• bir varmis,bir yokmus.allah'in kulu cokmus,
    evvel zaman icinde kalbur saman icinde
    deve tellal iken,pire berber iken,
    ben annemin besigini tingir mingir sallar iken,
    ak sakal,sari sakal
    berber elinden yeni cikmis kirkilmis yok sakal,
    kasap olsam sallayamam satiri
    nalbant olsam nallayamam katiri
    hamama girsem sorarim natiri
    nadan olan bilmez ahbap hatiri
    dereden geldim,sandiga girdim
    bir de ne goreyim,kosede bir hanim oturuyor
    soyle ettim,boyle ettim,
    yuzune baktim,hanim yerinden kalkti
    ciktik birlikte yola
    ne saga baktik ne sola
    gide gide kaf daginin arkasina geldik ki
    ne ileri gidilir ne geri,
    sana bir masal soyliyeyim gel beri.....

    denir ve dinleyenlerde hala takat kalmissa masala baslanir.
  • fd 7'nin üçüncü şarkısı: :)

    şarkılar yetmedi sen yetmedin ben yetmedim
    ah; ne rüyaymış
    sonsuza sürermiş, bir aşk masalıymış..
    hepsinden farklıymış hepsi güyaymış

    bir kadın tanıdım her kime dokunsa
    dün yarın fark etmez beni aldatırdı
    uykuma girerdi rüyalarımdaydı
    alır karşısına aşkı anlatırdı

    mevsimler geçiyor dönüyor dünyam
    içimde aşkın ateşi sönüyor
    bir yangın yeriydi eskiden kalbim
    sular altında can çekişiyor

    bir kadın tanıdım
    adımı anınca içimde kuşlarım dansa başlardı
    uykusuzdu geceler yıldızlar altında
    başım hızla döner aklım yavaşlardı

    "bir varmış bir yokmuş
    ama bir tek'miş
    yerine yokmuş"
  • bana bir varmış de
    bir varmış bir yokmuş deme
    içime dokunuyor.

    (bkz: can yücel)
  • --- spoiler ---

    filmde bütünlük olmamasının ana sebebi; nehir karakterinin yaşadıklarına "üzülmemizin" ve isyanlarını haklı bulmamızın imkansız olması. çünkü nehir oyunu kuralına göre oynayan bir kadın. birini beğeniyor, nasıl elde etmesi gerektiğini biliyor, elde ediyor. elde ediyor derken, gerçekten uğraşarak. "evde sevgilim bekler" diyen adama, "evlenelim demedim ki" diyerek.
    gecenin sabahında, o malum konuşmayı duymak üzereyken, "senin istediğin gibi olsun her şey" diyerek.
    yani adama hep duymak istediklerini söyleyerek.
    ama bunları gerçekten, içten söylemiyor. zaten öyle söylüyor olsa sorun yok. iki birbirine uygun karakter. fuck buddy fuck buddy geçinirler. sonra aşık olacak olursa işte o zaman empati yapabiliriz.
    hayır, nehir bunları zaten en başından beri "kafeslemek" için yapıyor, söylüyor.
    sonra ne oluyor, sonra maskesi düşüyor.
    bizim de bu hatunla empati kurmamız isyanını anlayıp mutluluğuna sevinmemiz bekleniyor. yapamıyoruz.

    çok nehir olabilir piyasada, doğrudur. ama o nehirlerin de sırtında heybeler olur ve saf aşık kız pozlarını da kimse yemez. masallarına kimse inanmaz. hak ettikleri muameleyi gördüklerinde kimse onlar için üzülmez.
    ozana gelirsek, ozanın arıza olmasına yönelik "gerçek" bir sebebi var. nehirin aksine yani, maskesine haklı bir gerekçesi var. "piyasadaki" ozanlar ise işlerine böylesi geldiği için "ozan"lar. sebepleri falan yok.

