• '' ben, yaşar usta '' nın havada karada tokatlayacağı film.
  • batsın bu dünya!
  • henüz vakit varken yeşilçam sineması'nda izleyebileceğiniz filmdir.

    --- spoiler ---

    teknoloji hayatı kolaylaştırırken, insan faktörünü aradan çıkarıyor yavaş yavaş. her şey dijitalleşiyor. telefonda saatlerce bekledikten sonra basmakalıp bir cevap alınıyor. bugün git yarın gel, yarın git kırmızı kar yağınca gel. "peki onu telefona bağlasanız olmaz mı?" "olmaz, prosedür böyle". daniel bu çarka teslim olmamak için elinden geleni yapıyor. aslında yapabilir, bu yeteneğe sahip; ama yapmamayı tercih ediyor. zorla cv doldurması istenildiğinde bile bunu, bir marangoz olarak kulağının arkasından eksik etmediği kurşunkalemiyle yapıyor. aklını teknolojiye teslim edip rahatlayan bürokrasi, bütün bu "çıkıntı"ları cebren törpüleme işlevini üstleniyor. törpülenmeyi kabul etmeyenleri "ceza"landırıyor. daniel'ın dediği gibi, herkes birbirinin zamanından, en kıymetli hazinesinden çalıyor. giden gün ömürdendir tabii.

    modern insanın kayıtsızlığının ancak sloganvari bir çıkış olduğunda kırıldığını da anlatıyor film. bu da iletişimin "görsel" malzeme üzerinden sağlanabildiği bir çağa, inceden bir eleştiri olarak okunmaya müsait bir şey.
    --- spoiler ---

    medeniyetin göbeğinden insan manzaraları bize hiç yabancı değil.
  • filmle ilgili söyleyecek çok bir şey yok, zira filmin son sahnesinde katie'nin okuduğu mektup, filmin sözünü fazlasıyla söylüyor zaten. böyle yapmak yerine zekamıza güvenmesini tercih ederdik gerçi.

    kean loach sinemasını biraz naif, fazlasıyla doğrudan bulmuşumdur. hep bir başka yönetmenin, iciar bollain'in çektiği yağmuru bile'nin o nefis senaryosunu da yazmış paul laverty'nin ken loach'un filmlerinde aza kanaat getirmesine de ayrıca şaşırmışımdır. ken loach'un filmleri, insanı düzleştiren, basitleştiren, karakterlerini o koskocaman işçi sınıfının taşıyıcısı, hikayenin binek atı gibi konumlandıran filmlerdi. bu konuda çok fazla sözüm yok, zira hayli uzun zaman geçti bu filmleri seyredeli.

    fakat ı, daniel blake, bu hissiyatımı gözden geçirmeye zorladı beni. ne de olsa iliklerimde, kemiklerimde hissedebildiğim bir karakter bahşetti bana. bu anlamda üstüne bastıra bastıra bir insanın adını başlık seçmiş olması tesadüf değil. ne de olsa, kapitalist devletin karşısına - birey de demeyeceğim, neticede o da politik bir kavram - tarihin şu aşamasında artık unuttuğumuz veya bize unutturulan daha eski bir kavramı; insanı koyuyor. acıkan, açlıktan bayılabilen, üşüyen, üşümemek için saksının içine mum koymak, pencerelere delikli muşambalar germek gibi yöntemler icat eden, toplumun bakışı karşısında utanan, hayatta kalmaya çalışan, aç olsa da minnet duygusunu göstermek için yemeğini misafiriyle paylaşan, çocukken küçük bir odada tıkılıp kalınca hiperaktif bozukluk geliştirebilen, başkalarının acısını ve mücadelesini görüp onlardan şefkatini esirgemeyen, çocuğu utanmasın diye bedenini satan, hayatını bakımına adadığı manik depresif karısının ölümünün ardından gözyaşı dökebilen bir varlık, öz saygısını ve onurunu korumak için mücadele veren, bildiğimiz insan yani. yaşayan bir insan. hiçbirimizin taşıyıcısı değil ama biliyoruz ki bizim hikayemiz bu, hepimizin, hayatta kalmak için mücadele etmek zorunda olan, devletin öldürücü gücü karşısında kırılgan olan herkesin.

    daniel blake nasıl yaşamsa, yaşayan insansa kapitalist devlet de ölümün temsilcisi. insanı utanacağı bir konuma mahkum edip dostlarının şefkatini bile reddedebilecek noktaya getirebiliyor ama kendisi asla utanmıyor, yaşayanların üzerine heyula gibi çökmüş ölü bir güç kapitalizm. duygusu, vicdanı, şefkati, değeri olmayan ama tüm bunları öldürecek kadar güçlü, insanlık dışı bir entite. yaşamı sömüren, metayı kutsayan bir varlık. daniel blake ne kadar yaşayan emeği temsil ediyorsa o da ölü emeği temsil ediyor.
  • ilk diyeceğim çok sade bir film içinde etkili bir ruh oluşturulmuş. filmi "yeni çağın solculuğu nasıl yaşanır ve gösterilir" sorusuyla birlikte de izlemişim. gözlerim fena yaşardı ve burkuldum saklamayayım.

    slogan durumlar slogansız olarak kurulmuş. cv/özgeçmiş, call center ve kamusal açık ofis işleyiş temaları çok güzel işlenildiği gibi ilerici dayanışma, sosyal deneysel ilişkiler insani kalıplar içinde verilmiş; çocukların ve azaltılmış ölçüde erişkinlerin muhalefet dışavurumlarına arka çıkılmış. bürokrasi ve kırtasiye üzerinden de olsa karşıcılık için her zaman her düzende fırsat olacağı, ana tavrın devrimci veya eleştirel olması gereksinimi gene güzel vurgulanmış.

    ken loach hep-hiç siyah-beyaz ikiliğine düşümeden tarafını belirlemiş, ölsem de yolumdan dönmezem diyor.

