• alıntı:

    "arthur shopenhauer ve başka alman düşünürler, “bilgiye ihtiyacı olmayan insanlar”ın durumunu açıklamak için “philistinismus” (filistinizm) terimini kullanırlar. filistinizm’in kökeninde bulunan philistin/filistî kelimesi aslında kitab-ı mukaddes kaynaklıdır. filistî ismi tevrat’ta ve diğer yahudi kutsal metinlerinde sıkça geçer. filistîler bugünkü filistin’in bazı bölgelerinde yaşayan bir halktır, israiloğullarıyla birçok defa karşı karşıya gelirler. inançları da farklı olduğundan, pek hoş anılmazlar, o yüzden zamanla filistî “kitapsız” anlamında bir tür küfür haline de gelmiştir. almanya’da öğrenci argosuna girmesi de muhtemelen xvii. yüzyıl sonundan itibarendir. almanya’da xvi. yüzyıldan beri reform’un yaygınlaşması yahudi-hıristiyan kutsal metinlerinin yaygın olarak okunması ve bu metinlerden alınan kimi unsurların günlük hayatta giderek yaygın bir şekilde kullanım yeri bulması sonucunu doğurmuştur. jena üniversitesi öğrencilerinin kitab-ı mukaddes’in eski ahit kısmının baş kötülerinden olan filistîlerin ismini alıp “cahil” anlamında kullanılması da buna bağlı olsa gerek. bu kullanım xix. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren ingilizce'de de yaygınlık kazanmaya başlamıştır."

    kaynak: ateş uslu
  • sığırlık. (bkz: philistine)
  • vahhabiliğin havası, suyu, kanı, canıdır.
  • ing. kültürsüzlük, sanata ve öğrenmeye karşı duyarsızlık.
  • cahillik, zevksizlik, kültürsüzlük, sanata ve öğrenmeye karşı nefrete varan duyarsızlık.
  • bir örneği birkaç gün önce rusya’da sergilenmiş.

    vladimir eyaleti (tarihi ve de konumu itibariyle rusya’nın en önemli eyaletlerindendir) kültür dairesi başkanı bir klasik müzik konserine gidiyor. orkestra şefinin yüzünün müzisyenlere, kıçının bu değerli devlet “büyüğüne” dönük olması adamın asabını bozuyor ve bağırıyor: “artyom eduardoviç, siz kendiniz ne zannediyorsunuz da kıçınız salona dönük duruyorsunuz?! sizi vilayetin birinci adamı dinleyecek!” şef yüzünü salona dönmeye zorlanıyor.
    bu sayede biz de öğreniyoruz ki richard wagner’e kadar gelenek böyleymiş. ilk kez wagner yüzünü müzisyenlere dönerek orkestrayı yönetmiş. dallama her yerde dallama işte!
  • philistine'ler ve philistinism:

    philistine, maddi ve sıradan şeylere ilgi duyan, zihniyeti kendi topluluğunun ve döneminin harcıâlem fikirleri, basmakalıp idealleriyle şekillenmiş yetişkin bir insandır. "yetişkin bir insan" dedim, çünkü küçük bir philistine gibi görünebilen çocuklar ya da yeniyetmeler, tasdikli görgüsüzlerin davranışlarını taklit eden küçük papağanlardır sadece; papağan olmak, ak balıkçıl olmaktan kolaydır. "vulgarian" (görgüsüz) az çok "philistine" ile aynı anlama sahiptir: bir görgüsüzün vurgusu philistine'in basmakalıplığından ziyade, onun bazı basmakalıp fikirlerindedir. genteel (kibarlık taslayan) ve burjuva terimlerini de kullanabilirim. kibarlık taslayan (genteel) terimi, basit bayağılıktan da kötü olan, dantel perdeler misali inceltilmiş görgüsüzlüğü anlatır. başkasının yanında geğirmek kaba kaçabilir ama geğirdikten sonra "afedersiniz" derseniz kibarlık taslamış olursunuz ki, bu kabalıktan da beterdir. burjuva terimini marksist değil flaubertci manada kullanıyorum. flaubertci manada burjuvalık bir para meselesi değil, zihniyet meselesidir. burjuva, halinden memnun bir philistine, vakur bir görgüsüzdür.

    çok ilkel bir toplumda bir philistine'in var olması pek mümkün değildir; philistinism'in ilk biçimleri orada bile bulunabilir olsa da. mesela yediği insan kellesinin sanatsal şekilde boyanmış olmasını tercih eden bir yamyam hayal edebiliriz; tıpkı amerikan philistine'inin, portakalların turuncuya, somonun pembeye, viskinin sarıya boyanmış olmasını tercih etmesi gibi. fakat genel olarak philistinism, çağlar boyunca bazı geleneklerin öbek halinde biriktirdiği ve artık kokmaya başlamış bir ileri medeniyet halini gerektirir.