    özetle; filmde çok bildik bir kadınla, çok bildik bir erkek anlatılıyor havası esmesine rağmen, karakterlerdeki derinlik problemleri ve çelişkiler bu havayı yalanlar seviyede. ve ne nehir ne de ozan bildik karakterler.
    benden bu filmdeki ozana kızıp, nehire üzülmem ve en sonunda "mutlu" oldular diye sevinmem bekleniyorsa, maalesef bu mümkün değil.
    hiçbir gerçeklikte ve hiçbir masalda.

    --- spoiler ---
  • ön bilgi:
    filmin gösterime girdiği salon sayısı: 194
    ilk hafta izlenme: 88bin küsür

    ilksen başarır'a saygısızlık etmek istemem ama oldukça kötü bir senaryoyla yola çıkılmış. neden böyle bir film çekmek istediler, anlayamıyorum. hadi bu konuyu işlemek isteyebilirsiniz tabii, ama neden teknik olarak da zayıf bir halde bıraktınız?

    film bana göre yanlış başlayıp ilerliyor. engellerle karşılaşmamaları ve sahneler boyunca ruh hallerinin pek değişmemesi filmi hep sıkıcılaştırıyor hem de inandırıcılıktan yoksun bırakıyor.

    --- spoiler ---
    şöyle; melisa evde komşusunun yaptığı müziği duyduğunda hemen dinlemeye başlıyor, niye? tamam biz de kadıköylüyüz, modalıyız.. ama komşum cenk taner olsa ''hangi düdük çalıyor bu saatte?'' diye kızarım. hayır melisa kızmıyor, hatta hemen müziği dinleyip etkisi altında kalıyor. dahası konserine de hiçbir çatışma engel olmadan gidiyor. sonra adamla hiçbir engel olmadan yine gidip tanışıyor. hikaye inanılmaz düz bir şekilde ilerliyor. diğer yandan melisa'nın bu kadar girişken olması, önhazırlığı olmadığı için inandırıcı gelmiyor, çünkü biz zaten seyirciler olarak bu tür girişken karakterler değiliz. peki bu şekilde başlayan bir aşk hikayesi, nasıl bizde bir etki yaratacak? devamı da çok iç açıcı değil. minimal bir öykü olarak da elle tutulur bir yanı olduğunu düşünmüyorum.
    --- spoiler ---

    başarır'ın bu teknik konuları bildiğini tahmin ediyorum. 3 tane film çektiyse ve başka dilde aşk gibi sansasyonel bir şey yaptıysa biliyordur. peki neden uygulamıyor? anlamadığım bu.

    dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir bağımsız sinemada bu tür teknik hataları göremiyorum. bizde niye böyle şeyler oluyor. niye yönetmenler illa kendi senaryolarını filme çekiyorlar. niye senaryo danışmanlarına başvurmuyorlar (tahminen). küstahlık olacak ama ben bile filmi daha akıcı ve inandırıcı hale getirebilirdim.

    açıkçası beni çok ilgilendirmiyor sizin ticari başarısızlığınız; ama hem mert fırat hem melisa gibi başarılı oyuncuların bu şekilde heba edilmesi hem kadıköy sokaklarını gördüğümüz bir filmin biz de hiçbir etki bırakmaması hem de başarır gibi ümit vaat eden bir yönetmenin beklenti altında kalması nedeniyle üzüldüm.

    filmi beğenenler de olacaktır tabii ki, ama çok çok az insanın oturup ikinci defa izleyeceğini düşünüyorum.
  • "sanat filminden anlamayan sıradan insan" olarak izlediğim filmdir. düşünüyorum düşünüyorum klişe bir şey bulamıyorum. çok az türk filmi izledim, buna da hem melisa sözen'i hem de mert fırat'ı çok beğendiğim için gittim. iyi ki de gitmişim.

    elbette bazı eleştirilerim var ama şu an kafamda nilüfer, güzel duygularla bunu yazıyorsam çok da önemli değil.

