• ne enteresan bir memlekette yaşıyoruz. toplumsal ölçü yalnızca kişisel beğeni üzerine kurulu. artık zaman mı ahir yoksa çöl mü büyüyor, kestirmek güç.

    biz yine bildiklerimize hürmeten yol yordam arayana ışık tutalım.

    aşağıda dört çeviri paylaşıyorum. sırasıyla "sabahattin eyüboğlu", "bülent bozkurt", "orhan burian" ve "can yücel"in kitlelerin bildiği ve tüm çeviriyi değerlendirmeyi maharet bildikleri bölüm olan 3. perde, 1. sahne.

    tecrübe ettiğim kadarıyla sabahattin eyüboğlu çevirisi tiyatral , bülent bozkurt çevirisi akademik, orhan burian çevirisiyse entelektüel dünyada kabul görür. malumunuz daha birçok çeviri var; ancak ele aldıklarım çamurla sıvansa kıymeti düşmez.

    can yücel çevirisiyse tiyatral, akademik ve entelektüel dünyaya çatı olma iddiasında olan bir çeviri. yazık ki bildiğim kadarıyla çeviriye ne tiyatro dünyası, ne akademi ne de entelektüel dünya sahip çıktı. hak ettiği bu değildi. yazık oldu. eh, "bu ülke"den başkası da beklenmezdi.

    kişisel kanaatime gelince. hamlet okuyacaklar bu dört çeviriyi de sabahattin eyüboğlu, bülent bozkurt, orhan burian ve can yücel sırasıyla okumalı. bu sırayla okumak hamlet'in toplum nezdindeki evrimini görmeye yarar ve okuyanı tek kelimeyle adam eder. bunun dışında, "şu çeviriyi okudum diğerleri çöp" ya da "bunu okusam diğerlerini okumasam mı?" gibi ifadeleri anlamlı bulmak mümkün değil. zira burada konuştuğumuz eser "hamlet".

    ************************************
    hamlet / çevirmen: sabahattin eyüboğlu
    remzi kitabevi / 6. basım, mart 1995 / 78. sayfa

    var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
    düşüncemizin katlanması mı güzel,
    zalim kaderin yumruklanna, oklarına,
    yoksa diretip bela denizlerine karşı
    dur, yeter! demesi mi?
    ölmek, uyumak sadece! düşünün ki uyumakla yalnız
    bitebilir bütün acıları yüreğin,
    çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
    uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
    çünkü, o ölüm uykularında,
    sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
    ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
    bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan.
    yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
    zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
    sevgisinin kepaze edilmesine,
    kanunların bu kadar yavaş
    yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
    kötülere kul olmasına iyi insanın
    bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
    kim ister bütün bunlara katlanmak
    ağır bir hayatın altında inleyip terlemek,
    ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
    o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
    ürkütmese yüreğini?
    bilmediğimiz belâlara atılmaktansa
    çektiklerine razı etmese insanı?
    bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
    düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
    yürekten gelenin doğal rengini.
    ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
    yollarını değiştirip bu yüzden,
    bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
    ama sus, bak, güzel ophelia geliyor.
    peri kızı dualarında unutma beni,
    ve bütün günahlarımı.

    ************************************
    hamlet / çevirmen: bülent bozkurt
    remzi kitabevi / 9. basım, nisan 2007 / 114. sayfa

