• dün akşam turkcell kuruçeşme arena'da altın örümcek ödülleri gecesinde sertab erener konseri vardı. önlerde boş yer bulduk, alelacele oturduk. konser esnasında arka sırada birisi mütemadiyen eşimin sırtına doladığım koluma, elime dokunuyor, çözemiyorum ama arka tarafta başını sıkça hareket ettiren birinin varlığını farkediyorum. en son yine koluma dokununca merakla arkama döndüm, görme engelli bir adam, benim yaşlarda, takım elbisesini giymiş, keyifle konseri takip ediyor. bildiğin "kör" ama ben o körle karşılaşınca eşime "arkadaki seyirci kör, eli kolu çarparsa kusuruna bakma" demek için ağzımı açtığımda "kör" diyemedim. sanki hakaretmiş gibi geldi. yıllar önce babamın bir arkadaşının görme engelli çocuğuyla tanıştığımda kör diyememiştim yine, annesi "göremiyor" demişti, ben onu da diyememiştim ama yer etmiş ki, eşime "arkadaki adam göremiyor" dedim.

    bir ara içlerinden biri "ben görme engelliyim, benim için çekim yapabilir misiniz?" diyerek fotoğraf makinesini uzattı. o yüzden artık kör değil, görme engelli demem gerektiğini idrak etmiş bulundum.

    gece boyunca bir iki kere iletişim halinde olduk kendileriyle, gayet keyiflilerdi, biri neredeyse tüm konser dans etti ama bana bir şey çok koydu. sertab gece boyunca ay tutulmasıyla ilgili sohbet açıp durdu zira tam karşısında kabak gibi duran ay dakikalar içinde kayboldu, etkilenilmeyecek gibi değildi ama her "aya bakın", "aya doğru" lafı geçtiğinde bir yandan da içim gitti. o elime çarpan adam, sertab'ın aya bakın dediği anlardan birinde muhtemelen sırf kalabalığın dışında kalmamış olmak için başını çevirdi ama malesef tam ters yöne. içim acıdı.
  • ya sabahları 8.35 otobüsünü kaçırmazsam göztepe'den görme engelli bi arkadaş biniyor. kimileri orospu çocukluğundan kimileri de görme engelli olduğunu fark etmediğinden yer vermiyor. fark etmemeleri normal çünkü çok ilginç bu adam. görüyormuş gibi pata küte ilerliyor arkaya doğru ya sdflksdjflk. biri kolundan kapıp yolundan çevirene kadar öyle gidiyor lan. yer verene teşekkür etme gibi bi huyu da yok öyle de karizma aynı zamanda. oturunca asasını katlayıp beline sokuyor ve cep telefonunun kulaklıklarını takıp son ses radyo dinliyor. resmen hayranım kendisine. her allan günü bu adamdan nası bi film çıkar diye düşünüyorum. "abi nası öyle neye güvenerek nası bi mantıkla korkmadan patır patır ilerliyorsun bu nası bi müdanasızlıktır ya?" diye sorup muhabbet açmak istiyorum ama beni sikine sallamama ihtimalinden çekiniyorum açıkçası sdlfkdfjlk adam çok cool lan daredevil bok yemiş yanında. hani normalde engelli görünce mal gibi abuk tepeden bakan bi duyguyla içinde acıma hissi falan oluşur ya, bu adam tam tersini yapıyor. mitiş.
  • her çarşamba sabahı okula giderken bi kızla karşılaşıyorum, görme engelli. bugün farkettim ki son kertede bindiğimiz otobüsün aynı olmasından öte, metrobüsle geliyormuş, benim binmekten kaçınıp derse geç kalmak pahasına vapura kaçtığım, binerken kırk takla attığım, inmek için saniye saydığım metrobüse biniyormuş.

