• "varlıklar arasında boş yere kendine model ararsın: senden uzağa gidenlerin sadece lekeleyici ve zararlı vehçelerini edinmişsindir. bilgenin tembelliğini, azizin tutarsızlığını, estetin ekşiliğini, şairin edepsizliğini ve hepsinde bulunan kendi ile geçimsizliği, gündelik şeylerdeki kaypaklığı, sadece yaşamak için yaşayandan nefret etmeyi. safsan, çirkefin pişmanlığını çekersin, kirliysen edebin, hayalperestsen kabalığın. olmadığın gibi hiç olmayacaksın; ya olduğun gibi olmanın hüznü… cevherin hangi aykırılıklara batmış ve dünyaya sürülmende hangi aykırılıkların ağır basmış? kendini ufaltmadaki ısrarın, ötekilerdeki düşüş iştahını benimsettirmiş sana; filan müzisyenin falan hastalığı, filan peygamberin falan kusuru, kadınların – şair, hovarda veya azize – melankolileri, bozulmuş usareleri, ten ve düş çürümeleri.

    kararlılığının baş ilkesi, harekete geçiş ve anlayış biçimin olan burukluk, dünyadan tiksinmen ile kendine acıman arasındaki gelgitin tek sabit noktasıdır."

    insana elindeki kitabı yavaşça yere bıraktıran..
  • "bir çift göz hangi yutturmacayla yalnızlığımıza sırt çevirtir bize?"

    şeklinde, saatlerce "valla lan" diye hak vererek üzerine düşüneceğiniz bir soru sormuş olan; bir hayli karamsar bulmama rağmen okumanın bir çok farklı düşünceye ve düşünce farklılaştırmasına yol açtığı felsefeci ve yazar.
  • "hayatın hiçbir anlama gelmediğini herkes bilir veya sezinler: o zaman, hiç olmazsa bir söz oyunuyla kurtarılmalıdır!"
    (bkz: çürümenin kitabı)

    "felsefeye inanmak sağlıklı olmanın işaretidir. sağlıklı olmayan, düşünmeye başlamaktır."
    (bkz: gözyaşları ve azizler)
  • "tek olmaktan duyduğu gurur, insanı, kendi derdine aşık olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder. bir ıstırap dünyasında, ıstıraplardan her biri, diğeri nazarında tekbencidir. mutsuzluktaki özgünlük, onu kelime ve hisler bütünü içinde tecrit eden sözel niteliğe bağlıdır. niteleyiciler değişir: bu değişikliğe de zihnin ilerlemesi adı verilir. bütün niteleyicileri ortadan kaldırın: uygarlıktan geriye ne kalırdı? zeka ile sersemlik arasındaki fark, çeşitlendirilemediği zaman bayağılığa yol açan sıfat kullanımında ortaya çıkar. bizzat tanrı, sadece kendine eklenen sıfatlarla yaşar; ilahiyatın varoluş nedeni budur. böylelikle insan, mutsuzluğunun yeknesaklığını daima farklı biçimlerde niteleyerek, ancak tutkulu bir yeni sıfat arayışıyla zihnin önünde haklı çıkarır kendini. oysa bu arayış acınacak bir şeydir. zihnin sefaleti olan ifade sefaleti, kelimelerin yoksulluğunda tükenmeleri ve değersizleşmelerinde gösterir kendini: şeylere ve hislere yüklediğimiz öznitelikler, sonunda sözel leşler gibi yatarlar önümüzde. biz de onlara, sadece kapalı yer korkusu saldıkları zaman pişmanlıkla arayan bir bakış yöneltiriz. her titizlik, kelimeleri havalandırma, solgunluklarını çevik bir incelikle telafi etme ihtiyacından doğar; fakat ruhun ve kelamın birbirine karıştıkları ve çürüdükleri bir bezginlik içinde son bulur."

    "hayat sayıklama içinde yaratılır ve sıkıntı içinde dağılır."

    "ten acının dürtmesiyle uyanır; bu uyanık ve lirik madde, kendi eriyişinin şarkısını söyler. ıstırap duyan madde yerçekiminden kurtulur, evrenin artakalan kısmına artık bağlı değildir, kendini gevşemiş bütünden tecrit eder."