    var olmak ya da olmamak, mesele bu.
    gözü dönmüş talihin sapanına, oklarına,
    için için katlanmak mı daha soylu,
    yoksa, bir dertler denizine karşı silaha sarılıp
    son vermek mi onlara? ölmek, uyumak...
    hepsi bu... ve bir uykuyla
    yürek sızısına ve bedeni bekleyen
    binlerce doğal darbeye son verdik diyebilmek.
    hangi insan gönülden istemezdi bu bitişi!
    ölmek, uyumak... uyumak, belki rüya görmek.
    ha! iş burda. çünkü o ölüm uykusunda,
    şu fani bedenden sıyrılıp çıktığımızda,
    göreceğimiz rüyalar bizi duraksatır ister istemez.
    işte felaketi onca uzun ömürlü kılan da bu
    kim katlanırdı yoksa zamanın kırbaçlanna, küfürlerine,
    zorbanın haksızlığına, kibirli adamın hakaretine?
    hor görülen aşkın acılarına, adaletin gecikmesine,
    devlet görevlisinin kendini bilmezliğine;
    sabırla bekleyen erdemli kişinin,
    değersiz insanlardan gördüğü muameleye,
    insan yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken?
    kim katlanırdı, bu yorgun yaşamın yükü altında
    homurdanıp terlemeye,
    ölümden sonraki bir şeyin korkusu olmasaydı?
    sınırlarını bir geçenin bir daha dönmediği
    o bilinmeyen ülkenin korkusu kafamızı karıştırıp
    bizleri, tanıınadığımız dertlere koşup gitmektense,
    başımızdakilere katlanmak zorunda bırakmasaydı?
    işte bunlan düşündükçe
    ödlek olup çıkıyoruz hepimiz,
    ve işte böyle kararlılığın doğal rengi,
    endişenin soluk gölgesiyle bozuluyor;
    bulutları hedef alan büyük ve iddialı atılımlar
    bu yüzden yörüngesinden sapıyor
    ve bir girişim olmaktan çıkıyor adları.
    hey, o da kim? güzel ophelia!..
    peri kızı, dualarında benim günahlarımı da unutma.

    ************************************
    hamlet / çevirmen: orhan burian
    milli eğitim bakanlığı yayınları / 5. basım, 1995 / 114. sayfa

    yaşamak mı, yoksa ölmek mi, mesele bunda. kör talihin sapanlarına, oklarına zihninde tahammül göstermek mi daha mertçe olur, yoksa kaygıların ummanına karşı silâhlanıp onları yok etmek mi? ölmek: uyumak. o kadar! bir uykuyla kalb üzüntüsünü, tabiatın bedene miras olarak verdiği bin bir acıyı sona erdiriyoruz diyebilmek, candan gönülden istenecek bir son olur, ölmek, uyumak: belki de rüya görmek! ya, dert orada: çünkü, bu fâni kalıbı üstümüzden sıyırıp attıktan sonra, o ölüm uykusunda kim bilir ne rüyalar görürüz düşüncesi bizi durmaya mecbur ediyor. yaşamak felâketini uzatan, işte bu düşünce. yoksa —insan bir hançerle kendi işini kendi halledebilirken— zamanın sillesine hakaretlerine, zalimin haksızlıklarına, kendini beyenmişin küstahlıklarına, karşılıksız kalan aşkın ıstırabına, kanunun ihmaline, mevki sahibinin kibrine, sabırla gösterilen liyakatin değersizlerce hor görülmesine kim tahammül ederdi? meşakkatli bir hayatın yükü altında inleyip ter dökmeye kim razı olurdu? ne çare ki, ölüm —sınırlarını aşan yolculardan hiçbirinin geri gelmediği o bilinmez ülke— ardında da belki bir şey vardır korkusu, zihnimizi şaşkın ederek bizi, bilmediğimiz musibetlere düşmektense içinde olduklarımıza tahammül ettiriyor. düşünmek, işte hepimizi böyle korkak ediyor; azmin gürbüz rengi tereddüdün soluk gölgesiyle hasta bir renk alıyor. en büyük en mühim teşebbüsler, bu düşünce yüzünden, mecralarını değiştiriyor; bir fiil adını almaktan çıkıyorlar. ama, dur bakayım! güzel ophelia ha! peri sultan, dualarında bütün günahlarımı hatırla.

