• "başka yerime isabet etseydi, muhakkak ölürdüm. fakat kelimeler böyleydi, insanın doğrudan doğruya kalbine veya gözüne, yahut kafatasına gelmezlerdi. düşünce denen o acayip ve gizli şeye, o jelâtin yığınına isabet ederlerdi. onun için birdenbire öldürmezler, bir daha kaybolmamak, sizi bırakmamak için oraya gömülürler, oradan yavaş yavaş gizli ve açık, sizi zehirlerlerdi."*

    (aydaki kadın)
  • teoman'ın gelmiş geçmiş en iyi şarkılarından biri. bu kadar iddialı olmamın sebebi iflâh olmaz bir teoman hayranı olmamdan değil -ki değilim de zaten- hayattan, aşktan, ilişkilerden hiçbir beklentisi kalmamış ama buna rağmen hâlâ, yüzüne yapıştırdığı umursamaz ifadesinin altında, en iyi boşa kürek çekici* olmayı başarabilen insanları anlatan bildiğim en güzel şarkılardan biri olmasındandır.

    "biliyorum artık çok zor çok
    kuracak yeni bir hikayem yok
    yine de uğraşıyorum rastgele
    bu eskimiş kelimelerle"
  • teoman'ın genç fakat ruhu yaşlı insanlara yaptığı bir şarkı.
  • onları ilk gördüğümde babamın ellerindelerdi. beş yaşındaydım, insanın saymaya en çok gücü olduğu zamanlar, gitsen gitsen beşe kadar gidebileceksin, ne kadar yorucu olabilir ki?
    çizgili bir kağıdın üzerindelerdi anlamsız işaretler, bir kısmını tanıyordum sadece, biz beş yaşındakilerin ''adımızda geçme torpili'' dediğimiz mevzuya sahip olanlar, ama onlarda konuyu anlatabilecek kadar yeterli görünmüyordu. bir çizgili dosya kağıdının hayatının en uzun hikayesi olduğu zamanlar. ayrıca noktalı yuvarlak ne lan?

    mektupmuş.
    posta kutusunda bulmuş babam. bana gelmiş. baktım, hakikaten noktalı yuvarlak yahu, resmen beni işaret ediyor bu!!!
    kimden gelmiş dedim, çünkü beş yaşındayken yumiyumun ceosu olduğum için, alışkınımda sürekli gelen mektuplara... ay insan beş yaşındayken her boku pek bir vakarla karşılıyor.
    eva diye birinden, dedi babam.
    yardım ettiler, noktalı yuvarlakları, noktasız aydedeleri, direkleri falan ayıra ayıra zamanla anladım. dördüncü mektubu yalnız başıma çözebilmiştim.
    eva dünyayı gezen bir kadındı, beni nerede gördü, nerede sevdi, nerede mektup yazmaya karar verdi, adresimi nasıl buldu, hiç anlatmazdı. hep beni sorardı, anlatırdım, bazen aydedenin noktasını alta değil üste yapardım belki ama o anlardı, o kafayla neler yazıyorsam artık, anlatıyor da anlatıyordum, başka eğlencem, başka meşgalem yoktu, yazıyordum, zarfa koyuyor, sıkıca kapatıyor kendi posta kutumuza atıyordum. sonra cevabı geliyordu.
    eva'dan özlem'e, özlem'den eva'ya..
    öyle samimiyetsiz kompozisyon öğretmenlerimizin yazmayı mecbur kıldığı ''gön:eva, alıcı:özlem'' falan şartları da yoktu eva'nın. eva yaz balkondan at sabah cevabı gelsin.
    görüldüğü üzere, yumiyum ceoluğu fazla aykü gerektirmiyor, inanıyorsun bitiyor.
    ben hep inandım.
    eva beni kelimelerle tanıştıran insandı. halam olduğunu çok zaman sonra öğrendim. üzülmedim de, güven hissim de kaybolmadı, kandırıldığımı da düşünmedim, anlamadığım için salak olduğumu da düşünmedim, bir şey hissetmedim bile belki, çünkü dörtlerden serhat'ın her teneffüs yanıma geldiği zamanlardı ve beraber folklör kursuna yazılmıştık!!! üstelik gözüm artık yükseklerdeydi, çokomel siyoluğu.. vuuu beybi.