    ilk gördüğümde uzun süre bakakalmıştım. binmek için ileri düzey dağcılık teknikleri öğrenilmesi gereken, şoförünün içinde besiye hayvan taşıdığını sandığı sıkış tepiş otobüslerin birinde, orta kapının yanındaki demire tutunmuştu. sırt çantasının yanda fileli gözü vardı, ordan klavyeli telefonunu çıkartıp mesaj yazmıştı, sonra da iletildi sesini duymak için kulağına götürmüştü telefonu. benim hiç görme engelli arkadaşım olmadı ya da tanıdığım. belki de o yüzden inceledim o kadar. görememenin nasıl bir şey olduğunu hayal dahi edemezken ben, üzerine mavi gömleğini giymiş, mavi gözlü o kızın belki de mavinin nasıl bir şey olduğunu bilmediğini düşündüm. onun "güzellik" anlayışıyla, bu engeli olmayan insanlarınkinin ne kadar farklı olduğunu düşündüm. güzellik kavramı, estetik algısı, biz "görebilen" insanlarınkinden fersahlarca uzaktayken, annesine gidip de "anne ben güzel miyim?" diye sorduğunu düşündüm. suratımın sattığı sirkeleri toplamaya çalışırken, onun yüzündeki temizliği düşündüm. engeli olduğu için insanına kolaylık sağlayan, saygılı olan, onu evinden alıp istediği yere bırakan hizmetlere sahip memleketleri düşündüm. insanın insanı düşünmeden ezip geçtiği, fiilen çiğnediği, insanın hiçbir değerinin olmadığı marazlı toplumumuzda, verdiği var olma savaşını düşündüm. memleketimin engelli insanlara sağlamadığı kolaylıkları düşündüm. tedirgin tedirgin merdivenlerden inerken gidip yardım etmek istedim, edemedim. boğazıma öyle bir şey oturmuştu ki, sesim çıkmayacaktı. ama sesim lazımdı. arkasından yürüdüm, koluna girmek, en azından okula girene kadar 5 dakika gözleri olmak istedim, yapamadım. o vardı da orda, ben yoktum çünkü. kimse yoktu. belki de iyi ki görmüyordur bu çirkinliğimizi.
  • görme duyusu hariç, çoğu duyusunu bizden çok daha iyi kullanabilen muhteşem insanlardır
    bugün görme engelliler okulunda ders vermeye başladım. içeri girdiğim ilk anda ağlayacağımı düşünürken, bir anda gülümsediğimi fark ettim. o kadar sıcak kanlı, o kadar yardımseverler ki. öğrenciler küçük, benim öğrencim de ilkokul 8. sınıf öğrencisi. ilk olarak ne öğrenmek istediğini sordum. "ben çoğu şeyi biliyorum ama seninle tekrar etmek isterim" cevabını aldım. evet. bilmesi gereken çoğu şeyi biliyordu. sınıfa başka öğrenci geleceği zaman kapıyı çalıp, "gel" cevabımı bekledikten sonra hepsi özür dileyerek sınıfa girdiler. ders anlatırken ben, bana her zaman gülümsemesi beni daha çok motive etti, ellerimi kullandığımda hissediyordu. evet ne zaman ellerimi kullansam, dikkatini ellerime verdi. hayatımda gördüğüm en güzel gülümsemelere, en güzel özür'lere, en güzel teşekkür'lere, en içten sarılışlara şahit oldum bugün. kendimden utandım onlar kadar mutlu değilim diye. ama canımı yakan tek şey şu sözleri oldu: "öğretmenim, renkleri öğrensem ne olur, ben körüm, onların ne olduğunu bile bilmiyorum" küçük bir çocuktan bunu duymak kadar üzücü bir şey yokmuş. kalakaldım. her şeyin bir cevabı da yokmuş.
  • geçenlerde taksim metrodayken metrodaki görevli görme engelli bir beyefendinin yenikapı'ya gitmesi için yardım edip edemeyeceğimi sordu, ben de kabul ettim. daha sonra kendisine nereye gideceğini sordum ve söğütlüçeşme'ye gideceğini söyledi. ben de ayrılıkçeşmesi'nde ineceğimi belirttim. konuşmanın ilerleyen kısımlarında kadıköy çarşıda bir işi olduğunu öğrendim. marmaray'a beraber bindik ve karşısına oturdum. daha sonra aklıma benim de çarşıda bir işim olduğu geldi, dolayısıyla da söğütlüçeşme'de inip, ona eşlik edebileceğimi düşündüm. yanına gidip "biraz önce aklıma geldi, benim de kadıköy çarşıda bir işim vardı, dilerseniz söğütlüçeşme'de inebiliriz, size bir yere kadar daha eşlik edebilirim" dedim. bunu duyar duymaz hareket halindeki trende ayağa kalkıp "yok o zaman ben ayrılıkçeşmesi'nde ineyim" dedi. o anda bir şeyler o kadar ani gelişti ki benim de kafam karıştı, birkaç şey daha söyledi ama hatırlayamıyorum. o anda aklıma benim aniden fikir değiştirmemden tedirgin olmuş olabileceği geldi, çünkü konuşurken o şekilde bir çıkışta bulundu. zaten göremeyen biri neden hareket eden trende ayağa kalksın ki aniden? yardım edebileceğimi belirttikten sonra kendisinin rahatsız olduğuna dair birkaç imare daha görünce "tedirgin oldunuz siz sanırım, tamamdır ben kendi işime bakarım" dedim. daha sonrasında o kendisi bu sözüm üzerine sanırım ikna olup "tamam ben sana güveniyorum" dedi. aynı durakta indik ve kendisini belediyenin önüne kadar götürdüm ama bu süreçte bana sık sık "neredeyiz şu an?" diye sordu. ben de her sorduğunda kendisine cevap verdim.