    ************************************
    hamlet / çevirmen: can yücel
    adam yayınları / 1. basım, ekim 1992 / 62. sayfa

    bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?
    acep hangisi, nefsine destur deyip karayazının
    oklarını, güllelerini sineye çekmek mi, yoksa
    bu bela deryasına karşı isyan etmek mi
    yaraşır insan olana? öldün diyelim, uyudun,
    herşey de bitti ve uyuyarak bir kalemde son verdin
    tekmil kalp-ağnlarına ve o tenkafesimize musallat
    binbir kahra, binbir acıya, kim istemez ki bu akıbeti
    hem de can-ı gönülden? öldün diyelim, uyudun,
    uyudun iy' ama, ya rüya görürsen. işte işin püf yanı!
    bu ölümlü dağdağadan yakayı sıyırdıktan sonra,
    o ölüm uykusunda kimbilir ne olmadık düşler,
    göreceksin, bir düşün! işte bu kaygıdır zaten
    ömrü onca uzun bir felaket haline getiren!
    yoksa hangimiz dayanırdı zamanın sillesine, şamarına
    zalimin zulmüne, zorbanın zartasına, zurtasına,
    karşılıksız aşkın azabına, hukukun gugukluğuna,
    hangimiz dayanırdı başımızdakilerin başımıza çıkmasına.
    bakar mıydık yüzsüzün yüzüne hiç, paslı bir hançerle
    selamete çıkmak dururken? hangimiz eyvallah derdi
    bu çekitaşı hayatın yükü altında inleyip sıklamaya,
    kara topraklarından tek bir yolcunun bile dönmediği
    o ölüm denen meçhul ülkeye göçtükten sonra,
    başımıza ne gelir korkusu elimizi, kolumuzu bağlamasaydı
    ve karşımıza ne karabasanlar çıkar bilmediğimiz için
    bildiğimiz çilelere katlanmaya razı gelmeyeydik?
    hep o vicdan bizleri böyle ötlekleştiren,
    hep o yüzden kararımızın gözalıcı rengi üstüne
    soluk benizli ikirciğin maraz gölgesi düşüyor,
    hep o yüzden şaha kalkmış nice atılım
    yolun, izin şaşıyor, tökezlenip duruyor,
    yola çıktığına bin pişman . .. kim, kim o gelen?
    aaa, ophelia'ymış!.. peri kızı, n'olur, dualarında
    günahlarımı anmamazlık etme, sakın!

    ek: traduttore traditore, kabaca "çevirmen ihanet eder" demek. meali, çevirmenin ana esere hiçbir koşulda bağlı kalamayacağı anlamına geliyor. zira gerek dil kurgusu gerek duygu ve düşüncelerin kültürel farklılıkları ve gerekse konjonktür çeviriyi ana eserden ayırmak zorunda. işte bu noktada çevirmen bunu kabul ederek yola başlamalı. her iki kültürü de aynı tavada pişirmeyi göze almalı. çevirmenliği iş olarak değil misyonerlik olarak görenler için ana esere ihanet bir tür prensiptir ve bu prensip prestij doğurur. elbette prestij toplum nezdinde değil, çevrilen eserin yazarı nezdinde gözü kapalı bir mutabakat gibi algılanır. çevirmenliğin insana kattığı da yalnızca budur, bu olmalıdır.
  • can yücel çeviri yapmak yerine kendi deyimiyle "türkçe söyleme"yi tercih ettiği için gayet normal karşılanan hamlet versiyonu.
    66. sone "can yücel"in çeviri yerine "türkçe söylemek" tavrını özetleyebilecek bir can baba çalışmasıdır.

    tired with all these, for restful death i cry,
    as, to behold desert a beggar born,
    and needy nothing trimm'd in jollity,
    and purest faith unhappily forsworn,
    and guilded honour shamefully misplaced,
    and maiden virtue rudely strumpeted,
    and right perfection wrongfully disgraced,
    and strength by limping sway disabled,
    and art made tongue-tied by authority,
    and folly doctor-like controlling skill,
    and simple truth miscall'd simplicity,
    and captive good attending captain ill:
    tired with all these, from these would i be gone,
    save that, to die, i leave my love alone.

    vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
    değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
    değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
    değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
    değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
    o kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
    ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
    ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
    değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
    değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
    doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
    değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen' e
    vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
    seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.
  • en iyi hamlet çevirisi olup olmadığı tartışılan, ama kendi içinde bir başyapıt olan eser.

    daha doğru bir tabirle can yücel'in kült eseri.

