• 7 milyar insanın %99.99'unu oluşturan insanlar bunlar.
    onlar için hayatın çok daha kolay olduğunu düşünüyorum. siklemeden, merak etmeden, anlamadan, sadece itaat ederek, boyun eğerek, tren gibi koyulduğu rayda giderek yaşamak eminim ki huzur vericidir.

    bu anlatacağım gerçeği hiç fark etmeden yaşayıp ölen milyarlar, nasıl oluyor da kendi öz benliğine saygı duyabiliyor şaşırıyorum.

    kafamızın içinde bir beyin olduğunu biliyorsunuz.
    kafatasının ışık geçirmediğini biliyorsunuz.
    gözün ışığı elektrik sinyallerine çevirdiğini biliyorsunuz. peki hiç merak etmiyor musunuz gerçek ışık nasıl bir şeydir acaba. zira şu anki haliyle hiçbirimiz dünyanın gerçekte nasıl gözüktüğünü bilmiyoruz. çünkü biz gerçek anlamda hiç ışık görmedik.

    bunu biraz daha metaforik hale getirirsek, bizim "görmek" dediğimiz şeyin aslında gerçek objenin elektrik ile aktarılabilecek yeni bir formata dönüştürülmesi olduğunu anlayabiliriz. harika bir manzarayı mors alfabesiyle bir arkadaşınıza tarif ettiğinizi düşünün. işte gözün yaptığı tam anlamıyla budur. görüntüyü alır, kodlar, beyne görüntünün elektrik halini yollar.

    aynı şey tatmak, koklamak, duymak ve hatta dokunmak için de geçerlidir. bir koku aslında var olan bir molekülün burun tarafından elektrik sinyaline dönüştürülmesinin sonucudur. molekülün gerçek kokusunu asla bilemeyiz. aynı molekülün bir başkasına başka şekilde kokup kokmadığını bilemeyiz. bize kötü kokan bir molekülün bir başka canlıya harika gelip gelmediğini bilemeyiz.

    yani daha ötesine gidersek bizlerin, beyne ulaşan bilgilerin dünyasında var olduğumuz gerçeğini fark etmeden yaşamak, tartışmasız bir cehalettir. bizler fiziken gerçekten bir dünyada mıyız, bunu da bilemeyiz. boşlukta havada asılı bir sinir yumağı mıyız, nehirde bir plankton muyuz, dinazor muyuz bilemeyiz.

    işte tam da bunları düşünen rene descartes varlığını dayandırabileceği tek noktayı, var olup olmadığını sorgulamasına yarayan düşünmede bulmuştur.
    "düşünüyorum öylese varım." demek, diğer hiç bir duyuma güvenemem çünkü varlıkları ve verdikleri şüphelidir demektir.

    düşünün.
    varsınız ama neredesiniz.
    çevremizde bir şey var mı?
    bizden başka kimse var mı?
    limonun bir tadı var mı?
    ışık, aydınlık, renk var mı?
    varsa neye benziyor?

    (bkz: erkeklerdeki renk algısı/@limon kimyon zorro)
    (bkz: öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler/@limon kimyon zorro)
  • "gerçek" insanın duyularıyla algılayabildiği kadardır.

    şu "bir ormanda ağaç düşer de kimse duymazsa, gerçekten düşmüş sayılır mı" sorunsalına çok benzer aslında. bana sorarsanız düşmüş sayılır, zira ben insan algısının göremediği şeyin var olmadığı düşüncesini biraz insan olmanın getirdiği bir kibirden ötürü kaynaklandığını düşünüyorum.

    ama sonra işin içine tanrı inancı giriyor, uzayıp gidiyor. zira orada da "algılamadığım şeye inanmam" diyerek tanrıyı reddetmek sığ bir görüş olduğu gibi, gerçeğin bizim algıladığımızdan daha fazla olduğu durumu da tanrının varlığını kanıtlamıyor. "belki var, belki yok" noktasına getirip tıkıyor.

    işte orada mantık devreye giriyor. bu tür çözümsemeleri, insan beyninin duyularıyla algılayabileceği gerçeğin (ki o da "algılanan gerçek"tir) ötesindekini çözümsemeye çalışma durumu ortaya çıkıyor.
  • bilinmeyene dair bilgisi arttıkça durumunu / sanrısını değiştirecek insan.

    ...zira hem kelime anlamı ile hem de mecaz olarak "ışığı" (gerçeği -doğruyu ) tam olarak görmek /anlamak/, fark etmek ya da nesnel durumun bilgisine tam olarak varmak mümkün değildir.

    gerçek anlamıyla bilimsel bir yanlıştır; çünkü ışığı göremeyiz. ya da görme sistemi için uyarı eşiği üstünde kalan ışık türü ve miktarı nesneyi-objeyi görmemizi sağlayan temel etkendir; ama görülen de ışık değildir. ışık görme sistemimizin duyarlı olduğu ve uyarıla-bildiği elekto-magnetik dalgadır. beyaz ışık, temel olarak üç ana ışık renginin ( kırmızı, yeşil ve mavi ) eşit şiddette üst üste binmesi ile algılanır. ancak bu ışık altına her cisim yansıttığı ışık renginde algılanır. yani görülen beyaz ışık değil nesnedir... aynı ışık ( beyaz ) altında kırmızı, yeşil ve mavi nesneleri ayrı ayrı görmemiz tam da bu demektir zaten.

    gelelim mecaz anlamı ile "gerçekten ışığı" görmeye... bunu bir durum analizi yapmak olarak değerlendirip örneklemek daha açıklayıcı olacak. baktığınız ya da incelediğiniz hemen her "şey" ya da durum siz içine dahil olduğunuz iöçin zaten değişmiş ve baktığınızı sandığınız "şey" olmaktan çıkmıştır... şimdi bunu da örnekleyeyim:

    şu an kullandığınız odayı aydınlatan lambaya doğru tutarak elinizin baş ve işaret parmaklarını birbirine yaklaştırın... o kadar yaklaştırın ki sadece ışık sızsın... işte şimdi gerçeğe ve gerçeği algılamaya dair bir sorununuzun olduğunu anlamanız gerek. zira ışığın ancak sızdığı o aralıkta sadece ışık değil karanlık şeritlerde var artık. ve dar yarıktan sızdığı için aydınlanmanın en yoğun olmasının gerektiği o "yarık" aydınlık ve karanlık şeritleri ile sadece retinanızda oluşuyor. parmaklarınız arasında değil. üstelik bu durum, siznle aynı odada ve aynı ışık kaynağına yönelik deneyi yapan hemen herkes için farklı yer ve sıralama ile aydınlık-karanlık şerit oluşturur.

    böylece ışığın dalga- parçacık ikilemli ( ki bu durum madde için de geçerlidir ) yapısı "gerçeği algılamanın ya da görmenin" sizi daima "erteleyeceğini" anlatır... zira bu sitede yazılanların hiçbiri doğru değildir, demek tam da bu cins bir şeydir...
  • gözüne fener tutulasi yazar tespiti sonucu dahil olunan küme.
    insanların ne kadar cahil olduğundan her entrysinde sadece ışık üzerinden dem vuran çakma ilber ortaylı tespiti sonucunda gunes kadar aydinlanmis bulunuyorum. tabi güneş gerçekten aydinsa...
  • kitap okuyan yok herkes kitap yazıyor, namaz kılan yok herkes hoca geçiniyor, siyaseti bilmeyen meclise giriyor, bari çayı bilen biri demlesin.
hesabın var mı? giriş yap