    ben bu kelime piçleriyle yazarak tanıştım.
    anlatmak denilen şeyin gerçek hayattaki karşılığı benim nezdimde hep yazmak oldu ve ben kendimi konuşarak hiç anlatmadım. konuşurken sarf ettiğim kelimeler benim ancak durmadan konuştuğum o insanlardan kendimi saklamama yardımcı oldu.
    ''özlem'de hep bıcır bıcır maşallah'' dediler geveze diyemedikleri için, hak verdim. ay evet ben hep bıcır bıcırım ımınırzınısktklriminin.
    aranızda anlatarak kendimi anlattığım kimse yok, burada bu yüzden rahatım.

    neyse işte kelimeler, ben bu gece buraya bunlara olan kızgınlığım yüzünden geldim. onlarla ilk tanıştığım zaman üzerinden yaklaşık yirmi beş yıl geçti, zaman geçtikçe daha fazla konuşup daha güzel saklandım. canım anlaşılmak istediğinde ise susup yazdım.
    ben konuşarak kendimi anlatmaya çalışırken bile kafamda en yakın kaleme, klavyeye koşup kuracağım cümleleri hayal ettim. bir yandan karşımdakine konuşuyor, fakat öte yandan birazdan yazacağım kelimelerle kendimi ona anlatmaya çalışıyordum.

    lan ben her zaman size gelmiyor muyum ey gereksiz anlam yüklediğiminin sığırları?? ağladım geldim, sevindim geldim, sevdim geldim, acıdım geldim, güvendim geldimdi lan daha ne edeyim?
    hiç mi sevmediniz ibneler?
    en başa baktığımda gördüğüm ilk şey kelimeler diye üşenmeyip başa döndüm oğlum ben? sizinle yürürüm demiştim.

    uff nys siz bni dinlmiyrsnz glba ama ben sizden vazgeçiyorum piçler, artık ben de sadece rakamlara değer vereceğim. yaşım geçecek misal, arıza çıkaracağım, maaşının kaç rakamdan ibaret olduğu önemli olacak, arabanın plakasını bileceğim, mesajlarını ezberlemek yerine telefon numaranı bileceğim...
    sizin ben kelime gibi yan yana gelip kurduğunuz cümleleri de ayrıca sikeyim.
    sevgiler.
  • teoman'ın muazzam söz yazabildiğinin bilmem kaçıncı kanıtı bu eser. tüm ön yargılarımı parçaladı çoktan adam, sevdirdi bile son beş sene yaptıkları ile..

    (bkz: en güzel hikayem)

    (bkz: istasyon insanları)

    (bkz: tuzak)

    (bkz: kelimeler)

    (bkz: mavi kuş ile küçük kız)

    (bkz: bugün)
  • roni margulies'in ergenlik şiirini hızlı hızlı geçip baktim da 100 kişiden 80'i kelimeler bahsinde duygulanmış. kalanlarin da yarisi zaten teoman'dan, olmadı kapı gıcırtısndan bile duygulanacak kadar yaralı. hoş ben duygusuzum, "kapı gıcırtısı müziğe geri dönmüş" deseler, "kapı pervaziyla olan seks ihtimali yüzündendir", derim. ama siz de bu kadar duygulu olmayın. duygulanmanıza yolaçan şeyler kelimeler değil. kapı gıcırtısına duygulanan insanın duygulanma ihtiyacı, meşe odununa aşık olan kadının, kirpik boyasına aşık olan adamın aşık olma ihtiyacına benziyorsa kelimenin suçu ne.