    philistinism uluslararasıdır. her ülkede, her sınıfta bulunur. bir ingiliz dükü de philistine olabilir, bir amerikan masonu da, bir fransız bürokratı yahut bir sovyet vatandaşı da. bir vladimir iliç lenin'in, bir josef stalin'in ya da bir adolf hitler'in zihniyeti, sanatlara ve bilime bakışları açısından düpedüz burjuvaydı. bir işçi ya da bir kömür madencisi de, bir bankacı, bir ev hanımı ya da bir hollywood yıldızı kadar burjuva olabilir.

    philistinism sadece bir harcıâlem fikirler toplamını değil, ayrıca parlaklığını yitirmiş kelimelerle ifade edilen kalıp sözleri, klişeleri, banallikleri de anlatır. gerçek bir philistine'de bu ıvır zıvır fikirlerden gayrı bir şey yoktur. ama hepimizin klişe bir tarafımızın bulunduğunu kabul etmek gerekiyor; hepimiz günlük hayatta kelimeleri kelime olarak değil, bir işaret, bir geçer akçe, bir formül olarak kullanıyoruz. bu hepimizin philistine olduğu anlamına gelmiyor, ama birbirimize otomatik olarak beylik laflar söyleme sürecine fazla boyun eğmememiz gerektiği anlamına geliyor. sıcak bir günde herkes size "hava nasıl da sıcak değil mi?" diye sorar, ama bu karşınızdakinin bir philistine olduğu anlamına gelmez. sadece bir papağan ya da zeki bir yabancı da olabilir karşınızdaki. biri size "merhaba, nasılsın?" diye sorduğunda "iyiyim" demek acıklı bir klişedir belki; fakat yanıt olarak durumunuzla ilgili ayrıntılı bir açıklama sunarsanız, bilgiç ve sıkıcı biri olduğunuz düşünülebilir. ayrıca insanlar beylik lafları, kendilerini gizlemek için ya da aptallarla konuşmaktan kaçınmanın kestirme bir yolu olarak da kullanıyor. kafeteryada otururken en sıradan sohbetler seviyesine kadar inen büyük araştırmacılar, şairler, bilim insanları gördüm.

    vladimir nabokov tarafından philistinism’i örneklemek üzere seçilmiş 1950 tarihli bir reklam

    yani "halinden memnun bir görgüsüz" dediğimde gözümün önünde canlanan karakter yarı-zamanlı bir philistine değil topyekûn bir tip, kibarlık taslayan bir burjuva, basmakalıplıkla vasatlığın tam anlamıyla tamamlanmış evrensel ürünüdür. konformist, içinde bulunduğu gruba uyan bir adamdır o; başka bir belirgin özelliği de vardır: idealizmi, merhameti, zekâsı sahtedir. sahtekâr, gerçek philistine'in en yakın müttefikidir. "güzellik", "sevgi", "doğa", "hakikat" gibi bütün büyük kelimeler, halinden memnun bir görgüsüzün ağzında maskelere, aldatmacalara dönüşür. ölü canlar’da* çiçikov'u duydunuz. kasvetli ev'de* skimpole'u duydunuz. homais'yi duydunuz madame bovary'de. philistine etkilemeyi ve etkilenmeyi sever; bunun sonucunda kendi çevresinde bir aldatmaca, karşılıklı kandırmaca dünyası oluşturur.

    philistine, riayet etme, ait olma, katılma tutkusunun neticesinde iki arzu arasında bölünür: diğer herkes gibi davranmalı, hayranlık duymalı, sırf milyonlarca insan kullanıyor diye şu ya da bu şeyi kullanmalıdır; ya da ayrıcalıklı bir gruba, bir otelin müşterileri ya da bir uzun yol gemisinin yolcuları arasına girmeye (beyazlar giyinmiş bir kaptanı ve güzel yemekleri olacaktır geminin), yanındaki sandalyede bir şirket yöneticisinin veya avrupalı bir kontun oturduğunu bilmenin hazzını tatmaya can atar. philistine çoğu zaman züppenin tekidir. zenginlik ve rütbe karşısında heyecan duyar - "biliyor musun hayatım, bir düşesle konuştum!"

    philistine, edebiyat da içinde olmak üzere sanatı, ne bilir ne de önemser -tabiatı esasen sanat karşıtıdır- ama enformasyon ister ve dergileri okumayı öğrenmiştir. saturday evening post'un sadık bir okurudur; okuduğu zaman kendini karakterlerle özdeşleştirir. erkek bir philistine ise kendini cazibeli yöneticiyle ya da diğer kodamanlardan biriyle özdeşleştirecektir - mesafeli, yalnız; ama kalben bir çocuk ve golf oyuncusu. kadın ise sarı-kızıl saçlı sekreter ile özdeşleşecektir; gencecik bir kız ama kalben bir anne olan sekreter, sonunda çocuksu patronla evlenecektir. philistine bir yazarı diğerinden ayırmaz; zaten az ve sadece işine yarayacak kadarını okur, ama bir kitap kulübüne katılabilir ve güzel, güzel kitaplar seçebilir kendine: simone de beauvoir, fyodor mihailoviç dostoyevski, marquand, somerset maugham, doktor jivago ve rönesans ustaları’ndan müteşekkil karman çorman bir derleme. resmi pek umursamaz ama prestij olsun diye salonuna vincent van gogh'un ya da james abbott mcneill whistler'ın annelerini resmettikleri portrelerin röprodüksiyonlarını asabilir; aslında norman rockwell'i bunlara yeğler.

