• müzik kulağının ne olduğunu bilmeyen bazı yazarlar tarafından müzik zevki olmayanlarla karıştırılan insanlardır. oysaki müzik kulağına sahip olmamak akortsuz enstrumanla parça çalmak gibidir. bu insanların müzikle ilgili iki temel sorunu vardır, birincisi burada enstrumana benzetilmiş olan seslerini akort etmeyi beceremezler, ikincisi ise zaten seslerinin akort edilmeye ihtiyacı olduğunu farkına bile varmazlar.
  • - hilmi abi bi şarkı vardı hani.. hani, seeeeğnn bennniiiğğiiiii hiiiiğğğçç..
    - allahını seversen sus haldun..
    - sevvveeeğğğee..
    - vurucam haldun ağzına..
    - meeeğğğddiiiiinn..
    - çattt
  • bu insanlar muzik dinlerler, guzel muzik de dinleyebilirler. secici olabilirler. parcalarin isimlerini, sozlerini vs. bilebilirler. dans edebilirler. tek eksikleri duyduklari ve hatta kafalarinin icinde caldirabildikleri parcalari soyleyememeleridir. belki de kisaca onlara "alabilen ama veremeyen insanlar" diyebiliriz. genellikle bu insanlarin bi sarkiyi duzgun soyleyebilmeleri icin 30 kere arka arkaya ve kulak vererek dinlemeleri gerekebilir -ki bu durumda bile soyleyemeyebilirler; mesela sesleri cok kotudur ya da seslerini kullanmayi bilmezler-.

    ve bu insanlarin cogunun egitilebilir olduklarina inanmakta cok yanlis olmayacaktir. azimle sica sica mermerleri deldikleri gozlemlenmistir.
  • bu yeteneğe sahip olmadıklarının bilincinde insanlardır. sesleri taklit edemezler. hiç te öyle "olmadığı halde", "zikip attığı halde" değillerdir. delirtmeyin beni şarkı söylerim bak.
  • işin en kötü tarafı müzik kulağına sahip olmadıklarını bilemezler. peki insan neden resim yapamadığını, topa vuramadığını anlıyor da, müziğe yeteneği olmadığını anlamıyor, hep merak etmişimdir...
  • herhangi bir müzik parçasını ağzı açık dinleyen insanlardır. bir şarkıyı ilk dinleyişleri ile 15. kez dinleyişleri arasında herhangibir fark yoktur. yine eşlik edemezler, yine eşlik edemezler. allah muhafaza dans etmeye kalkarlarsa sağlarını sollarını pek umursamazlar. ritm denen duygudan eser yoktur çünkü.
  • müzikle ilgili bir şeyler yapmak istemedikleri sürece katlanılabilir insanlardır.
  • müzik yapmaya yatkın olmayan kulağa sahip insanlardır.
    fakat müzik eğitimi almamış insanlardan ayırmak gerekir.sözkonusu olan kulağa sahip insanlar, müzik eğitimi alamayacak kulağa sahip insanlardır.herhangi bir sesi algılayıp tekrar etmeleri mümkün değildir.
    şarkı söylemeye çalıştıklarında bazıları melodinin tüm notalarını aynı nota olarak verebilirlerken bazılarıda melodideki ses yüksekliklerini grafik olarak algılayabilirler. fakat doğru notayı tekrarlayamadıklarından teypteki bir parçaya eşlik ederlerken melodinin artık dörtlüsü veya eksik beşlisi gibi değişik aralıklardan backvokal yapabilirler...

    müzik kulağı olmayan insanları küçümsememek gerekir.onların heykel, sinema, tiyatro veya pandomim kulakları olabileceği gibi eşsiz bir zekaya da sahip olabilmektedirler...
  • şarkıları marş edasında okur
  • "patlatıyorum alkışı.
    ben bu şarkıyı biliyorum ve çok severim, dercesine kafamı da sallıyorum bir yandan. alkış sesiyle doldurduğum sessizlik, aynı şarkının devamı ile kesiliveriyor. o an fark ediyorum benden başka alkışlayan olmadığını.