    "kimileri görünür ihtiyaçları adına, kimileriyse denetlenemeyen gereklilikler adına kendilerini feda ediyorlardır; hepsi de adlarını bir kesinliğin altına gömmeye hazırdırlar; bunu hepsi başaramadığından da, çoğu, düşledikleri kan fazlasının kefaretini bayağılıklarıyla öderler. hayatları istifade edemedikleri uçsuz bucaksız bir ölme özgürlüğünden ibarettir."
  • "her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar…

    vaaz verme çılgınlığı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. her insan, kendinin bir şey önereceği ânı bekler: ne önerdiği önemli değildir. bir sesi vardır ya, o yeter. ne sağır ne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz…

    çöpçüsünden züppesine kadar herkes, cinaî cömertliğinin kesesinden harcar; hepsi, mutluluk reçeteleri dağıtır; hepsi, herkesin adımlarına yön vermek ister: ortaklaşa hayat, bundan ötürü tahammül edilmez bir hale gelir; insanın kendi hayatı daha da çekilmez olur: başkalarının işlerine hiç karışmadığı zaman kişi kendi işleri için o kadar endişe duyar ki, kendi “benliği"ni bir dine çevirir, ya da tersten havarilik yaparak "benliği"ni yok sayar: evrensel oyunun kurbanıyızdır…

    varoluşun veçhelerine getirilen çözüm önerilerinin bolluğu, ancak bu önerilerin nafilelikleriyle mukayese edilebilir. tarih: ideal imalathanesi… huyu suyu belli olmayan mitoloji, sürülerin ve yalnızların taşkınlıkları… gerçekliği olduğu haliyle tasarlamanın reddi, ölümcül kurgu açlığı…

    fiiliyatımızın kaynağı, kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve sonucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamızdadır. reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dönüştürür. eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik; eğer kıyaslamak, yaşamak'tan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimizin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. ama yaşamak, kendi boyutlarına karşı körleşmektir…

    bütün fiiliyatımız –soluk almaktan imparatorluklar ya da metafizik sistemler kurmaya kadar– kendi önemimiz hakkında bir yanılsamadan, bilhassa da peygamberlik içgüdüsünden çıktığına göre, kendi hükümsüzlüğünü doğru bir şekilde görmesi durumunda, işe yarar olmaya ve kendini kurtarıcı gibi göstermeye kim çalışırdı ki?

    "ideal"siz bir dünya, doktrinsiz bir can çekişme, yaşamsız bir ebediyet hasreti… cennet… fakat kendimizi oyalamaksızın bir saniye bile var olamazdık: içimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır.

    ideal bir şekilde zihni açık, yani ideal bir şekilde normal insan, içindeki hiçlik'ten başka hiçbir şeye tutunmamalıdır… onu işittiğimi farzediyorum: "amaçtan, bütün amaçlardan koparılmışım; arzularımın ve burukluklarımın sadece formüllerini muhafaza ediyorum. sonuca bağlama eğilimine direndiğim için ruhu yendim; tıpkı hayatı da, onun içinde çözüm aramaktan dehşete kapılarak yendiğim gibi… insanın seyri – ne mide bulandırıcı şey! aşk – iki tükürüğün karşılaşması… bütün duygular mutlaklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar. asalet varoluşun yadsınmasındadır, harap olmuş manzaralara tepeden bakan bir tebessümdedir yalnızca.

    (vaktiyle bir "benliğim” vardı; artık sadece bir nesneyim… yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi unutturamayacak kadar hafiftiler. içimdeki peygamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında hâlâ bir yerim olabilir ki?)"
  • "bir yamyam olmak isterdim, politikacıları parçalayarak yeme zevkinden çok, onları kusma zevkini tatmak için." demiştir.
  • "sıkıntı, nüve halindeki bunaltıdır; kasvet ise hülya'lı bir nefret."
  • cioran'ın "gözyaşları ve azizler"ini okurken "gözyaşları cisimleşmiş müziktir." cümlesi dikkatimi çekmişti. nietzsche'nin "gözyaşları ile müzik arasında ayrım yapamıyorum." sözünü hatırlamıştım. lisede eugene ıonesco ve mircea eliade'yle birlikte okuduğum üç rumen'den biridir.
  • "özgür olmayı deneyin, açlıktan ölürsünüz".
  • " insanlar onlara dair genel düşüncelerimi test etmeme yarayan birer kobay, birer denek gibi artık.
    haklı çıktığımı gördükçe de bu değişmeyecek.
    size acı gelebilir, bana huzur veriyor. vermeli.
    nuh'ta geleceği okuma yeteneği olsaydı, hiç şüphesiz gemisini batırırdı ".
hesabın var mı? giriş yap