    bir görme engelliye yardım ederken oldukça dikkatli olmak gerekiyor. kendisini güvende hissetmesi gerek. muhtemelen benim ani fikir değiştirmem onda bir tedirginlik yarattı, sonuçta onun çevresini göremiyor oluşunu kullanarak kendisini gideceğe yere götürüyormuş gibi yapıp ona zarar verebilecek insanlar da olabilir.

    muhtemelen bir daha görme engelli birisine yardım edecek olursam, öncesinde karar verdiğimiz yere kadar yardım edip kendi haline bırakacağım.
  • eve gidiyorum. bilet alırken gördüm abiyi. tamamen kör değil de kısmen kör olanlar gibiydi (kör kelimesinde bi hakaret algılamıyorum ben, zenci kelimesinde algılamadığım gibi, görme engelli sakil duruyor ağzımda, rahatsız olan varsa şimdiden özür dilerim). dolmuşa binerken kapıda gördüm. bir genç yardım etti. ayakkabılarını gördüm bilmem neden siyah eski tip sivri burun çok pis değil, benim ayakkabılarım çoğunlukla daha çamurlu olur. kaç numara dedi genç, baktı biletine 3, oturttu. sonra ben baktım biletime 4. tüh. oturdum yanına. selamün aleyküm demeli miyim. bilemiyorum abi ya. yemin olsun kendimden, yabaniliğimden. sosyal özürlüyüm ben de bakma normal göründüğüme. diyemedim selamün aleyküm. kıpırdandı abi elini cebine soktu sonra benim elimi tuttu. 8 10 tane fındık verdi. teşekkür ettim. abi yeminle senden değil. kimseden yemem, huylanırım, eli pistir derim. alınma. ağzımı açtım kapadım yedim san diye ama elimde olduğunu biliyosun belki hala fındıkların, küsme. nereye gittiğimi sordu. söyledim.
    soğukmuş ya burası da.
    15 20 dakka kaldı abi kalkmasına
    cebinden eski nokia telefonunu çıkardı, bi tuşa basılı tuttu
    "saat 9 22" 8 dakka kalmış.
    yok abi 9.45 te
    sen bilet almadın mı
    aldım dur bakıyım doğru 9.30 yazıyor.

    birkaç dakika geçti

    dolmuşla gitmeyi de hiç sevmem. ..... ya da gidecek başka yol yok tabi.

    sen ..... lı değilsin galiba gözlerim görmüyo ama konuşmasından tanırım insanları.

    telefonu çıkardı
    "saat 9 36" e geç kaldı bu.

    bi yeri aradı. niye kalkmadı diye sordu.

    sen haklıymışsın 9.45 teymiş.

    susuyorum abi. üstüne alınma hep susarım ben. o kadar konuşmaya çalıştın biliyorum ama böyle. ayrıca korkarım ben neden bilmem. bu yüzden başka bi koltuğa geçmek istiyorum hala ama utanıyorum. hem bak önümdeki teyzeler tanış ama onlar da dolmuş hareket edeli hiç konuşmadılar birbirleriyle. normal dimi bu normal. ter bastı abi beni ya. fındıkların elimde hala napayım bilemedim. özür dilerim abi. uyuyo musun? bakamıyorum yüzüne. görürsün belki. uyuyosundur umarım. daha 20 dakkamız var abi.
  • bir görme engelli arkadaşımın yurtdışındaki deneyimi:(ülkemizde nelerin eksik kaldığı bu yazıyla daha iyi anlaşılabilir)

