• cesaret nedir? korkusuz olmak mı, korkularının üzerine git saçmalığı mı, yoksa korkulara rağmen hala yaşamaya devam etmek mi? çaresizlik değil midir aslında bunun ismi. mücadele edemezsen ya intihar edeceksin ya da pes edip delireceksin ya da sürüneceksin. bunları yapmıyor da yaşamaya devam ediyorsan bu cesaretini mi gösterir yoksa çaresizliğini mi? bilemedim...

    kendi adıma birkaç korkumdan bahsetmek istiyorum; kafamdan atamadığım, sıyrılamadığım, kimseye anlatamadığım, anlattığım insanları da eninde sonunda kaybettiğim korkularımdan..

    unutulmaktan korkuyorum mesela, sıradanlaşmaktan korkuyorum. herkes gibi olmaktan.. yenilmekten çok korkuyorum. hata yapmaktan ölümüne korkuyorum, hatalarım yüzünden zarar görmekten ve zarar vermekten çok korkuyorum. yaşlanmaktan korkuyorum. ölmekten daha çok korkuyorum, yaş 50'ye geldiği vakit ''keşke'' demekten çok korkuyorum. özlemekten korkuyorum. kalp ağrısı çekicem diye ödüm kopuyor. denemek istiyorum ama yanılmaktan korkuyorum. verdiğim sözleri tutamamaktan korkuyorum. güvenleri boşa çıkarmaktan da öyle keza. başkasının hayatını yaşamaktan da korkuyorum. kendim olamamaktan, ben olamamaktan.. an'ı yaşayamamaktan korkuyorum. mecburiyetlerden korkuyorum, mecburiyetler yüzünden benim olmayan bi hayatı yaşamaktan korkuyorum. yaşayamadığım her duygu yüzünden yıllar sonra azap duymaktan korkuyorum. emeklerimin boşa gitmesinden korkuyorum bi de, elimde avucumda hiçbir şey kalmamasından.. hele hatalarım yüzünden yargılanmaktan feci korkuyorum.

    sevdiğimin gözlerine son kez bakıp ona bir daha görmemek üzere veda etmekten korkuyorum. kaybetmekten korkuyorum. odamda yalnız kalmaktan korkuyorum, her şeyi tek başıma göğüslemek zorunda olmaktan çok tırsıyorum. kalbimin üzerindeki ağırlıkla uyumaya çalışmaktan, uyandığımda o koca yumruğun hala kaybolmamış olduğunu görmekten çok korkuyorum. tüm yaralarımı sevsem de bir ömür kapanmayan yaralarımla yaşamaya çalışıp bi de bunu çaktırmamaya çalışmak zorunda olucam diye çok korkuyorum. kişilerin, olayların hem yara bandım hem de yaram olmasından da çok korkuyorum. nasıl bir his bu düşünsenize, ya sizi çaresiz bırakan şey aslında yaşamanız için tek çare ise? bunun ağırlığı ile bir ömür beynimi yiyip durmaktan çok korkuyorum. itiraf ediyorum mutsuz sonlardan da çok korkuyorum aslında. mutlu olsun diye girişmiyorum belki olaylara, ama hüzünden çok korkuyorum. olmasa keşke. umutsuzluktan çok korkuyorum. tutkusuzluktan çok korkuyorum. aniden biten şeylerden çok korkuyorum. hafızalardan silinmekten korkuyorum, bana dair anı'ların silinip gitmesinden korkuyorum. maziye gömülmekten, vazgeçilen olmaktan, elimin yarı yolda bırakılmasından bayağı bi korkuyorum.

    annemi babamı üzmekten feci korkuyorum. bir gün beni bırakıp giderler diye geceleri aklım çıkıyor. 2 katım yaşındaki iki insan, benim canlarım, bi daha öyle karşılıksız sevilmem, bi daha her şeyimi kim ile bu kadar korkusuzca, ya da yanlış anlarlar derdi olmadan net şekilde paylaşabilirim? onların yitip gideceği günleri görmekten acayip korkuyorum. yalnız kalmak istemiyorum. yalnız kalmaktan çok korkuyorum.

