• 41 yaşındaki ünlü heykeltraş rodin in 17 yaşındaki sevgilisi. çok hırslı bir o kadar başarılı olan claudel, hem seçtiği meslek hem de yaşadığı aşk yüzünden ailesi tarafından dışlanmış tek başına kalmıştı. her ne kadar güçlü bir yapısı olsa da zamanla psikolojik sorunlar yaşamaya başlamış 1906 senesinde bir gece eline aldığı balyoz ile bütün eserlerini kırmış bu yüzden abisinin onayı alındıktan sonra akıl hastanesine kapatılmıştı. rivayetlere göre o kadar başarılı bir sanatçıydı ki rodin in bazı eserlerini bile yapmıştı. bu başarılarından dolayı çok kıskanılan birisiydi.
  • 32. uluslararası istanbul film festivali'nin uluslararası yarışma bölümünde altın lale için yarışacak olan bruno dumont filmi.
  • virginia woolf ve sylvia plath'dan sonra tapılması gereken 3. şahıstır.
  • juliette binoche'un camille claudel'i canlandirdigi bir film icin

    (bkz: camille claudel 1915)
  • hayatimin buyuk bir yuzdesi onunkiyle ayni kaderde ilerlemekte oldugu icin buyuk ölçüde de isim annem olmustur.
  • hakkındaki yeni filmi (camille claudel 1915) türkiye'de sadece istanbul avrupa yakasında gösterime giren kadın heykeltraş.

    yaşadıklarını yaptığı işle atlatabilecekken, yatırıldığı hastanede çamura bile elini süremeden tedavi bahanesiyle ölümünün beklenmesi, geçmişten günümüze birçok toplumla uyumsuz insana yapılandan farksızdır.

    değişim insanın içindeyken ve bunu yaşayarak aşabilecekken, bir insanın yaşamını elinden almak kime düşer!
  • fransız heykeltraş.

    ben niye hep delileri seviyorum? diye sorduğum soruyu onun heykellerine baktıkça, ben niye hep deli denilen dahileri seviyorum? şeklinde düzelttim. deli dahiler olduğu için kanım hızlı akıyor. biliyorum ki onlar da acı çekmeden yaşadıklarını anlamayan insanlar.

    onun kadınlarını, adamlarını görüp de unutacak hafızanın mümkün olacağına inanmam. o, henüz yaşarken "dahi" diye anılan, çağının sınırlarına hapsolmamış dilediği gibi yaşamış bir kadın.

    çocukken başladığı sanatı rodin ile buluşana kadar kendi yolculuğuna çıkmış.
    rodin ile olan serüveni ise, başı sonu tahmin edilemez bir başka hikaye: o, rodin’in hem en gözde öğrencisi hem de sevgilisiydi. bu tutkulu aşk onda büyük yaralar açacak ve belki de yeteneğini kamçıladığını düşündüğüm deliliği ilk defa o zamanlar farkedilecekti. rodin camille'i, “benim folie’m" diye boşuna mı sevmişti.

    camille ihtiraslı bir kadındı. rodin’den hamile kalması ve bir kaza sonucu çocuğunu kaybetmesi de camille'in ateşini harlamıştır şüphesiz, bu kaybını bertaraf etmek için birçok çocuk model çalışması yapmıştır. bu acı kaybın dışında rodin ile birlikte yaşaması ailesinin onu reddetmesine neden olmuş. hayatının sonuna kadar kaldığı akıl hastanesinde ailesinin ve sevdiği adamın ihanetini sorgulayan dahi, gerçek deliliğin evinde paranoyalarını büyütmüştür.

    aslında, rodin’in onu terk etmesiyle yıkılmış. ama sanılanın aksine bu buhranlı dönemlerinde en iyi eserlerini vermiştir.. bu eserlerden bazıları; vals, clotho ve ruhunu yansıtan uçup giden tanrı. 'dır. peki ya yalnızca onun ruhunu mu yansıtır?