    hamlet: "to be or not to be"
    can yücelli hamlet: "bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin"
  • bu ceviri ile ilgili 2 temel sorun gorulmektedir: birincisi, ceviri metninin ne olduguyla, ikincisiyse okur kitlesinin cevirmen (ya da turkce soyleyen) tarafindan nasil algilandigiyla ilgilidir.

    birinci sorun, hamlet'in herhangi bir metin degil, ingiliz dilinin bir neredeyse kutsal olarak du$unulebilecek eseri olmasidir. bu eserde, shakespeare pek cok gondermeler, ayni yerde cok farkli anlamlar kullanmi$, okura ve izleyiciye olay orgusunu istedigi gibi kurgulama $ansi tanimi$tir (bkz: #3506596). "to be or not to be" tiradi, bu orgunun en can alici ve guclu parcasidir. burayi, herhangi bir caba gostererek en iyi nasil anla$ilir, en saf halde turk dilinde nasil soylerim diye du$unmek yerine, sansasyonel bir bicimde cevirmek, metni ve anadilinde temsil ettigi karma$ikligi bozar. bu eseri boyle cevirmek, incil'i cevirip icinden "carmiha gerilen adam" ile ilgili bolumleri cikartmakla ozde$tir.

    ikinci olarak, okurun seviyesini algilama sorunu gorunmektedir. 20. yuzyilin sonlarindaki okuru/tiyatro izleyicisini yuzyil oncesinin ahmet vefik pa$a moliere tercumelerine mustehak bir okur/izleyici kitlesiyle ozde$ tutmaktir bu ceviri. o yuzden, $airin, cevirmenin, turkce soyleyenin, aslen okurunu cok da ciddiye almadigi fikrini akillara getirebilir. okuruna yukaridan bakmak, ki bu ceviri bir baki$ acisindan oyle du$unulebilir, son derece buyuk bir ayiptir.

    son olarak, ceviri-uyarlama-paralel oyun uzerinde birkac $eye dikkat cekmek gerekebilir. eger maksat, shakespeare'in soyledigini anlatmak degil de turkce nakletmek ise, o kitabin uzerinde yazar hanesinde can yucel yazmalidir, shakespeare degil. ceviri, cevirmene uyarlama hakkini tanimaz, polonius osman aga olamaz ornegin; polonius olarak kalir. ancak, eger istenen $ey, mevcut bir eser uzerinde oyunlar yapmak, baki$ acisini degi$tirmek ise, tom stoppard'in "rosencrantz and guildenstern are dead" oyunu/senaryosu bunun nasil yapilacagini gosterir bir ornektir. stoppard, hamlet'ten daha az aydin ama e$it egitim ve zenginlige sahip iki karakteri almi$, hamlet'i sahne sahne, ama bu ikisinin baki$ acisindan kurgulami$tir. kimse de "bunu niye boyle yaptin?" ya da "hamlet'i bir daha yazmak sana mi du$tu?" dememi$tir. yucel, bunu yapmami$, ferhan $ensoy gibi "yazan aristophanes bozan ferhan $ensoy" cinsi bir sevimlilige de girmemi$, oyunu cevirecegine yari cevirmi$ yari uyarlami$tir. sorun, budur.

    turkcesinin $airaneligi, sahnelendiginde verdigi lezzet, belirli bir seviyeyi gecmi$ olabilir, ama bu eser hamlet degildir. nasil ki kayisinin sarimtirak, ho$ tatli, tuylumsu bir meyve olsa bile $eftali olmadigi gibi, bu tercume de hamlet degildir cunku ozu yakalama gayretine girmemi$tir.
  • belediyenin sağı kıvamında olmasa da, bir kısım düşünürler için çeviriden uzak gibi görünmektedir. yorum denilebilir, buna lafım yok. ama zaten çeviri dediğin de böyle yapılmalıdır diye düşünüyorum. bir sanat eserini, sanatsal şekilde çevirmediğin sürece onun bütün ihtişamını yok etmiş olursun. tamam, çeviri okuyucunun en doğal hakkıdır. bunu kabul ederim; fakat aynı tadı alamayacağı da aşikardır. "vay be! ne güzel çeviri yaptım." diyen ve orijinalini doya doya okuyup ne anlatıldığını tam anlamıyla kavradığı halde, o duygu bütünlüğünü okuyucuya aktaramayan adam, basit bir elitisttir. oysa ki; can yücel tabuyu devirip, aynı okuyucuyu kendisine çekmiştir.