    bugün şehir merkezinden kaldığım aparta tek başıma gelmeyi denedim. ilk izlenimlerim çok güzeldi. bir kere kimse arkanızdan koşup kolunuza yapışıp sizi sürükleyerek yardım etme çabası içine girmiyor. bu güzel bir şey. korku ve panik halini yaşamadım bu sayede. ikincisii, kimse arkaanızdan ya da evinin balkonundan size "sol yap sol yap abla! direk var abla çarpacan abla!" diye böğürme çabası içine girmiyor. huzura erdim bu konuda resmen. kimsenin bakışlarını bana çevirmediği o kadar belli ki, hiç negatif enerji hissetmedim yürürken insanlarda. arkamda yürüyen erkeklerden rahatsız olmadım nedense. kötü bir enerji hissetmedim. bir ara nereye gideceğim konusunda şaşırdım mesela, kimse gelip "düz git bacım düz git" diye saçmalamadı. beni görenler sakince kenara çekildiler ve sorunsuzca ilerleyebildim. yanlış yapmaktan korkmadım çünkü insanlar benim yanlışlarımla ve eksiklerimle ilgilenmeyorlardı. bunu fark edince çok rahatladım. en son apartın önüne geldiğimde, binanın önünde biri durduğu için orası olup olmadığından emin olmadım ve biraz daha ilerleyip doğru yerin orası olduğunu anlayıp geri döndüm. ama hala bina girişini algılayamadığım için ve etrafa anlamsızanlamsız kafa sallayıp bakındığım iin bir erkek kolumu tutup çekiştirmeden, sakince uzaktan nereye gitmek istediğimi sordu. hatta sonra bana bina girişini göstermek için kolunu uzattı. yani doğru olan buydu ve bunu bilmesine çok şaşırdım.
  • gözleriyle degil de kulaklarıyla, ayaklarıyla, elleriyle, parmaklarıyla, kalbiyle gören kimse.
  • top ayaklarına gitmedği için topa kendileri giden insanlardır. şimdiye kadar görme engelli çok fazla arkadaşım olmadı, o yüzden farkedemedim aslında onların bir şeye ulaşmak için kendi ellerinde bile olmayan durumları nedeniyle, gören insanlardan ne kadar daha fazla çabalamak zorunda olduklarını.

    devlet bize memur olmanın ne menem bir şey olduğunu anlatmak için bizi bir eğitim sürecine tabi tuttu geçen iki haftada. grup da benim çalıştığım kurumdan gelenler ile ankara'da işe başlayan görme engelli öğretmenlerden oluşuyordu. işte bütün hikaye de burda geçiyor zaten. ilk sorun daha o ilk dersin başında ortaya çıktı: perdeye yansıtılan sunumu onlar göremedikleri için her bir kelimenin tek tek okunması gerekiyordu konuyu kavrayabilmeleri için. ilk ders bu şekilde atlatıldıktan sonra ertesi gün arkadaşlar hazırlıklı geldiler; yanlarında kendileri için hazırlanmış bilgisayarları veya ses alma cihazları vardı. ama bu sefer de mürebbiye engeline takıldılar. hoca'nıma göre ders sırasında ses kaydı almak yasaktı. e ama o zaman flash belleğinde yüklü pdf'i kendisine okuyacak bilgisayarı olmayan görme engelli n'apacaktı? bu da ikinci sorundu. çocuklar zaten devletin onlara sağlamadığınız braille alfabeli kitap açığını kapatmaya çalışıyorlar, hem de üstüne bunun yasak olduğunu söylüyordu devlet onlara. nasıl bir mantıktır hala çözemedim.

    insanları kanunlar nedeniyle %3 kontejanından kamuda işe almak, onlara önem vermek demek değildir. nasıl ki şeytan ayrıntıda gizli, bu beyaz çubukla yol yürüyen insanları istihdam eden devletin de sadece kanunun gereğini yapmış olmak için icraatta bulunmaması; durumu ayrıntısıyla değerlendirip ona göre iş süreçleri hazırlaması gerekli. ha, bu şekilde de o çark dönüyor mu? gayet de dönüyor aslında. ama tamamen bu insanların çabalarıyla ve istekleriyle dönen bir çark söz konusu. olması gerekenin tam tersi yani.
  • teknoloji el verse de, gözlük şeklinde kamera yapsak, bunu direkt olarak beynin görme ile ilgili kısmına bağlayabilsek, böylece kameranın aldığı görüntü beyinde oluşsa, rüya görür gibi. tabi alemin zekisi ben değilim, bunca insanın bir bildikleri vardır herhalde.
hesabın var mı? giriş yap