• tüm dertlerin tasaların bir evin etrafında döndüğü, hayatın anlamının o evin içindeki huzurdan oluştuğu yaşamdır. çoğu insanın birbirini tanıdığı, dolmuşta, bakkalda birileriyle karşılasıp hal hatır sormanın alışıldık olduğu yaşamdır. basit yaşamaktır. kent yaşamında kafamıza taktığımız binbir gereksiz sorunun olmadığı, evde içilen bir sıcak corbanın cogu zaman en büyük mutluluk olduğu yaşamdır. uzaktan seyredildiğinde aslında hayatı ne kadar gereksiz biçimde karmaşıklaştırdığımızı ve aslında bu karmaşalarla oyalanırken hayatı nasıl kaçırdığımızı anlatan hayattır.

    hayat dediğin bir evden ve içindeki huzurdan ibaret. buna eklediğimiz her ekstra hırs, korku, inat, sitem kendimizden çıkardığımız mutluluk, huzur aslında. bu yüzden gercek hayata, gercek huzura, gercek mutluluğa en yakın yasamdır küçük yerlerdeki yasam..
  • dışarıdan bakınca insana pek şirin gelen, ama içindeyken 'kendimi buradan dışarı atmalıyım' hissi yaratan yaşamdır. sürekli dedikodudan illallah dersiniz. özellikle ergenlikte insanı çok mutsuz eder. bir anne baba büyük şehirden gelmiş ve çok açıkgörüşlü dahi olsa, kızlı erkekli bir grup olarak sahilde dondurma yemenin arkasından çıkan 'gençler sahilde fuhuş yapıyor' dedikodusuyla nasıl başa çıkacaklarını, bunun hayatlarını etkilemesini nasıl engelleyeceklerini bilmediklerinden bir noktada çocuklara baskı yapmaya başlarlar. komşu kadınların suratlarına bi tane çakmak isteği uyandıran yaşamdır. allah düşmanımın başına vermesindir.
  • insanın kendi koridorlarında kaybolamamasıdır çoğu zaman..
    evde "biraz yalnız kalmak istiyorum" diyemediğiniz, dı$arıda sizinle ilgilenen gözlerden asla kaçamadığınız ya$amdır.. ili$kileri çok yakın bir aile olmaktır da aynı zamanda. herkesin derdini kendine dert edinmek ve aynı zamanda onların küçücük sevinçleri ile deli gibi mutlu olmaktır. her ayrıntıyı herkesin bildiği, hiçbir $eyi saklayamadığınız, donunuzun rengi hariç her$eyi herkes bilir. kendinize sakladığınız özel ya$am alanı bulunmaz. ya$amak ve hayata tutunabilmek için diğer insanlara fena halde bağımlı insanlar için pek güzel gözükse de, bir süre sonra insanı bunaltan, mahveden bir içiçeliktir..
    ev hali böyle iken, "küçük yer" olarak tanımlanan köy/kasaba/mahalle de pek fraklı değildir bu konuda. mahallede oturanlar hakkında en gerekli gereksiz ayrıntılara hakim olursunuz. keza onlar da sizi bilir. bu küçük yer'in kuralları deği$tirilemez hatta tartı$ılamaz kesinliktedir. bu nedenle aykırı olmayı bırakın, alternatif bile olmazsınız. psikolojik baskı ve yaptırım hemen çörekleniverir üstünüze..

    haa iyi yanları yok mudur vardır elbette.. bir kere daha masum kalırsınız. daha az hırslı ve daha az göz oyucu olursunuz. aile / kom$u ili$kileri sıcaktır. zor gününüzde yalnız ba$ına bir odada / parkta zırıl zırıl ağlarken bulmazsınız kendinizi. mutlaka bir dost eli sizi teselli etmek için yanıba$ınızdadır. çok çok büyük bir yıkım içerisinde değilseniz insanlar size yardım için ellerinden geleni yaparlar.. hatta daha fazlasını bile.. sevmek ve nefret etmek'i daha iyi kavrar. gerçek sevgiyi kolayca tanırsınız. bağlılık, hatır, birlik vardır..
    toprak ve su grubu için idealdir..
  • birşeyleri küçük yerlere ilk getirmiş olmakla övünen insanlarla bol bol terbiye olmaktır. teybi, arabayı, videoyu, televizyonu, renkli televizyonu, azeri televiziyasini oraya ilk kimin getirdiğini tescilleme yarışındadır koca koca adamlar... şahitler aranır, yeminler küfürler edilir gene de net bir karar verilemez. öyle ki, bir okey muhabbeti sırasında ''burda hokey'i ilk ben kurdum'' diyenine bile denk gelindiği vakidir.