    bir müzik aletinin aynı notadan çıkardığı sesle, diğerinin çıkardığı ses tabii ki farklı olacaktır. önemli olan, kulağa gelen sesin rahatsız etmemesidir. he illa ki o piyanodan çıkanı dinlemek isteyen, gider onu dinler. ama o sese aşina değilse, zaten hiçbir şey anlamayacaktır. yani demek istediğim: orijinalini aşırı derecede merak eden insan, lütfedip ingilizce öğrenir. gider o yalın haliyle okur, kendini yönetmen koltuğuna oturtturur.

    ben de size çok değerli sanatçımız mahsun kırmızıgül'ün nadide eserinden bir kuple armağan etmek istiyorum, sayın ingiliz lordları:

    "a mother crying: where is my little kid? mountains oy oy oy roads oy oy oy"
  • bir elektrik mühendisi adayı olarak -ertesi sabah danışman hocamla toplantım olmasına rağmen- kendi bitirme tezimle uğraşmayı bir kenara bırakıp hakkında yazılan yüksek lisans tezini okumaya daldığım çeviridir. sonra birden şimşek çaktı tabii, "lan ben ne yapıyorum!!11!!!" diye. umarım bu günleri, bu saatleri aramam ileride.

    o tez de bir kenarda dursun artık, daha uygun bir zamanda bakarım.
  • ne var can babanin hamlet çevirisi böyle ise.
    sen de öyle ol,
    ki esine göre o “ her gün yeniden asik olunabilecek bir adam”dir.
    kimine göre ise agzi bozuk terbiyesiz bir insandir.
    neyzen demis “ yumurtlayamam ama yumurtanin iyisinden anlarim”
    danyel’de yazamaz ama yazinin iyisinden anlar.
    “memleketin hali benim halim,
    öyle bir kabiz olmusum ki
    bogazima kadar bok içindeyim....”
    aha, iste bazilari da aynen bu duruma düser, bok atacagim diye.
    farkinda degiller, aslinda rögar kendileridir,
    agzi bozuk adam üstlerine kapaktır..
  • sadece bir çeviri değil hamlet'i türkçeye kazandırmaktır.

    çok sık karşılaştırılan bülent bozkurt çevirisi de oldukça başarılıdır. ama tarzlarının aynı olduğunu düşünmüyorum. bozkurt metnin özüne oldukça sadık kalmış ve hamlet'i shakespeare'nin gözünden türkçe okumamızı sağlıyor.

    can yücel'in çevirisinde hamlet shakespeare'in değil can yücel'in bir yapıtı olmuş. orada konuşan shakespeare değil can yücel artık. bu da bu eseri başarısız olarak değerlendirmemiz için geçerli bir argüman değil.

    bu tartışmaları okurken aklıma ismet özel'in şiirlerini şarkıya çeviren mfö'ye söyledikleri geldi: ''benim şiirlerimden esinlenerek bir mfö şarkısı olmuş. yani söz yazarı ben değilim. söz yazarı yine sizsiniz.''

    burada da eser sadece shakespeare'nin değil.
  • can yücel'in bu çevirisinde (türkçe söylemesinde) dikkat edilecek husus bunun dile çevirmek değil, dile kazandırmak maksadıyla girişilmiş olduğunu düşünmektir. can yücel çevirmen değil de, türkçe söyleyen diye kendini boşu boşuna isimlendirmez. bu hamlet -ve canyücel'in diğer türkçe söylemeleri de buna katılabilir- türkçe'nin gücünü kanıtlayan bir anıttır. shakespeare'nin ingiliz dili üzerindeki felsefi, gramer arayışları bu metinde bulmak pekala mümkün gözükmektedir.
hesabın var mı? giriş yap