    yeni yollara girip, yeni şeyler denemeyi çok istiyorum ancak sonuçlarından korkuyorum. risk almaktan da korkuyorum. içimde kalacak uktelerden inanılmaz korkuyorum. gelecek günlerde patlayacak şeyler biriktirmekten çok korkuyorum içimde. sevdiğim kokuyu bir daha duyamamaktan çok korkuyorum, o şarkıyı bir daha dinleyemem diye çok korkuyorum. sevdiklerimi bir daha görememekten, sarılamamaktan korkuyorum. sıcaklığı ile başımın döndüğü tene bir daha dokunamamaktan, onunla aynı anda gülememekten, ağlayamamaktan, bu acı ile ömür boyu yaşamak zorunda olmaktan korkuyorum.. ağlamaktan da çok korkuyorum. ağlayınca susamıyorum ben. göz pınarlarım harap olana kadar ağlamaktan korkuyorum, yalnız başıma, yatağımda, ağladığımı kimse bilmezken, bilseler de yanıma gelip ''geçti'' diyemeceklerini bildiğimden hıçkıra hıçkıra ağlamaktan çok korkuyorum.

    ben cesur değilim, korkularımın beni yiyip bitirmesini istemeyen biriyim sadece. korkular yüzünden yaşamaktan vazgeçmek istemiyorum. korkularımdan uyuyamıyorum bazen. bazense aklıma bile gelmiyorlar. kısacası ben; beni ben yapan şeyi kaybetmekten, sonucunda ben diye aynada bir yabancı görmekten ölümüne korkuyorum...
    bu korkularla geçecek bir ömür var önümde. o ömürden de korkuyorum.
  • "üşüyor musun?" diye sordu.
    "hayır, neden üşüyeyim!"
    "korkmuyor musun?"
    muazzez, biraz durduktan sonra, kati bir sesle:
    "hayır!" dedi.

    (kuyucaklı yusuf, sabahattin ali)

    bazı şeylerin ifadesi zaman geçse de değişmiyormuş. "korkmuyorum!" demek gibi örneğin, kendini kandırmanın ifadesi. henüz kitabı bitirmedim ama hemen itiraz edip; "kendini kandırabilirsin ama ben yemem, bak gör korkacaksın" diyorum. kitabı da böyle bahse girerek okuyorum ya allah da benim belamı versin.
  • kazandığın bir şeyi kaybetmekten korkuyorsan onu kaybetmelisin dostum. inan bana korkuyla yaşamaktan daha iyidir böylesi.
  • cesaretin, bakir olarak ölmesidir.
  • donları kahverengine dönüştüren duygu seli.

    ya esas diyeceğim o değil bak şimdi hayatımda en çok korktuğum iki anı unutamıyorum. ulan o kadar taklalar attım araba pert ettim ama gram korkmadım fakat bu anlatacağım olaylarda korkudan ölecektim resmen. anlatayım.

    1. korku dolu olay:

    banyodayım, duş alacağım az sonra, öncesinde tıraş olayım dedim. demeseydim keşke. o zamanlar kombi filan nerede bildiğim şofben var hemde banyo içinde. amk mantığa bak intihar etmek için çabalasan hayatta kalma şansın daha çok. banyo yaptığın ortama şofben taktırmışsın.
    neyse bu ilkel aletler bildiğin tüple çalışan sakat zımbırtılar. yerde tüp iğrenç mavi bir hortumla şofben denilen su ısıtan ocağa bağlı. önce tüpü açıyorsun gaz gidiyor alete sonra manyeto denilen çak çak çak diye bastığın bir ateşleme sistemi ile yanıp suyu ısıtıyor. (aramızda şofben görmemiş bebeler olabilir diye anlatıyorum uzun uzun önemli çünkü iyi okuyun)
    ben açtım tüpü, verdim gazı sonuna kadar (gaz biraz geç gidiyordu sanırım arızalıydı) o arda da aynada kendime bakıp sakal için şekiller tasarlıyorum kafamda, ergen olduğum 3 tane sakalım olduğu halde hemde. dalmışım gaz dolmuş şofbenin kanallara bende elim manyetoda bekliyorum. bir an hatırladım tüpün açık olduğunu ve o refleksle kafamı sağda bulunan şofbene doğru çevirip manyetoya bastım.
    o an zaman durdu sanki her şey ağır çekimde gerçekleşti.

