• iki kubali genc muzisyenin ya$amindan bir kac haftalik bir kesit sunan, cok guzel bir ispanya/fransa/kuba ortak yapimi film (2005).

    icten oyunculuk, mutevazi goruntuler ve kipir kipir muzik; hikayeyi tamamlamak icin birbirleriyle o kadar ustaca bir isbirligi icindeler ki, ispanyolca bilmeden, romence altyazi ile izlerken bile keyif alinabiliyor.
  • türkçe altyazıyla izlenince çok daha güzel olan film. insanı alıp başka bir diyara götürüyor. başka bir dünya düzeninin mümkün olabileceğini ve bunun çok daha güzel olabileceğini düşündürüyor. hem eğlenceli hem de aynı zamanda hüzünlüydü, gerçekten güzeldi. en önemlisi ise gerçek anlamda sarsıcıydı, yerinden kalkınca sendeletecek kadar... izlenilesi film.
  • pek eğlenceli gençlerin amaçlarına ulaşmak için gösterdiği çabayı böyle eğlene eğlene anlatırken zaman zaman da ani geçişlerle insanı hüzünlendiren , en sonunda da yalnız olmanın resmini çizen film.
  • müziği seven istisnasiz herkesin cok keyif alarak izleyecegi, son zamanlarda izledigim en iyi filmlerden biri. amaçlarına ulaşmak için ellerinden geleni yapmaya calışan ama yaşadıkları ülkenin gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalan iki insanın müthiş hikayesi ve o ülkedeki*yaşam, diyaloglar ve etkili çekimlerle çok iyi aktarılmış. filmekimi 2006'nın en iyi filmlerinden biri.

    --- spoiler ---

    özellikle tito rolündeki roberto sanmartine dikkat.

    edit : filmin sonundaki muthiş şarkı için;

    (bkz: arenas de soledad)
    (bkz: yalnızlık kumları)

    --- spoiler ---
  • oyuncularinin yakisikliligiyla akillara kazinan film.
    (bkz: alberto yoel)
    (bkz: roberto sanmartin)
  • konunun çok güzel anlatıldığı, muhteşem bir soundtrack'e sahip olduğunu düşündüğüm film.
  • festivalde alabildiğim biletler arasında en umutsuz yaklaştığım film olmasına rağmen, muhtemelen en sarsılmış olarak çıkmış olacağım film. sinema salonunda yalnız seyredilmemesi, her koşulda bir paket selpakla gidilmesini tavsiye ederim.

    filmin en başındaki küçücük davul solosunu hatırlarsanız, işte tam orda, önce, "bak psikiyatrist işe yarıyo , küçücük davul sololarından bile etkilenebiliyorum" derken, bir de baktım ki filmin sonu gelmiş ve ben, hayatımda sadece bir filmi daha "bu kadar" sevmişim. (bkz: antonia s line)
    -psikiyatristle alakası yokmuş yani diye belirtmeme gerek var mı bilmiyorum.

    önce bir takım ayrıntılar çok obvious geldi, onlar olmadan anlasak istedim filmi.

    --- spoiler ---

    örnek vermek gerekirse, ki o yüzden spoiler ibaresi koydum: çocuğun bagetle uyuması. arka arkaya hızlı verilen bilgiler, (stüdyo olmayan stüdyolarda çekilen eziyetler. müzisyen kocanın çilesi, müzisyen kocanın karısının çilesi, bagetle uyuyan çocuk vs.) hafiften kurgudan çok kurgu taslağı hali vermiş olsa da,

    --- spoiler ---

    filmin olgunlaşması hiç bekletmemiş, yönetmen - oyuncu birliği, hatta örneği çok az görülür yönetmen - setting ve oyuncu - setting birliği filmi mükemmelleştirmiş. nerdeyse castronun

    alberto yoel* ve roberto sanmartin*, daha sevimli olamazlar. alberto yoel, kübanın 2005 model yılmaz güneyi, içinde birazcık bile yılmaz erdoğanlık yok , çok belli. alex kafayı yemiş. marta calvo bana fazlaca christine scott thomas'ı hatırlattı ve o her an cihangir kahvesinde karşılaşabilirmişiz havası -ki aslında bir karakter bir oyuncu bu kadar cuk olur- beni gıcık ettiğinden -kadıncağız naapsın- ama gıcık etmeseydi de, yailene sierra* 'ya on numara formayı layık gördüm.

    fatih akın'ın, orhan pamuk'ın döktürdüğü cinsten gözyaşlarım, benito zambrano'yu hiç kırmadı diye belirtmeden duramıyor, soundtrackini de aha da şimdi mp3 playerıma atıyorum ve bu 80630 bebesi-vari konuşamamamın da yakın zamanda geçmesini umuyor, bu entryyi editleyeceğim günü sabırla bekliyorum.
  • çok güzel, duygulu bir filmin inanılmaz duygulu, evrensel dildeki (müzik) şarkısı. böyle güzel bir blues ancak hissedilerek yapılır.
  • kötü bir dönemdeyken küba ve blues'u duyunca eğlenceli bir film olacağını düşünerek ve biraz neşelenebilmek için festivalde bilet bulup gittiğim nadir filmlerden biri..ancak bu şekilde izlenmesi kesinlikle tavsiye edilmeyen bu filmin sonunda bluesun kendine has, içine akan hüznüyle bi süre koltuğunuzdan kalkamama,boğazda düğümlenme şeklinde yan etkilere marus kalabilirsinis..herkesin kendi yolunu seçmesiyle yoluna yalnız devam etmesi tam da kabullenmek istemediğim bi zamanda beni kalbimden vurmuştur..
  • küba'da müzik yapmaya çalışan iki gencin yaşadığı sıkıntıları evrenin tüm renklerini içererek anlatan keyifli, duygusal, müzik dolu bir film.
    filmin devrim sonrasını anlattığı bir imaj olsa da naçizane bilgimle devrim sonrası bazı müzik aletlerinin yasaklandığı gerçeği aklımı karıştırdı.
    bunu seven bunu da sever: the lost city
hesabın var mı? giriş yap