    --- spoiler ---

    filmin oldukça gerçekçi oluşu pek rastlanmayan bir şey sanırım. alışmış insanımız destansı hikayelere. her gün ettiğimiz kavgaları, attığımız tripleri, yaşadığımız kıskançlıkları, umutsuzlukları, çaresizlikleri, gidemeyişleri görünce memnun olmuyorlar.

    diyalogların sadece kavgalarda oluşu eksiklik hissettirdi. mutlu anlarında hep görüntüler, şarkılar. tamam before midnight gibi sadece diyalogdan oluşsun demiyorum, bizimkiler ona da gelmez ama hiç değilse üç beş muhabbetleri olsaydı. "annem bana babamı bıraktı" dedi onu konuşsalardı mesela, bir paylaşımları olsaydı gördüğümüz.

    çocuğun derdinin ne olduğunu tahmin ettik evet ama o da biraz havada kaldı sanki. onu da biraz detaylandırarak daha etkili bir şekilde aktarabilirlerdi izleyiciye. duygularını geçiş sahnelerinde anlattılar biraz ama yetmedi.

    unutuş nehri hikayesi çok güzeldi.

    evin içinde havuz sahnesi efsane, ben de yapacağım.

    tek saçma bulduğum şey adamın sahneden inip on saat geri gitmemesiydi.

    kızın sarhoş olması ve adamın onu yıkaması oldukça duygusaldı.

    kızın gitarlı trip sahnesi de çok komikti.

    "öf kadın tribi" modunda olan erkekler, kadın hissediyor diyoruz anlayamıyorsunuz. güzel bir ilişkinin içindeyken durduk yerde kimse size "beni seviyor musun" diye sormuyor. bu soruya "saçmalama" demek yerine "seviyorum ulan"* demeniz çok daha yapıcı olacaktır. teşekkürler.

    --- spoiler ---

    neyse sahne sahne yazmayayım, çok beğendim genel olarak.

    melisa sözen'i hüzünlü bakışlarından dolayı çok severdim, yine bakışları damgasını vurdu. canım benim.

    hem kahkaha attım hem ağladım. oyuncular iyiyse*, güzel duygulardan başka bir şey beklemiyorum filmlerden.

    klişeyse hayatımız klişe. bunları görmekten rahatsız olmak niye?
  • çoğu kimsenin muhtemelen izlemediği veya hatırlamadığı çizgi dizi serisi. tarihsel olayları ve vücudun işleyişini anlatırdı.
  • bazı şarkılar sahibine yapışıktır, başkasında -naapsan- durmaz; pot yapar.

    nilüfer şarkısı da dibine kadar müslüm gürses'tir. bir kere ondan dinlediyseniz, geri dönüşü olmayan bi yola girmişsinizdir. şimdi öyle bi şarkıyı, kim söylese olmaz. mert fırat bile olsa, pot yapar. hele ki kapanışı yapmak... olmaz bebeğim.

    o şarkı olur, ama müslüm babadan olur. hatta mükemmel olur(du)

    onun dışında, ben aralara serpiştirilmiş sanatsal geçişlere bayıldım. bu konuda sanırım fikir ayrılıklarına bolca rastlayacağız. (ayrılık/kayıp ve dalganın gelip çekilmesi mesela... harika eğretileme, onyüsbinpuan)

    bugün gördüğüm bi eleştiri yazısı, sevişme sahnelerini beğenmemişti. ben fena bulmadım. melisa sözen'in memesi görünüyo arada; bizim basın bayılır böyle şeylere. 1-2 güne "onları hiç böyle görmediniz" başlıkları düşmeye başlar.

    mert fırat'ın bendeki zirvesi, hala "başka dilde aşk"; kolay kolay da değişmeyecek galiba bu durum.

    melisa sözen, kendini aşıyor sürekli. o çaresizlik, o çırpınış... gözleriyle aktarabildi tüm duyguları bana. son masal sahnesinde de bayıldım.

    beşiktaş, abbasağa, moda, kadıköy...benim mekanlarım hepsi. çok kişisel bi yorum tabii ama insana hayli iyi ve yakın hissettiren bir detaymış bu.