    önce büyük bir aley topu küçücük sofbenin deliğinden yüzüme doğru devleşerek yaklaştı arkasından bomba gibi bir patlama sesi (sıkışan gaz patlama sesi) duyuldu. tabi bunlar kısacık bir anda gerçekleşti aynı anda bende kız gibi çığlığı basıp olduğum yerde bembeyaz putlaştım.
    hemen içeriden annem babam gelmiş ne oluyor diye, allahtan çıplak değildim henüz rezillik duble olurdu korkudan içine kaçmıştır kesin alet edevatta.
    kendime geldiğimde pederhozeye çok kızdım boktan şofben sistemini atıp termosifon almasını istedim. ama onlara da altına sıçmıştı benim gibi, tek fark ben korkudan onlar gülmekten.
    aynı korku dolu anları zavallı babaanneciim de yaşamış ben okuldayken daha sonra. annem yine aynı yarılma efekti ile gülerek zor anlatmıştı hikayesini bana. (psikopat aile mağduruyum arkadaşlar)

    kadıncağız benim yaşadığımın aynısını yaşamış alev topu suratına bom diye vurunca elinde bir kalıp hacı şakir sabun ile çırılçıplak fırlamış dışarı telaşla. annem yarılmaktan zor havlu getirmiş kadına.

    ama psiko anne de sonra cezasını çekti, ocağı açık unutmuş kısa bir süre fakat o esnada gaz mutfaktan hole kadar yayılmış. fedakar anam garip anam bize yemek yapmak için ocağı ateşlediğinde patlama efekti ile alevlerin ortasında kalmış. ben odamdan ışığı görüp uyanmıştım okula kalkmak için alarmım çalmadı bomba sesi ve alevi ile uyandım. böyle bir ev ortamımız vardı işte. bu boktan tüp ve şofben ikilisi peşimi üniversitede de bırakmadı. isterseniz onu da anlatırım sonra.

    2.korku dolu olay:

    birincisi kadar olmasa da etkiliydi. yüksekten korkarım ben. bir gece rüyamda kendimi daracık bir cam kenarı pervazı üzerinde bring me to life söyleyen evanescence grubundaki amy lee gibi buluveriyorum. ama ben onun gibi şarkılar söylemek yerine hatim indiriyorum, için için sıçıyorum korkudan.
    öyle bir aşamaya geldim ki korkudan usandım atlayıp öleyim de o korkudan kurtulayım istiyorum yok yapamıyorum orada durmak zaten ayrı bir ızdırap. paradoksa bak ölemeden defalarca öldüm o gece. uyandığımda fark ettim ağlamışım amk. gözler kan çanağı ve yanaklar ıslak ıslak. nasıl korktuysam artık.
  • hayatı bazen yaşanmaz kılan his. en azından benim için öyle. büyüdükçe korkaklık seviyem artıyor. küçükken daha cesurdum sanki. karanlıktan bile korkuyorum artık. bunun sebebi açık! büyüdükçe dünyadaki kötü olan her şeyi biliyoruz. bildikçe de korkuyorsun işte... küçükken dünyamız bu kadar geniş olmuyor... her şeyden bi haber yaşıyosun o zamanlar. tek derdin oyuncak ve makarna-köfte oluyor.

