22524 entry daha
  • yine kaynağı götü olan arkadaşlar bilgi? paylaşmışlar.
  • yağmur suyunda demir olması. yani ıslanınca otomatik olarak vücudun demir ihtiyacının karşılanması.
  • ay işığı sonatı' beethoven'in, (1770 -1827) dinleyenin ruhunu ay ışığının mistik, gizemli buğulu pırıltısı ile aydınlattığı muhteşem bir bestesidir.
    ay işığı sonatı'nı, romantik izlenimci büyük bestecinin, ayın doğuşunu, batışını, muhtemelen büyük bir aşk eşliğinde izleyip bestelediğini sananlar için, bestenin nasıl yazıldığının öyküsünü paylaşmak isterim.
    bir gün beethoven, bir arkadaşı ile birlikte viyana sokaklarında dolaşmaktadır. tam bu sırada bir apartmandan piyano sesi geldiğini duyar ve kafasını kaldırıp bakar. apartmanın ikinci katındaki cam açıktır ve büyüleyici ses oradan gelmektedir.
    arkadaşına, bestesinin muhteşem bir duygusallıkla çalındığını ve çalanı muhakkak görmesi gerektiğini söyler. ikisi birlikte ikinci kata çıkıp kapıyı çalarlar. kapıyı açan kadın, beethoven'ı hemen tanır ve şaşkınlık içinde kalır. beethoven, piyano sesine geldiğini ve muhakkak çalan kişiyi görme istediğini söyler.
    kadın, büyük besteciyi evlerinde görmekten mutlu, hâlâ şaşkın, heyecanla piyanoyu çalanın kızı olduğunu ve tanışmaktan büyük bir mutluluk duyacağını belirterek onları içeri alır.
    beethoven, piyano çalan kızın olduğu odaya girer. annesi beethoven’ın geldiğini söyler ve kız çok heyecanlanır, hemen ayağa kalkar ama tavırlarında bir gariplik vardır; genç kız kördür. beethoven bunu fark edince, bestesini bu kadar duygulu çalan genç kıza karşı duyduğu hassasiyetle "lütfen benden bir şey isteyin" der, maddi bir şey isteyeceklerini düşünerek. ama, genç kızın cevabı maddiyattan çok uzaktır. zarif, duygulu, utangaç bir sesle dileğini fısıldar: "ben hiç ay ışığı görmedim, bana ay ışığını anlatır mısınız?" kulakları işitmemesine rağmen, içinde esen duygu fırtınalarıyla bestelerini yapan beethoven için bu özel dilek onun ruhunu konuşturmaya yeter. piyanonun başına geçer ve ay ışığını hiç tanımadan özleyen genç kıza, ay ışığını anlatmak üzere parmakları tuşlarda dolaşmaya başlar.
    işte; o anda bestelenen hepinizin iç çekerek dinlediği meşhur 'ay işığı sonatı'dır... bundan sonra belki daha farklı bir duyguyla dinlersiniz...
    zira içinde sadece beethoven'in değil, ismi meçhul o kör genç kızın da büyük besteciyle paylaştığı duyguları olduğunu bilmek sizi dinlerken bambaşka yerlere götürecek..

    ay işığı sonatı - aşağıdaki linki tıklayın

    http://youtu.be/vqveaihwwcklink
  • sokak kedilerini beslemek için en uygun yiyecek süt değil salam.
    60gramı bimde 1.95tl
    2liraya hayvan doyuyor mutlu oluyosun
  • insan ufkunun nelere temellendirilebilecegi ve hangi bilgiyle katlanabilecegine şahit olduğum bu başlık hakkında 'herkesin popisi var. herkesin işine hiç kimse karışamaz' düşüncesi ile hem şaşırarak hem iğrenerek, bir yandan aman karışma diyerek bakıyorum. çoğu kaynaksız, ufku nasıl katlayabildigini anlayamadığım bir çöplükten ibaret. tamam ufkumuzu katlayın da önce kendi ufkunuzu tanimlasaniz daha iyi edersiniz.
  • mutluluğumuzun sandığımızdan daha fazla genetik etki altında olduğudur. şöyle ki mutlululuğumuz bir takım hormonların salgılanması ve reseptörler tarafından anlgılanmasının sonucudur. bu hormonların salgılanma miktarları, reseptörlerin sayısı, hassasiyeti gibi faktörler de genetik kodumuza bağlı olarak kişiden kişiye değişmekte. bunu bir örnekle anlatmak gerekirse:
    mutluluk değerini 0-10 arası bir puanla ifade edelim. a kişisinin mutluluğu genlerinin etkisiyle 6-10 arasında seyredebilirken b kişisinin mutluluğu 2-7 arasında seyredebiliyor. yani a kişisinin başına çok üzücü bir durum geldiğinde mutluluk değeri 6 olurken aynı seviyede üzücü bir olay b kişisini 2 derecesine getirebiliyor. aynı şekilde a kişisi çok mutluluk verici bir olayda 10 puanı görebilirken eş değer bir olayda b kişisi yalnızca 7 puanlık mutlu olabiliyor. velhasıl bazı insanlar hep şen şakrak iken bazılarının sürekli bir melankolinin içinde olması değiştiremeyecekleri genetik yazgıdandır.

