• herkesin aradığı şeyler var. derinlerdeki bir altın gibi. en önemlileri güven, şefkat, sevgi ve adanmışlık. ama bunlar öyle yüzeyde bulunacak duygular değil.
    ilk aşamada bulacağınız
    beğenme, beğenilme, ilgi etkilenme ve şehvet. karşıdaki kişi bu aşamada bir arzu nesnesidir ve ona ulaşana kadar göz hiçbir şeyi görmez.

    ikinci basamak: karşındakinin zayıflıklarıyla karşılaşmak.
    burada ilk heyecanın düşmesiyle karşıdakinin kusurlarını görmeye başlar.
    ilişki daha derinleşmemiştir. ama öfkeler, tripler, yanlış anlaşılmalar yaşanmaya başlamıştır. elleriyle toprağı kazar, elleri acır, tırnakları kirlenir ve “of ya burada altın falan yok”der. ve yandaki araziye geçer ve her şeye en baştan başlar.

    oysa altın tüm güzel şeyler gibi derindedir. ve onun için birlikte sabretmek, çabalamak ve mücadele etmek gerekir.

    acı nedir bilmeden aşkı bulmak imkansız.
  • - birbirini tanımak için yeterli zamanı vermemek,
    - ilişkiye emek sarfetmemek,
    - "hep bana, hep bana" beklentisinde olmak ve
    - sürekli alternatif aramak.

    kısaca "bağ kuramamak" da diyebiliriz.

    **artık herkes, 15 saniyede bir akış değişsin istiyor!.
  • arkadaşlık ilişkilerinden tut da aile ilişkilerine kadar, bir sorunun çözümü üzerine insanların deneyimleri çok zayıf. fazlası ile tahammülsüz ve bireysel bir bakış açısı mevcut. insanların menfaatinden gözlerine perde inmiş ve ondan başka hiçbir şeyi göremiyorlar gibi. ben öyle değilim herkes böyle demiyorum. ancak derinlik ve bir durumu tahlil edebilme yeteneğimiz kısıtlı geliyor bana. insan kendiyle bile anlaşamazken, elbette başka birileri ile ilişkisi hep diken üstünde. bir de bunun üstüne kavrayış, tecrübe ve empati eksikliği de eklenince. insanlar bilgisayarın çöp kutusundaki bir dosya gibi unutulup gidiyor. ilişkiler başlamadan bitiyor, ya da hızlı tüketiliyor. aslında bakarsanız bu tüketim mevzusuna gelince birini tanımak tamamlanacak bir iş gibi gelmiyor. pişmanlık cümleleri ile bitiyor, bir zaman tanıdığımıza emin olduğumuz kişilerle ilişkilerimiz. belki de en değersiz olan somut alışverişlerin tatmini ile karşıdakinden alacağımızı aldığımızı zannediyoruz. ya da ben götümden uyduruyorum bilemedim.
  • basit bir mantık kurun. eskiden yırtılan ayakkabı, bozulan radyo götürülüp tamir ettirildi. hatta inanmayacaksınız bazen yanan monta armayla yama yapılırdı. şimdi bugünkü tüketim şekline sahip olan iki insanın, bir ilişkiyi sağlıklı şekilde inşa edip sürdürmesi imkansız gibi.
  • internet, yeni teknolojilere adaptasyon hızımızın yetersizliği derken karşıma çok güzel ve sade bir şey çıktı. özet de diyebiliriz aslında buna.

    binlerce yıllık kültürel miras ve düşünce yapısının son gelişmelerin ardından işlevsiz kaldığını söyleyebiliriz. mesela çok değil 5-10 kuşak önce birisiyle irtibatta olmadığın sürece öyle birinin varlığını bilme ihtimalin de yoktu. günümüze kadar gelen büyük karakterlerin çoğu da muhtemelen o an o olaya veya kişiye denk gelenlerin kulaktan kulağa, nesilden nesle abartıp değiştirerek insan üstü bir karakter ortaya çıkarmasından ibaret. e görüşüp hayatımıza dahil edebileceğimiz insan sayısı da dunbar sayısı ile sınırlı olduğuna ve beynimize bilgisayar yükseltmesi yapar gibi yükseltme yapamayacağımıza göre afallamak normal.