    (bkz: cv/@ibisile)
  • ünlü film yönetmeni ken loach'ın son filmi .ı, daniel blake yönetmenin en kötü filmi. kapitalist sisteme ve ingiliz sosyal güvenlik kurumlarına beceriksiz bir adam ve memur hataları üzerinden bel altı vuruş. ustaya hiç yakışmamış.
  • daniel blake'in yaşadığı sıkıntı basit bir memur hatası değildir. denetleyici kurum özel sektörün elindedir ve sistem dışına ittiği insan sayısı kadar kar etmektedir. bu sebeple madur olmuş ve yaşamını yitirmiş kişilerin sayısı binlerle ifade edilmektedir. well ı’m pencil by default.*
  • altın palmiye aldığını şu an öğrendim ve şaşırdım. bana göre ortalama bir sistem eleştirisi. vurucu bir yanı yok ya da ben bu topraklarda daha beter şeyler okuyup gördüğüm için yuh diyemedim.

    --- spoiler ---

    hoşuma giden kısmı; günümüzde bizi adamakıllı muhatap alan birilerini bulamayışımızı vurgulamasıydı. müşteri hizmetlerini arayıp 1 saat bir yerlere bağlanmaya çalışmak, beklerken müzik dinlemek ve hiçbir sonuç alamamak hepimizin yaşadığı sinir bozucu bir durum. o kadar fazla departman var ki her biri topu bir diğerine atıyor. bürokrasi içerisinde bin türlü evrak doldurup başvuru yapmak ve günlerce beklemek zorunda kalıyorsun. halbuki adam akıllı bir muhatap bulsan bir saatte ayarlanacak işlemler.

    bir de film ile birlikte dikkatimi çeken belli bir yaşın üstündeki kesimin dijital dünya ile uyum sorunu. artık her şey internet üzerinden yapılıyor. iş başvuruları, cv'ler. ve bilgisayar kullanmayı bile bilmeyen kesim buna adapte olamadığı için direkt sistem dışı kalıyor. hayatı boyunca marangozluk yapmış bir adama cv hazırlama kursunu şart koşuyorlar. nasıl ilginç bir birey olunacağını anlatıyorlar filan. aslında ilginç olma hali bence artık gerçek dışı bir beklenti. ilginçlik bile sıradan bir hal aldı günümüzde. aa şu çok marjinal bir fikirmiş diyebiliyor muyuz? yoo. şirketlerin hala "ilginç olun, aradan sıyrılın" safsatasına bel bağlaması saçmalık.

    kadının hikayesini ise sevemedim. escort olma olayı çok pata küte gerçekleştiği için sanırım. daha ince detaylar verilmeliydi. marketten ped çalıyorum, yiyecek yardımı alıyorum öyleyse escort olayım şeklinde ilerledi olay.

    --- spoiler ---
  • ken loach'un da, bu filmin de... üzgünüm, sağlıklı bir eleştiri yapmak isterdim ama niye yaşlılık ve bu kadar gerçeklilik zamanına geldim be hayatta en sevdiğim yönetmenlerden birinin? son zamanlarda izlediğim en gerçek film.

    --- spoiler ---

    o yemek bankası sahnesinde içinizden bir şeyler ölmediyse, gözünüzden bilmem kaç milyon yaş dökülmediyse sizinle film konuşmayalım, hatta arkadaş olmayalım. off, yokluğun da ötesi var mıymış, evet varmış. bu sahne sinema tarihine yazılmadıysa ben de bir daha film izlemeyeyim.

    --- spoiler ---

    daniel, seni çok sevdim, ama keşke daha az sevseydim ya, avzıma sıçtın...

    çok üzgünüm, duygularım ağır bastı düzgün bir eleştiri yapamadım, daha düzgününü merak edenler biraz gugıllasın o zaman. ne diyeyim, bir kez daha "ken loach seni seviyorum."
  • biraz gecikmeli de olsa izlediğim, içime öküz oturtan film. bürokrasi ve mcdonaldlaşma olgusunu iyi irdeleyen bir film. ister devlet daireleri olsun ister özel işletmeler olsun aynı duygusuzlukta ve yavanlıkta hatta yemek yediğimiz yerler bile aynı mekanik donuklukta. kimlik numaranız, kredi kartı numaranız, sigorta numaranız yoksa ya da bunlarda bir problem yaşadıysanız sistem sizi insan yerine koymuyor. düşünün artık bankadan sıra aldığınızda bile kredi kartınız premium falansa numaranızla size öncelik tanınıyor falan. sizden yarım saat önce sıra almış kişilere aldırmadan işinizi görebiliyorsunuz. diğer taraftan telefonda robot mu insan mı ? olduğu belli olmayan çağrı merkezi görevlileri ya da önündeki ekrana öküz gibi bakarak ruhsuz ruhsuz " kriterleri " karşılamadağınızı belirten görevliler vs. artık her yer franz kafka'nın dava'sındaki çıkışsızlığa ve belirsizliğe rahmet okutacak kadar donuk, duygusuz ve gayri insani.
hesabın var mı? giriş yap