    o değil de buraya ilk ipod'u ben getirdim sanki...
  • sürekli aynı insanları görmekten gına getiren durumdur. bi cafeye gidersiniz aynı insanlar, bara gidersiniz aynı tipler aynı muhabbetler ve aynı geyikler. herkes birbirini tanıdığı için dedikodu da çok olur. karşı cinsten bi arkadaşınızla yemeğe çıkarsınız ertesi gün herkes "takılıyor bunlar" demeye başlar. göze çok batan hele biraz da sivri bir tipseniz içten içe size uyuz olan bi sürü insan olur. zordur vesselam küçük şehirde yaşamak. bi süreden sonra boğuyor insanı.
  • büyük şehirlerde yaşayanların her zaman gıpta ile söz ettikleri ama genelde emeklilik yaşına gelene kadar gerçekleştirmek istemedikleri yaşam biçimi. daha erken yaşlarında bu seçimi yapanlar için ise başlarda trafiksiz bir hayat, evden on dakika uzaklıkta bir iş, herkesin birbirini tanıdığı bir ilçe ve kargaşadan uzak huzurlu bir hayat şeklinde olan yaşam bir süre sonra monoton ve sıkıcı gelmeye başladığında, akşam dışarıda yemek yiyebilecek çok fazla seçeneğin olmadığı anladışıldığında, sürekli aynı insanlar ile birlikte olmaktan, aynı mekanlardan sıkılındığında veya çocuklar için istenilen düzeyde okullar bulanamadığında artık her şey geç olabilir. artık tekrar büyük şehire dönüp yeniden bir düzen kurmak ve bunun mücadelesini verebilmek için yeterince genç değilsinizdir. bu nedenle küçük yerlerde yaşam belirli bir yaştan sonra geri dönüşü zor bir hayat biçimi seçimidir ve her şey tv dizilerinde gözüktüğü gibi "küçük ve şirin" olamayabilir.
  • şirin bir ege kasabasında bazen şöyledir: hoparlörle her türlü duyuru yapılıyor. çocuğu kaybolanlar, vefat edenler, üzümlerin satışa çıkması, festival tarihi ve benzerleri. kirazlıyayla'dan gelen taze alabalık. market indirimleri. yayladan taze sebze, meyve geliyor. yayla şeftalisi mesela hormonla hiç karşılaşmamış.
    insanlar evlerinin kapılarını kilitlemeye pek ihtiyaç duymuyor.
    yıllanmış çam ağaçlarının altındaki bir parkta nefis bir rüzgar eşliğinde çekirdek çitleyebilirsiniz ama çöpleri yere atmayın diye ortaya bildiğin bir leğen koyuluyor. dondurmacıda karlama denen; vişne şurubu ile kar karışımı bir nevi doğal meybuz satılıyor. 1 tl'lik dondurma isteyene kocaman iki top büyüklüğünde bir külahta veriliyor. esnaf herkesi, herkes de esnafı tanıyor. herkes birbirine selam veriyor. bir gsm bayisinden kullanılan telefon ile ilgili yardım istediğinizde oflayıp poflamadan zaman ayırıyor ve ücret almıyor.
    yaklaşık 25 km'lik yolu taksiyle, 20 tl'ye gitme imkanınız var.
    siz yokken arabanıza biri çarpmışsa en az iki komşu görmüş oluyor. çarpanın kim olduğu hakkında bilgi verebiliyor.
    cumartesi kuaföre saçınızı yaptırmaya gittiğinizde kuaför hangi düğüncülerdensiniz diye soruyor. gecenin ikisinde aoç kokoreçine
    bin basan bir mekan bulmak mümkün. hala dokuma tezgahlarında el işi ürünler dokunuyor.
    velhasıl zaman zaman çok keyifli ve şehirden uzaklaşıp kafa dinlemekte birebir. bir iki sıkıcı yönü var. mesela;
    yalnız, geceleri gençlerin son ses müzikle arabayla, motorsikletle geçmesi yok mu, adamı resmen çıldırtıyor. sanırım bir çeşit kızlarla iletişime geçme yolu ya da ilgiyi üzerine çekme.
    anne baba oğluna kız arıyor, küçük yer olduğu için gelin adayı hakkında ilkokul arkadaşından tut komşusuna kadar bilgi ediniliyor. bir lens siparişi üç gün sürebiliyor.
    kısacası ara sıra farklı bir yerde nefes almak için güzel yerler de var.
  • gerçekten merak ettiğim bir tecrübe. bazen durup düşünüyorum da aşk olayı bu tür yerlerde her şeyiyle daha büyük olurmuş gibi geliyor bana. mutluluğu da, keyfi de, acısı ve kederi de tümüyle büyük şehirdekilerden büyük olurmuş gibi sanki. özellikle acılı ve kederli süreçte küçük yerlerde yaşayan insanların delirmemeleri için net sebepler göremiyorum.

    büyükşehirde canın istediğinde yalnız kalır canın istediğinde kalabalığa karışırsın, herkesleşirsin, mala bağlarsın, içip içip dağıtırsın, binbir çeşit arkadaşınla görüşürsün vs. fakat küçük şehir; küçük yer böyle mi?

    her şey o kadar birbirine yakın ve bağlantılı ki hayat unutmana, yok saymana fırsat vermiyor.

    çok zor lan.
  • ben bunaldığımda hemen foça'ya kaçarım. ufak yerlerin doğası suyu farklı oluyor öncelikle. gece bir sürü güzel rüya görerek uyuyorsunuz. sabah çok iyi kalkıyorsunuz. doğa güzel, oksijen bol. şehirde kuş sesleriyle veya rüzgar sesiyle kaç defa uyandınız?

    10 yıla foçaya yerleşeceğim. taktım kafaya.
hesabın var mı? giriş yap