    nitekim geçen gece yine bilmem kaçıncı kez bir matthew scudder romanı okurken bu kelimeler konusunda biraz aydınlandım. bizim delözcü dedektif romanın bir yerinde karşısındakine "bütün gece polislerle konuştum, şimdi benden shakespeare gibi konuşmamı bekleme," diyerek, ancak olayların ve yaşantıların dili mümkün kılabildiğini kısa yoldan kanıtladığı için konuya girdim. nitekim kelimeler kafamızın içinde değildir, kafamız kelimelerle dolu değildir, kelimeler cinayetten sonra gelir. cinayetten sonra kelime gelmiyorsa da ölen sen olabilirsin, ona da bir bakmak lazim.

    neyse, sonuç olarak dilin ve kelimelerin içinde yüzmeye çalışan kardeşlerim, yanlış yoldasınız, teoman'i takip etmeyin. hamlet'i hatırlayın: "ne okuyorsunuz efendimiz?" "-kelimeler, kelimeler, kelimeler.."
    nitekim teoman bundan şarkı, murathan mungan roman, bülent arınç da vajina yaptı.. çok ekmeğini yediler bu hamletin ama siz yapmayın, geri dönün. kelimelerin suçu yok, katil hamletin amcası.
  • roni margulies' den...

    bir siyahüzümün soyması gibi kendini
    geldim – al.

    sevmeni istiyorum beni:
    tamamlanmamışlığımı sorgula, kına.
    yorgunum, azımsa yorgunluğumu.
    kırgınlığımı yer, önemset boşladığım şeyleri.
    kuşkulandığımda, doğrula kuşkularımı,
    yatıştır sonra, insancıl kıl beni.

    korkuyorum, onayla korkularımı,
    birlikte direnelim sonra.

    bir siyahüzümün soyması gibi kendini
    geldim. üstlen,
    büyüt beni.
  • "kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba.
    bu değer aynı olmadıkça, iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?"

    [yusuf atılgan'ın aylak adam'ından]
  • bazı anlamlara gelmiyor bunlar.
    eyvallah. ama bu nasıl ağır kalıptır ki albayım ''abajurlar albayım, bazı anlamlara gelmiyor.'' desen de oturuyor.
    ben korkuyorum la bunlardan. benim ölümüm bunlar yüzünden olacak. o kadar çoklar ve bazıları o kadar feci yan yana geliyor ki, kavgada okunmaz evet.
    tamam diyorum, madem sıkıntım var bu arkadaşlarla, kaçayım. çat birisi emrah serbes alıntılı status yazıyor, bir başkası ''zararım künyeden mi yoksa külliyen mi bünyeden'' diye soran bir şarkı çalıyor falan. kaçış yok. kelime dediğin sabah iç sesinin ''günaydın la mal'' demesiyle beraber hayatına giriyor.
    ben sizden korkuyorum olm. kelime fobisi diye bir hastalık var mı bilmiyorum ama bence var kesin. korkmasaymışım o zaman.
    ''her şey ne kadar ortalama'' kelimelerini yan yana getiren acımasız ibneler. sözüm size.
    ay hev e kelimefobik. pliz bi kuvayt.
    yazmayıın olm.
    deliriyoruz.
  • kaçıyor musun aşktan hala
    koşup insandan insana
    hayatı bırakıp tabağında,
    boşver mi diyorsun kanasın
    için acıyor mu hiç bazı bazı
    cesur musun gözünü kapadığında
    sımsıkılar mı kırpıyor musun
    boşver mi diyorsun kanasın

    biliyorum artık çok zor çok
    kuracak yeni bir hikayem yok.
    yine de uğraşıyorum rastgele bu eskimiş kelimelerle

    yavaşlıyor ama durmuyor dünya,

    zaman kimseden değilken yana
    gitmiş herkes evleriniz bomboş
    boşver mi diyorsun kanasın.
    batmadık ama su alıyoruz hala
    hissetmeden basıp toprağa,
    tuz basmadan yaralarıma
    boşver mi diyorsun kanasın.

    biliyorum artık çok zor çok
    kuracak yeni bir hikayem yok.
    yine de uğraşıyorum rastgele bu eskimiş kelimelerle

    alt üst olmuş coğrafyanda
    cebinde bozuk paralarınla
    kendi mezarına selam durup
    boşver mi diyorsun kanasın

    (bkz: teoman)
hesabın var mı? giriş yap