    l’ age mur adlı heykeli olgunluk dönemi eseridir. yani delirmeye bir kala.. teknik açıdan etkileyiciliğinin yanı sıra, gören gözün takdir edeceği anlamasa da hayranlık duyacağı bir başyapıttır. öyküsü açısından da derinden sarsar insanı. üçlü bir aşkın hikayesidir bu; tarihte ne ilktir ne de son olacaktır lakin camille, bu dünyanın görüp göreceği herhangi bir kadından daha değerlidir şüphesiz. camille-rodin ve rose beuret aşk üçgenini rahatlıkta anlayabiliriz, rodin’i eşi; beuret sarmalarken, camille çaresizce rodin’e ellerini uzatmaktadır ve rodin’ de arkası dönük ama bir yanı camille ile birlikte gibi elini ona doğru uzatır. teknik olarak oniks maddesini kullanmıştır. ancak oniks taşı; çok sert bir materyaldir ve dolayısı ile işlenmesi de hayli güçtür. buna rağmen figürlerin kas hareketleri, vücutların duruşları mükemmel şekilde yansıtılmıştır. camille hiç şüphesiz taşa can veren en yetenekli ellerden biridir. öne sürülen fikirlere göre camille ihtiraslı aşkını bu heykelle göstermektedir.

    onun hikayesini anlamak için pınar selek'in mektubuna ihtiyaç duymuyorum aslında ama çok güzel söylemiştir pınar: "camille, biliyorum, sen feminizmle tanışmamıştın. ama feminizm var ve deneyimlerimizi paylaşınca anladık ki biz kadınlar, en çok “özel hayatın”, “aşkın”, “sevginin” atmosferinde tutsak düşüyoruz. bu nedenle tüm iktidar ilişkilerine kenetlenmiş, onlara kökünü verip hepsinden beslenen çelişkimiz son derece görülmez ve anlaşılması zor. biz zehri aşk iksiriyle içiyoruz. varlığımızı kuşatan erkekliğe aşkla bağlanıyoruz. aşk karşısında elimiz, kolumuz bağlanıyor. aslında yaşam istencimizi körükleme, ruhumuzu ve bedenimizi diriltme kudretine sahip olan aşk, erkeklik karşısında bizi bitiren bir büyüye dönüşüyor. bu büyü içinde kendimizi kaybediyoruz camille. büyülenerek varlığımızı, yaşam tutkumuzu, hayallerimizi aşkla bağlandığımız erkekliğe akıtıyoruz. aşkın gözü kördür derler ya, halenin arkasında alabildiğine çıplak duran bencilliği, kapma ve yutma hırsını görmüyoruz camille. böylece yutuluyoruz. aşka kapılıyor, aşkla kapılıyoruz... oysa sen, aşkı delicesine, gelmiş geçmiş tüm aşkların bilgeliği ve gücüyle yaşayabilecek bir kadındın. aşk kadar güçlüydün. ama yutuldun..."tamamı için

    hayatı, sanatına bağlı bir kadının hapishanesinden son söz niteliğindeki sözleri:

    "bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler.
    duygusuz yavan insanlar.
    bu benim ruhum en kutsal varlığım...
    bunlar çalışma saatleri. ruhumun yandığı saatler.
    siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım..
    ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı..
    bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum..."

    ah camille kim bilir 'vals'i ne zaman göreceğim.
    bakınız
  • hayat hikayesiyle beni derinden etkilemiş, pınar selek in kendisine yazdığı mektuptan sonra rodin müzesine gitme isteğimi kat be kat arttırmış, eserleri rodin in gölgesinde kalan aşk mağduru kadın heykeltıraş. böyle sanata tutkunı bir insanı akıl hastanesine kapatıp, ona sanatıyla meşgul olacağı imkanlar tanımazsanız, emelinize ulaşırsınız, nihayetinde delirir. onu tek hayata bağlayan uzaklardaki diplomat erkek kardeşi paul e yazdığı mektuplar olmuştur. herhalde herkesi en çok etkileyen satırlardan biri,
    "eve hiç dönemeyecek miyim, paul ? " olmuştur.
    "siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım"diyerek sanatına olan tutkusunu da çok güzel anlatmıştır.
  • 1989'da cesar'ı kazanmış filmdir.
hesabın var mı? giriş yap