir endişenin romanıdır.. bergman filmleriyle aynı kaderi paylaşan anlatının freud'a sürtünen bir ağırlığı var.
    peyami safa'nın babasını 2 yaşındayken kaybettiğini hatırlayarak okunur. idealist felsefe aşkıyla yanıp tutuşan peyami kokain alemlerinde beyoğlunun alaturka bohemliğinde gezinmektedir. pirandello takıntılıdır. bir yerinde beni feci bir şekilde feu mathias pascal a sürüklemiştir.
  • icinde bol miktarda intihar fantezileri tarzinda psikopatliklar barindiran, agir, bunalim fakat ayni zamanda basarili, bol sayida altini cizeceginiz yerleri olan peyami safa romani.

    benim en begendigim ve sik sik kullandigim kismi, kitap yanimda olmadigindan hatirladigim kadarini yaziyorum, sehir venedik olmayabilir, cumlede farkli kelimeler olabilir, onemli diil: "sen hic venedik'e gittin mi cocuk? gizemlerin sehri venedik... sapsallik... boylesine bas bas "ben gizemliyim" diye bagiran bir sehrin gizemi mi kalirmis hic?"

    yillar sonra gelen edit - dogrusu sanirim suymus:

    sen venedik'i bilmezsin degil mi? aman bilme. ahmak sairlerin ve romancilarin kitaplarinda orasi bir esrar memleketi gibi tasvir edile edile bitirilemez. dunyanin en sirsiz ve basit yeri orasidir, cocugum. ben esrarliyim, ben karanligim diye bar bar bagiran seyin esrari kalir mi? venedik oyledir iste... aptallara agiz actiran bir sehir.
  • peyami safa'nın insan ruhunun derinliklerine inen naçizane romanı. eserde bir yazarın evlilik düşüncesinin ince eleyip sık dokuyarak düşünürken alaturka ile alafranga arasındaki meşrep ve mebde kavramlarını ortaya koyar. romanın kahramanı olan yazar, kendi okuyucularının sevgisinden bahseder. batı'da büyümüş, batı'nın ilim ve kültür değerleriyle yoğurulmuş bohem bir kadının hayatındaki istediği ama sahip olamadığı hakikatlere inerken aslında her birinin birer tereddüt emaresi olduğuna değinir. diğer taraftan kendisinin evlenmek istediği türk kızı'nın ise yazarın kitabından esinlenerek onun düşünce ve his dünyasının karmakarışık olduğu varsayımıyla onu tanımaya çalışır. nezaketi karşısında ne diyeceğini bilemez, ama eğer kitabındaki anlattığı kişiler gibiyse diye kendi kendine bir paradoksa girer. ki bu da onun evlenmekle ilgili tereddütlerinden feyz alır.
    evlilikten, aşka, ölümden, yaşama kadar hemen her alanda insanların tereddüt içinde bulunduğunu, asıl sahip olunması gerekenin sıkıştığımız anlardaki tevekkül ve teslimiyetten ziyade irade ve imanın olabileceğini anlatan hoş bir eser...

    benzer nitelikteki üstadın diğer eserleri için;
    (bkz: fatih-harbiye)
    (bkz: biz insanlar)
    (bkz: canan)
    (bkz: sözde kızlar)
  • bulundugumuz devre ve bu devirde belirsizligin icinde kivranan ve saga sola savrulmus insanlarin hezeyanlarina dair derinlemesine tespitlerin yer aldigi, ruhi tahlil ve tasvir ustadi peyami safa'nin kendi felsefesini anlattigi kitap.

    safa, kitapta hiccilik ve buna dair sayiklamalari, kendi kurdugu "muvazene" icine yerlestirirken (ve hatta bunlari gizliden gizliye olumlarken) karsitlik olusturacak sekilde de dusunsel bir anarsi ve hedefsizlik icinde kivranan insanlari tasvir ederek, bir nevi gelenek olarak tanimlanabilecek seyin toptan reddinin yıkıma neden olacagini iddia eder. evlilik ve annelik ile ilgili tartismalara yer verilen bolumlerde, geleneksellikle ilgili dusunceler daha net gorulebilir.

    hakikat ve bunun uzerinden dusunce sistemleriyle ilgili yapilan tartismalar, istanbul bohem hayatinin anlatildigi kisimlar ile vildan ve muharrir arasindaki diyaloglar, kitabin doruk noktalaridir.