    benim korkmama sebep olacak nedenlerden en önemlileri de birinin bana küsmesi ve başkalarının duygularıyla oynamak. kimse bana küsmesin diye korkuyorum. bunu yaparsam küser diye hamlelerimi iki kere düşünerek oynuyorum insan ilişkilerinde. tabi bu da her zaman mutlu etmiyor açıkçası. gelelim ikincisine, hayatımda kimsenin duygularıyla oynamadım. böyle bir şeyi de yapamam heralde. vicdanımdan uyuyamam ki! geçmişte kalan bi olayın aklıma tekrar gelmesi ile ikinci korkum alevlendi. geçmişte sevdiğimi zannettiğim biriyle sevgili olmuştum. her şey başta çok güzeldi. o zamanlarda kendimi yeni yeni tanıma aşamalarımdı. gay olduğumu kabullenmiştim ama hiç sevgilim olmamıştı. aşk-sevgi denen kavramı tam anlamıyla bilmeden aşık olduğumu sandığım zamanlardı. kibrit çöpünün alevi kadar süren, aşk sandığım o duygu hali beni bulmuştu işte. karşı taraf ise bütün duygusal yatırımını bana yapmıştı bu ilişkide. ya da bana öyle geliyordu bilmiyordum. ilk başlar her şey güzel geliyordu. o zamanlara kadar yalnız hissedince kendimi duygusal yönden bi şeyler paylaşabileceğim biri vardı. sevgiliden öte bu durum vardı. beni anlayabilen bir insan! aramızdaki tek fark ise o çok rahattı. ''yaz tatilinde bizim eve gelirsin, seni annemle tanıştırırım'' gibi önerilerde bulunuyordu. ben hiç bilmediğim bi şehire -istanbul- asla gitmezdim. hem zaten ailem izin vermezdi. bunları ona söylediğimde ise ''şu yaşa gelmişsin hala izin alıyorsun, sen gerçekten beni sevmiyorsun'' gibi en hassas olduğum konuları 12'den vuruyordu. çünkü dediğim gibi onun duygularıyla oynuyorum sanıyordum. bunu da vicdan meselesi yapınca. çıkarıyordum beyaz bayrağımı ona karşı. teslim oluyordum. ama bunlar hep lafta kaldı. gelirim dedim ama yapmayacağımı bal gibi biliyordum. hani kimse kırılmasın diye beyaz yalanlar söyleriz ya, bu da öyleydi işte...
    2 ay gibi süre böyle devam etti. günden güne sevmediğimi anladım. çünkü karşı taraf hep beni suçluyor ve beni kötü kalpli ilan ediyordu. ama ben ona en başından demiştim, '' ben fanusun içinde yaşayan bi balık gibiyim, sen ise okyanusa karışıp özgürlüğüne çoktan kavuşmuşsun. bundan dolayı benden fanusumun içinden hemen çıkmamı bekleme'' diye. böyle dedim ki, benim o kadar özgür olmadığımı anlasın diye. ama anlamadı! üzdü üzdü beni...
    ve ayrılmaya karar verdim.
    ama bunu ona nasıl söyleyecektim bunu bilmiyordum. ya sonrası ne olacaktı diye içim içimi yiyiyordu. en iyisi alıştıra alıştıra bunu ona kabul ettirecektim. ilk zamanlar mesajlarına hep geç cevap verdim. ki en sevmediğim huydur bu. insanları bekletmek. ama onu hemen üzmemek adına alıştırmalıydım. sonra hiç mesaj atmamaya başladım. o atıyordu ilk mesajı hep. bu durum rahatsız etti onu ve bana nedenini sordu. -korkudan- ''özür dilerim, özel sorunlarım'' var dedim. özel sorun diyince çıldırdı tabi. ''benden gizli saklın mı var'' diye. ilişkinin sağlam temelli olmadığı burdan belliydi aslında. o zamanlar yaşadığım ailevi sorunları anlatmamıştım ona. anne babamın kavgaları, ayrılma noktasına gelmeleri gibi benim için önemli olayları anlatmamıştım. demek ki sevmiyormuşum işte( vicdan rahatlatmalarımdan biri)*
    neyse sonra buluşmaya karar verdik bi parkta. o da ekşi sözlük okuyordur diye parkın adını vermiyorum. hani ankarada böyle bi caddenin sonunda hoş bi park var ya, o işte!** orada buluştuk. orada söyleyecektim ona... çok korkak biriyim maalesef ki, çıldırır falan sandım. ona benzer oldu gerçi. buluşma saatine 10-15 dk geç varmıştım. buna bile kızan biriydi. sinirliydi zaten...
    oturduk bi banka. ve ben anlattım her şeyi, gerçekler her zaman güzeldir çünkü. sevgimin alışkanlık olduğunu söyledim. ama çok iyi bir insan olduğunu arkadaş kalmak istediğimi söyledim. özür de diledim. hemde 100 defa. bi garip oldu tabi. o sinirli çocuk, gözleri doldu. ve beni yiyecekmiş gibi bakan gözlerle. ''zaten hep bu oluyor, hep terk ediliyorum dedi'' gözyaşları aktı... hiç beklemiyordum. ama sinirden de dudakları titriyordu. işte o zaman duygu terazim korku duygumun pişmanlık duygumdan daha fazla olduğunu gösteriyordu. korktum ondan. çünkü elimi falan tutmaya başladı. insanlar vardı orada - 2 erkek el ele tutuşunca- içimden de ayrılma isteğimi geri mi alsam diye düşünmeye başladım sonra. ama hayır dedi diğer iç sesim. evet hayır! devam ettirip, kimseyi üzmenin manası yoktu. bende ağladım. korkudan mı, üzüntüden mi bilemiyorum. duygu karmaşası vardı o anda... pişmanlıkta vardı. yaklaşık 1-2 saat konuştuktan sonra ayrıldık, yolda da ağladı. bende ağladım sonra vicdan sızlamasından dolayı. ''duygularıyla mı oynadım?'' diye!!!
    neyse artık olan oldu. bence oynamadım. sadece onu daha fazla üzmeden bitirdim. hatta mesajla ilhan irem'in
    işte hayat'ı şarkısını dinlemeni istiyorum diye mesaj atmıştım. altında da bin defa dilenmiş özür vardı tabi.