    kaynak: sapiens-harari
  • küçük çocuklara, bebekleri leyleklerin getirdiğine dair anlatılan hikayenin nerden geldiğini hiç merak ettiniz mi? eğer merak ediyorsanız sizi sevgili jinekoloğumun açıklaması üzerine girmiş olduğum entrymi okumaya davet ediyorum... ufkunuz iki katına çıkmasa da, merakınızı gidereceğine eminim.
    eski iskandinav doğa bilimcileri leylekler ve onların bacalarda yuva yapma alışkanlıkları üzerine çalışma yapmış. söz konusu kuşlar yetmiş yıl olan uzun yaşam süreleri boyunca her yıl dönüp dolaşıp aynı bacaya gelir ve tek eşli bir şekilde yaşarlarmış.
    daha genç olanlar yaşlı ya da sakat olanlarıyla ilgilenir, onları besler ve kanatlarıyla desteklermiş. hatta romalılar leyleğin bu yardımsever karakterinden etkilenip çocukları ebeveynlerine bakmakla yükümlü kılan “leylek kanunu” anlamındaki "lex ciconaria" yasasını geçirmişler.
    işte tüm bu iyi huyluluğu ve bacaya yuva yapma âdetiyle leylek, bebeği baca vasıtasıyla ev halkına teslim etmek için ideal bir yaratık olarak görülmüş olsa gerek ki iskandinavyalı anneler, yeni doğmuş bir bebeğin ev halkı arasında birdenbire ortaya çıkmasını çocuklarına açıklayabilmek adına bebeği, bir leyleğin getirdiğini söylemiş.
    ayrıca lohusalık döneminde annenin yatıp dinlenme ihtiyacını açıklamak için de çocuklara, bebeği getiren leyleğin evden ayrılmadan önce annenin ayağını ısırdığı anlatılırmış.
    yüzyıllarca bu eski norveç efsanesi baştan sona bütün iskandinavya’da popüler olmuş.
    bu miti 19. yüzyılda dünya çapında üne kavuşturan ise danimarkalı yazar hans christian andersen’in peri masalları.
    son olarak %30 ila 40 kadar bebekte görülen bir doğum lekesi olan "stork bite" ı da anmadan geçemeyeceğim. amerikali çocuk doktorumuz oğlumun ense kökünde saçlarının içinde yer alan doğum lekesine "leylek ısırığı" anlamına gelen bu isimle hitap ettiğinde çok hoşuma gitmişti.
  • "kkk aşısı otizm yapıyor" iddiasının dayandırıldığı andrew wakefield makalesi 1998 yılında yayınlandı, 12 yıl sonra (2010'da) geri çekildi. kaynak

    gerekçe olarak makaleyi yayınlayan the lancet dergisi "in a statement published on feb. 2, the british medical journal said that it is now clear that “several elements” of a 1998 paper it published by dr. andrew wakefield and his colleagues (lancet 1998;351[9103]:637–41) “are incorrect, contrary to the findings of an earlier investigation.” demiş. kaynak

    şimdi ufkunuzu ikiye katladığımıza göre geri çekilen bir makaleye mi inanmak istersiniz, yoksa (bkz: #85678552) gibi bazı entrylerde referans verilen belgesellere mi inanmak istersiniz seçim sizin.
19320 entry daha
hesabın var mı? giriş yap