    " inanınız ki en cesur yaşayan biziz;
    üç büyük korku bizde yoktur.
    sefalet, hastalık, ölüm korkusu.

    bu en büyük üç zaaftan kurtulduk.
    biz kaldırım çocukları ve kaldırım köpekleri,
    insanların ve hayvanların en kuvvetlisiyiz.

    ölümden korkmuyoruz ki, hastalıktan korkalım
    hastalıktan korkmuyoruz ki, sefaletten korkalım
    sefaletten korkmuyoruz ki, dolgun bir karın sıvamak ihtiyacıyla,
    hamilerimizin önünde el pençe divan duralım ve onlara :
    "afiyeti devletimiz nasıldır efendim ?" diye soralım.

    biz kendi kendimize sorarız :
    - afiyeti devletiniz nasıldır efendimiz ?
    ve kendi kendimize cevap veririz :
    - hep öyle, hep öyle, hep öyle !
    hep öyle ne olarak ?
    ...
    iyi mi fena mı ?
    - iyi veya fena biz hürüz.

    gece yarısı kaldırımların üstünde esen hürriyetin rüzgarıdır.
    ah, biz o ruzgari severiz; binbir ihtiyaçla yüzleri yanan kaldırım çocukları,
    o rüzgarla hırslarımızı soğuturuz !

    kaldırımlarda ayaklar boş ve baş doludur.
    baş...ah...başımız...
    biz, kaldırım çocuklarının başı...
    orada nağmeler ve mısralar,
    hayaller ve resimler,
    hatıralar ve ümitler,
    doludur.

    öyle hatıralar ki
    asla tekerrür,
    öyle ümitler ki
    asla tahakkuk etmeyeceklerdir.

    bunları biraz hissederiz,
    bunun için o hatıralarımız ve ümitlerimiz çok azizdirler."
    syf.94-95
  • 200 sayfalık ruhani deprem.

    küçük bir çocuğun bir dakika içinde ağlama ve gülme fiillerini gerçekleştirmesinin yarattığı ruh halinin benzerlerinin yetişkin insanlarda nasıl tezahür ettiğini anlatan romandır. kıraç topraklardan peydah olan tatlı meyveler misali çelişki-tereddüt-kararsızlık kitabın her yerine sinmiştir.

    bir kitap okurken eğer a noktasından b noktasına gidilmek istenmiyorsa tereddütsüz alıp okunması gerekendir bir tereddüdün romanı...
  • "tereddüt" kelimesinin hayatımızda ne kadar önemli rol oynadığının farkına varmanızı sağlayan; sayfa sayısı olarak kısa, yazılanlar üzerine düşünürseniz uzun peyami safa romanı.
    safa'nın derin psikolojik tahlil ritüeli bu eserinde de ağır basıyor, ancak insanı asıl sürükleyen romanın ana karakterinin ağzından nakledilen fikir fırtınaları oluyor. orada da net bir ifade kullanmak yerine kendi içinde çelişen yani tereddüdü yaşayan bir kişilik ortaya konması romanın bütünlüğünü daha da artırıyor şüphesiz.
    beyoğlu'ndaki amaçsız yürüyüşleri de işin içine katarsak aylak adam'ı da akla getirdiği söylenebilir herhalde.
  • --- spoiler ---
    196 sayfalık romanda baş karakter olan yazarın isminin geçmemesi çok ilginçtir.

    --- spoiler ---
  • ismiyle bile tüyleri diken diken edebilen peyami safa şaheseri.
hesabın var mı? giriş yap