    ıssız adam durumu var biraz maalesef ama onu aşmayı da başarmış sanki küçük detaylarla.

    film hem fazla uzun, hem de bazı gerekli yerler kırpılmış gibi. anlamadım tam neler olduğunu. karakterlerin altyapısı daha iyi örülebilirdi örneğin.
    tamam, adamın "olayını" sonradan açmak istemiş yönetmen ama süpriiiis şeklinde langır lungur döküvermek de bi tuhaf geldi bana.

    hem ayrıca kız niye öyle? bunu da irdelemek gerekirdi. sanki kızın geçmişi tabula rasa, ki o yaşta, o kafada bi kızın türkiye şartlarında ağzına burnuna sıçılmış olduğu garantidir, ben söyliyim. o kız da yürüyen bi daddy issues olabilir örneğin. ilişkiler cumhuriyetinde her fani, kendi götünü en bir kez avuçlamıştır; bu kıza n'olmuş geçmişte? neden adamla yüzleşemiyor? neden hakkını arayamıyor? neden bağ(ım)lı bu kadar?

    bazı sahneler tam posterlik. sahilde yürüyüşleri mesela... ah! bi de vicky cristina barcelona'daki gitarlı sahneyi çağrıştıran, yemek yedikleri yer! o ışıklar filan... müthişti! melisa sözen'in oradaki muhabbet içindeki oyunculuğu da akışkan ve temizdi. resmen kankalarla toplanmışuz gibi geldi.

    kızın kankası (dişçi) rolünde oynayan hatun kişiyi gözüm bi yerden ısırıyo ama çıkaramadım. ilk defa etraflıca seyrediyorum ve doğallığına bayıldım. rol ya da hata eseri, bilmiyorum ama takıldığı yerlerde bile sahneyi bozmadan çok güzel götürdü her şeyi. canlandırdığı karakterin sevgi dolu ve korumacı uyuzluğunun dozu yerindeydi.

    dişçi sahnesi, efsaneydi. biraz amerikan komedisi tarzında ama öyle dozunda bırakmışlar ki hiç rahatsız etmedi; hatta bayıldım. zaten salonda herkesin kahkaha attığı bi sahne oldu.

    diğer ortak kopuşumuz: taksi sahnesi! harika gözlem, tertemiz gol. cümleten bayıldık.

    hummel var yir misin?

    melisa sözen'in yeşil tulumu kalp ben.

    film boyunca ne içildi be arkadaş?! valla aşık olup içesim geldi.

    aksanlı masalcı kız beni daralttı açıkçası. böyle bi "kasış kasış" geldi o sahneler.

    ilksen başarır sanki bi kararsızlık yaşamış... şu an düşündüm de bi şaheser yaratabilir bence ilerde. bu filmde, gerçek ile masal arasında sıkışmış ve oralarda bi yerde, epik ve masal dolu bi filmin potansiyeli saklanıyormuş gibi. gerçek dünyaya hiç dönmeyen bi film hayal ettim ben onun namına. mutlu sondan bahsetmiyorum, atmosfer yalnızca... biraz sen aydınlatırsın geceyi filmindeki onur ünlü kafası... buradaki sanat yönetmeniyle beraber, muazzam bi iş çıkar valla. gişe yapar mı bilemem tabii ama ben izlerim bayıla bayıla.

    diğer evde gördüğümüz kaküllü kadın (spoiler vermiyim dedim şimdi karakterini söyliyip) filme hiç oturmamış. kim olduğuna dair izleyicide soru işareti bırakmak için karakterini ortaya çıkartmasına müsaade edilmeyen bi oyuncu var sanki orada. itici olmuş. genel gidişatta hep bi es verdim o çıkınca. onun olduğu her sahne tökezledi.

    yukarıda biri yazmış, tamamen katılıyorum. film "parça parça sevmelik". yani aklıma çok tatlı sahneler geliyor, güzel kareler...ama kopuk. bu da demektir ki sanırım bütünlükte, akışta bi sıkıntı var.

    ben yine de sinemada izlediğime hiç pişman değilim. inşallah incir reçeli muamelesi görmez kitleler tarafından.