    15 yaşındayım. bir yaz tatilinde, duvarları sazlık kamışlarla örülmüş bir barda, hayatımın en utanç dolu anlarından birini yaşıyorum. bitermiş gibi yapıp bitmeyen o lanet guns n roses şarkısı, tüm varlığımı elimden alıyor. şarkı gerçekten bittiğinde başlayan alkışlar gerçekten bu şarkıya mı yoksa bana mı geliyor, kestiremiyorum. masada sırıtanlar var. yanımda oturan ve her bir sivilcesi birer organ gibi duran burak ''abi naptın sen!'' diyor. bu bir soru cümlesi değil. sivilcelerinin arasına sıkışmış suratındaki pis sırıtışı görebiliyorum. burak'a dönüp bir şeyler gevelerken, burnun ucundaki sivilcenin yanından onu görüyorum. tişörtünde, şimşek gibi çakan harflerle, bir grubun ismi yazan o kız, gülüyor. bana gülüyor. halbuki ben ondan hoşlanıyorum. dünya başıma yıkılıyor.
    çok denedim. birbirlerine yıldırım gibi gürüldeyen harflerle bir takım grup isimleri telaffuz eden, günün büyük bölümünde içinden müzik sesi gelen tıkaçları kulağının içine sokan, müzik sayesinde arkadaşlıklarını pekiştiren ve geliştiren bir güruhun neferi olmayı; inanın çok istedim. olmadı. dahil oldukları müzik akımının yalnızca felsefesine değil, kıyafetlerine ve hatta tavırlarına dahi sahip olan bu gruplara katılamamamın, kulak adı altında iki sarkık et parçası taşıyor olmamın büyük etkisi olduğunu inkar edemem. ama mesele tam bu değildi sanırım. üniversitede nice et kulaklının, müziği bir yaşa tarzına çeviren, uzun saçlı, küpeli, siyah kostümlü, baygın bakışlı, asker çantalı, elleriyle havada gitar çalan performanslarına şahit oldum. memnun gibiydiler. amfide, kantinde, okulun herhangi bir yerinde, avuçlarını bagete, dizlerini bateriye çevirip kulaklıklarından dışarıya taşan kısımları birbirine benzeyen müziklere eşlik ediyorlardı. kampus sınırları içerisinde dizini döven, elinde hayali bir gitarla solo atan, kafasını sallayarak postalıyla ritim tutan yüzlerce insan vardı. ben, en çok, dizlerini çok ciddi bir yüz ifadesiyle döverlerken, 'bakan var mı' diye arada bir ortamdakilere 'yan göz' atmalarını seviyordum. bir de airguitar dedikleri hayali gitarı çalan arkadaşların parmakları arasına gerçek bir gitar sıkıştırılsa nasıl sesler çıkar o anda, onu merak ediyordum. ara sıra bu arkadaşlardan bazıları, kulaklıklarının tekini çıkarıp kulağıma sokar, tepkimi görmek için sürekli yüzüme bakar ve hep aynı soruyu sorardı ''basları duyuyor musun?''
    'basları duymak'' bu camiada çok önemli bir şeydi. -evet abi süper- derdim, ama ben basları hiç duymazdım.
    denemeye devam ettim. arkadaşlarımdan aldığım kasetleri dinledim. dinlerken başka alemlere dalacağıma, gözlerimi kısıp direkt teybe bakıyordum. kasetleri sahiplerine iade ederken de içinde bolca 'süper' kelimesi barındıran cümleler kuruyordum. müzikle ilgili ümitlerim giderek tükeniyordu. caz gibi klasik müzik gibi, daha ileri yaşlara hitap eden, kültürel çıktısı daha verimli türleri de denedim. ortamlarda kabul görmenin en şahane yollarından biriydi müzik. kulaklarımdan giren müziğin, ruhuma küçük çentikler atmasını, bu çentiklerin içimde bir yerlerde birikip ortamlara fiyakalı cümleler olarak dönmesini istiyordum. olmuyordu. numara yapmaya devam ettim. bana doğrultulan kulaklıkları büyük bir iştahla kulağıma yerleştirdim, baslar sololar kısa sürede beni benden almış gibi bir yüz ifadesi ile tıkaçları sahiplerine iade ettim. bu işin, ara sıra uzatılan bir kulaklıkla yürümeyeceğini, bir ders sırasında, tüm suratlar bana çevrildiğinde anlayacaktım...