    zamanında kasabasındaki insanlar ve gezginse gezip gördüğü yerlerde ticaret yaptığı, hanında kaldığı kişilerden ibaret bir çevresi olan aktif bir insanın belki on katı kişiye bugün yataktan çıkmadan bir günde maruz kalabilirsin. mesela tinder kullanan birisi, isterse yüzlerce profili tarayabilir. internet beyanı ne kadar tanıtıcı ve güvenilir olur bilinmez ama sonuçta yüz yüze tanıştığın kişi de tüm hayatını değiştirerek anlatabilir. dolayısıyla eski gezginle kıyaslamak çok da yanlış olmaz. e bu maruz kalınan insan sayısı da belli bir limiti aşınca beyin yükseltmesi yapamadığımıza göre ya birileri unutulacak veya özensiz davranılacak. mesela bende bazen oluyor. adamın tipini, sesini ve yaptığımız bazı aktiviteleri net hatırlıyorum ama bir gün adı lazım olsa aslında hatırlamadığımı fark ediyorum. kızı çıplak bile görmüşüm, vücut detaylarını biliyorum ama yaşını unutmuş oluyorum. bir şekilde bunların verisi ya siliniyor veya başka verilerle karışıp yok oluyor. annemle konuşurken de mesela bir olayı anlatıyor. ben o olayı aslında 180 derece ters şekilde hatırlıyorum. o da emin ben de eminim ama birimizden birinde veriler hasar görmüş işte. çünkü yüzlerce insana ve olaya maruz kalıyoruz. en basitinden bir akşam haberlerinde bile hiç yoksa 30-40 insanın saçma hayat detayı yağıyor.

    eskiyle kıyaslamayı denersek kıyaslayamayız. köyün büyücüsü veya savaşçısı bire bin katarak bir şeyler anlatacak da dinleyeceğiz. onda da yaşlı bir bilgin olsa ancak çok sayıda insan öyküsü sıralayabilir. o da zaten masal gibi gelir geçer. sonuçta yine köyündeki bir avuç insan, senin hayatını oluşturuyor olacak. işte bu afallama yüzünden ilişkiler de bitmiş vaziyette. yalnızken hepimizin içinde bir boşluk oluyor, birisi hayatımızdayken de diğerlerinin arasında sıkışıp izdihamda yok oluyor. sürekli konser alanı sıkışıklığında mücadele eder gibi ön sıralarda kalmaya kim uğraşır? hele şimdiki ergenlerin sözde keyifli zaman geçirip bilgi edinmek için açtıkları videoları bile "zaman kazanmak" için 1.5-2 kat hızda seyretmeleri düşünülürse vaziyet iyice netleşiyor. biri de çıkıp "neye acele ediyorsunuz lan siz" demiyor. hadi başkası demez de kendi kendine de diyen yok. tabakhane yolcusu olmuş millet. sonra mutluluk, huzur falan arıyorlar. eminim bulursun.
  • şule öncü bu sorunu çok güzel bir şekilde özetliyor:

    "yamyamlar cehennemi

    insanların pek çoğu ilişkilerinden beslenemedikleri zaman ya birbirlerini ya da kendilerini yerler. açlık bakidir çünkü. yalnız, izole, kendine kapanmış olan, ya da öncekinin bıraktığı yarayı, sonrakini yaralayarak sarmaya çalışan, bu bağlamda cannibalistic (yamyam) olmaya yatkındır. ilişkinden mi besleniyorsun, yoksa yamyamlaşıyor musun?

    ilişkiden beslenebilmek için ilişkiyi beslemen gerek. ilişkiye ne veriyorsun? hangi duygularla, hangi düşüncelerle, hangi yeni fikirler, teklifler, deneyimlerle varıyorsun ötekine? ne kadar cesaret götürüyorsun ilişkiye, ne kadar yaşam sevinci, ne kadar şefkat, ne kadar arzu? ne kadar açıyorsun iç dünyanı? her kendini açtığında ısırılıyor ve ısırıyor musun?
    hâlâ zamanın varken düşün."
  • çok çabuk tüketiyorlar birbirlerini.
  • tüm sorunlarından kaçmak için artık şöyleyim:
  • iletişim eksikliğidir. insanlar birbirini anlamak yerine içinden geçene veya dedikodulara inanma eğiliminde. kimse karşısındakiyle açık ve net iletişim kurmuyor. haliyle tartışma ve yanlış anlamalar bitmiyor. e bir de üstüne alternatiflere ulaşmanın kolaylığı da eklenince kimse karşısındakiyle sağlıklı iletişim kurma çabasına girmiyor. eften püften sebeplerle ilişkiler bitebiliyor.
  • ruhsuzluktur. bu devrin tamamına, her şeyine, tüm bireylerine sirayet eden, içten içe çürüten, önü alınamayan ruhsuzluktur. çağın kendisinde ruh kalmadı, ilişkiler de nasibini aldı hem de ağır bir şekilde. dönüşü yoktur ayrıca.

    ilişki denen dünyanın en insani olayının da tabutuna çivi çakılmıştır.
hesabın var mı? giriş yap