    şimdiden fb zaman tünelimi dolduracak "şarkı söyleyen mert fırat" videolarının korkusu sardı bünyemiisyeaaaaan!! ama olsun, zevkle dinlerin bu kez.

    sonuç: "bu, daha güzel filmler için bi basamak olsun" dileklerimle, sevgili yönetmeni selamlıyorum. bence dahası var orada... bol bol gişesi olsun, ki "daha"sını çek(ebil)sin.
  • doksanlı yıllarda kanal d'de yayınlanan,insan vücudunda olup bitenleri anlatan süperötesi eğitici çizgi film.ayrıca orjinal adını bir türlü hatırlayamadığım çizgi filmdir.

    edit:malum çizgi film il etait une fois la vie başlığında bahsedilen çizgi filmin ta kendisiymiş,aramaya inanmadığım için üzgünüm.
  • var ile yokun birbirini ötekileştirdiği giriş cümlesi. çocukken (şimdi neysek) her duyuşumuzda sevindiğimiz bir cümleydi. bilirdik, arkasından bir masal gelecekti. prensesler, cadılar, yok olan kötü kalpli krallar, kazanan iyi yürekli insanlar. birde bunlar hep güzel olurdu. çirkin ördek bile sonunda güzelleşiyordu. masallarda bile çirkinlerin şansı yoktu, ya kötüydüler ya da sonradan güzelleşmeleri gerekti.

    zamanla bu cümlenin başka bir kullanımına daha denk geldik. ölen, giden insanlar içindi. annem biri öldüğünde, işte bir var, bir yok derdi. ilk duyduğumda " ben bunu masallardan biliyorum, yeni bir masal gelecek" dedim içimden. oysa biri ölüp gitmişti, masalını da alıp gitmişti. demek ki güzeller ölebiliyordu, öğrendim.

    ve sonra gencecik, çok yakışıklı biri daha gitti. anneme uslu durursam o döner mi dediğimde, yalan söylemedi, onun bir daha asla geri dönmeyeceğini anlattı. o zamanda yakışıklı prenslerin de hain krallar tarafından öldürüldüğünü öğrendim. krallar kazanmış, prensim ölüp gitmişti.

    sahiden bir varmış, bir yokmuş derken, yok olanları düşününce ne zor dayanıyor insan. dayanıyor mu sahiden? acaba acılara mı dayanıyor, yoksa onu düşmesin diye tutanlara mı..
    bir kere var olanın, yok olacağını kabul etmek ne acı. mezarının üstünde yeşerecek otlarla, gökyüzünde biriken seslerle vb. o insanın yok olmayacağına inanıyor olmak daha da acı.
    masallar çocukluğumuzdan beri bizi en acı gerçeğe mi hazırlıyorlardı; var olan, yok olacak. "yaşadığın an, anı olacak" gökten düşen elmalar kurtlanacak ve sen buna asla alışamayacaksın. ölüm/ler gelip kıyıya bir bir vurduğunda, sen her seferinde bakakalacaksın. hep prensin öldüğündeki saflıkla soracaksın, "geri döner mi, ya gerçekten ölmediyse", " belki ölümün bir kalbi vardır ve onun da sevdiği vardır. acır sana ve geri getirir". artık soramazsın, sen bile kalbinle alay ediyorsundur bunları düşünürken. bir daha asla böyle üzülmek yok dersin, bir sonrakine kadar. ve sonra bir sonrakine kadar. bir bir eksiliyorlar işte. var olandan daha çoğu gitti ellerimizden.
hesabın var mı? giriş yap