    hocası en sert derslerden birindeydik. arka sıraları mesken edindiğim sırada yine uzatılan kulaklığı, büyük bir şevkle kulağıma kabul ettim. çalan king crimson'du. arkadaşımın kulağımın içine soktuğu danimarkalı, isveçli böğüren sarı adamların müziğine benzemiyordu. dinledim. çalan parçadan hoşlanıyor olmam benim için çok önemliydi. galiba biraz heyecanlandım. arkama dönerek ''çok iyi yaa'' dedim. arkadaşımın yüzü şaşkın bir ifadede sabitlendi. o an anlayamadım. önüme döndüm. herkes bana bakıyordu. hocanın da bana baktığını gördüğüme göre, dersin devam etmediğini anladım. müziği bana sevdirebilecek adamı ve söylediği parçayı kulağımdan sıyırdım. insanın, kulaklık yüzünden kendi desibelini ayarlayamadığını, o an, acı bir tecrübe ile öğrendim. kalbimden gelen bas seslerden oluşan ve sadece benim duyabildiğim korkunç bir müzik çalıyordu amfide. bu müziğe birazdan katılacak vokal sesini (hocanın bana bağıran sesi) korku içinde bekliyordum.
    guns n' rose's'ı alkışla kesmemden başlayıp, kulağıma 30 saniyeliğine verilen birtakım parçalarla devam eden ve king crimson'u ''çok iyi yaa'' diye bağırarak yarıda bırakmamla sonlanan müzik yaşamımın rezilliğinden artık rahatsızlık duymuyorum.
    bundan 8 yıl kadar önce sivilceli burak ve guns n' rose's faciasında bana gülen metalik kızın da içlerinde bulunduğu bir grupla yılbaşı eğlencesine katılmıştım. hayat, burak'ı benim yanıma, metalci kızı da masanın başına oturtarak adeta bir yüzleşme mizanseni hazırlamıştı. gecenin ilerleyen saatlerinde, oynak ve ara ara şehvetli dansları ima eden parçalar, yerlerini, herkesin, hayatındaki kederli günleri anmasına müsaade eden nostaljik parçalara bırakmıştı. dövülen dizlerin, hayali gitarların çok uzağında, hayali bir kederin kollarına kendimizi bırakmıştık. metalik kızın güzel sesinin rehberliğinde ''bu akşam istanbul'un bütün meyhanelerini'' dolaşıyorduk. yıllarca, hayali gitarlarla, diz dövmelerle, kendini gösterebilmek için bir şarkıyı yarısında alkışlamaya başlayan bir adamın utancıyla, ''çok iyi yaa'' diye bağıran bir gerizekalının heyecanıyla beslenen bir müzik akımının vardığı yer, buydu. metalik kıza baktım, ''seniğğğ aağğraağğğdııığığıığımmm'' diyordu. sarhoşluğun verdiği bir duygusallıkla ''kızım madem meyhaneleri dolaşacaktık, ne diye o zaman....'' diye başlayan sitemkar ve şimdi yazmaya utandığım bir şeyler mırıldandım.
    burak'a baktım. ergenliği sonlanmamış çatallı ve kalın bir sesle şarkıya eşlik ediyordu. (artık sivilceleri yoktu ama sivilceler 'biz eskiden buradaydık' dercesine suratında çopur izler bırakmıştı.)
    ''yaşlandık lan.'' diye düşündüm. sonra masadakilere baktım. çoğu hayali bir sevgiliye, elleriyle havayı döverek bir şeyler anlatıyordu. nefis bir koroydu.
    basları duyuyordum."
hesabın var mı? giriş yap