    --- spoiler ---

    gittiğin gün, hayat bitti sanmıştım
    gittiğin gün, ölümü yaşamıştım
    gittiğin gün, zaman durdu sanmıştım
    meğerse ben yanılmışım

    işte hayat, yine akıp gidiyor
    işte hayat, sensizde yaşanıyor
    işte hayat, böyledir deniyor
    zaman her şeyi siliyor

    --- spoiler ---
    bu sözleri yaşamanı diliyorum dedim sonunda da. nitekim de öyle olmuştur. çünkü başka sevgilisi olduğunu çok sonra öğrenmiştim! korkum da yersiz ama zaman zaman alevlenir. bu şarkının sözleri her zaman doğru çıkıyor maalesef! o da ayrı mesele*
  • ilacı olarak "uzaklaşmak" yazılıdır insanın fıtratında. korkan insanın yapacağı tek şey uzaklaşmak, kaçmak. peki korku maddi bir varlığa karşı değilse ? vicdani veya manevi bir korku varsa ? vesveseden kaçarak uzaklaşmak mümkün olmadığına göre ne yapılacak ?

    ayakların koşacak yeri olmadığında, fikrin uzaklaşmaya takati kalmadığında yapılacak tek şey vardır. korkunun kök saldığı hayali mekanı genişletmek. korkunun var olduğu, geçerli olduğu yerin aslında ne kadar küçük kaldığını fark etmek.

    iki adımla yapılabilir. birinci adım; olası tüm durumları düşünmek` :olası durumların ne kadar çok olduğunu görmek`, korkulan şeyin hangi şartlarla vaki olabileceğini enine boyuna hesap etmek` :korkuya ait bölgenin küçüklüğünü görmek`. ikinci adım ise; şartların, korkulan durumu ortaya çıkarmaması için yapılabileceklerin neler olduğunu düşünmek, düşünceleri fiiliyata dökmek.` :korku bölgesini daha da küçültmek` ` :korkulandan kaçmadan korkuyu uzaklaştırmak` ve hem çalışarak hem de dua ile kalbini sonsuza yaslamak` :gücün asıl kaynağına yönelmek`` :tevekkül`. korkunun üzerine gitmenin bir başka açıdan tarifidir aslında, sayılanlar.

    bunlara ilaveten yapılabilir tek şey vardır ki, aslında tüm vesveselerin köküne kibrit suyu döken ve kolay erişilemeyen reçetedir.

    "kahrın da hoş, lütfun da hoş" diyebilmektir. gerçek manası ile "teslim" olmak o'na ve hükmüne. tevekkülün ikinci safhasının gerçek manasıyla anlaşılması denilebilir.

    kadir-i mutlak olanın; kuluna, şah damarından daha yakın olduğunu bilmek ve korkuların-nefs'lerin-kaderlerin o'nun elinde olduğunu idrak etmektir. hiçbir şey allah'ın izninden bağımsız değildir. dolayısıyla korkuların tamamı insanın kendi gözünde büyüttüğü vesveselerden ibarettir. aradaki ince fark, teslimiyet'in hiçbir şey yapmamak anlamına gelmediğidir. teslimiyet, tevekkülün yarısıdır zira. diğer yarısı ise samimi bir kalple çalışmak, ümidi hiç yitirmeden.
  • şayet; korktuğunu söyleyip, ceketini yağmurlara astığından beri tehlikeli şiir okuyup dünyaya sataşıyorsan, merhaba ahmet abi. merhaba!

    korkma, yalnız değilsin. sen de biliyorsun ya; bu korkmak değil, sadece fazla mütevaziyiz. belki biraz da mültecidir kederimiz, hepsi bu.
  • sadece korkun, tek başına, kazanabileceğin bir savaşı kaybettirebilir sana.
hesabın var mı? giriş yap