    kullanışlı şeylere, maddi ürünlere olan sevgisi nedeniyle, reklamcılar için kolay bir kurbandır. bunlar çok iyi -hatta bazen çok sanatsal- reklamlar olabilir; mesele bu değildir. mesele bunların ister bir gümüş yemek takımı, isterse iç çamaşırı olsun, philistine'in sahip olmaktan duyduğu gurura hitap etmesidir. şu tür reklamları kastediyorum: aileye bir radyo alıcısı (veya bir araba, bir buzdolabı, gümüş çatal-kaşıklar, herhangi bir şey) gelmiştir. bu eşya aileye henüz ulaşmıştır: anne şaşkınlık içinde ellerini birbirine kenetler, çocuklar sabırsızlık içinde toplaşırlar. en küçük oğlan ve köpek, bu putun yerleştirildiği masanın kenarına uzanmaya çalışır; gülerken yüzü kırış kırış olmuş büyükanne bile, arkalardan bir yerden kendini gösterir; yine biraz ötede, neşeyle başparmaklarını yeleğinin koltuk altlarına sokmuş, bacakları iki yana açık, gözleri ışıl ışıl vaziyette, muzaffer babamız, mağrur bağış sahibimiz durmaktadır. reklamlardaki küçük oğlanlar, kızlar hep çillidir; en küçük çocuğun da ön dişleri eksiktir. çillere karşı değilim (aslında çillerin canlı varlıklara çok yakıştığını düşünürüm) ve muhtemelen özel bir araştırma yapılsa, amerika'da doğan küçük amerikalıların çoğunun çilli olduğu ortaya çıkacaktır. ya da başka bir araştırma, tüm başarılı yöneticilerin ve güzel ev hanımlarının çocukluklarının çilli olduklarını ortaya koyacaktır. tekrar edeyim, çillere karşı çıktığım falan yok. fakat çillerin reklamcılar ve başka ajanslar tarafından kullanılış şeklinde hatrı sayılır bir philistinism bulunduğu kanısındayım. bana söylendiğine göre çilsiz veya az çilli bir çocuk oyuncunun ekrana çıkması gerektiğinde, suratının ortasına yapay çiller yerleştiriliyormuş. yirmi iki çil, asgari sayıymış: her bir elmacık kemiğinin üzerinde sekiz, neşeli burnun kemeri üzerinde altı tane. çizgi romanlarda çiller, sanki yüzü isilik basmış gibi görünür. bir çizgi roman dizisinde çilleri mini mini çemberler şeklinde boyamışlar. fakat reklamlardaki sevimli küçük çocuklar sarışın ya da kızıl saçlı ve çilliyken, yakışıklı genç adamlar genellikle koyu renk saçlı ve her zaman kalın, koyu renk kaşları var. iskoç’tan keltik’e doğru evrim söz konusu.

    reklamlardan yayılan yoğun philistinism şu ya da bu eşyanın muhteşemliğini abartmaktan (veya icat etmekten) değil, en büyük insan mutluluklarının satın alınabilir olduğu, bu satın alma eyleminin bir şekilde kişiyi soylulaştırdığı izlenimini bırakmasından kaynaklanmaktadır. elbette yarattıkları dünya kendi içinde gayet zararsızdır, çünkü herkes bu dünyanın satıcı tarafından, alıcının söz konusu göz boyamaya katılacağı düşüncesiyle uydurulduğunu bilmektedir. işin eğlenceli tarafı bu dünyada, semavi hububatlar ikram eden ya da yiyen insanların esrik gülümsemelerinden veya burjuva kurallarına uygun şekilde oynanan bir algı oyunundan gayrı, hiçbir ruhanilik kalmamıştır; ama adeta bir uydu tarafından gölgelenmiş bu dünyanın gerçekten var olduğuna ne satıcılar ne de alıcılar kalben inanmaktadır; hele ki bu akıllı, sakin memlekette.

    rusların kendinden hoşnut philistinism için kullandıkları özel bir ad vardır, ya da vardı: poşlast. poşlizm sadece açık şekilde değersiz olanı değil, yanlış şekilde önemli, yanlış şekilde güzel, yanlış şekilde akıllı ya da çekici olanı anlatır. bir şeye ölümcül poşlizm etiketini yapıştırmak sadece estetik bir yargı değil, aynı zamanda ahlaki bir ithamdır. hakiki, hilesiz, iyi olan şeyler asla poşlast değildir. basit, medeniyetsiz bir adamın çok nadiren poşlast olabileceğini söyleyebiliriz; zira poşlizm bir medeniyet cilası gerektirir. bir köylünün kabalaşması, şehre taşınmasını gerektirir. boyalı bir kravatın poşlizm üretmesi için, boyundaki samimi adem elmasını saklaması gerekir.

    eski rusya'da basitliğe ve zevk sahibi olmaya verilen önem sebebiyle, bu terimin çok hoş bir şekilde ruslar tarafından tasarlanmış olması mümkündür. ahlaki embesiller, sırıtkan köleler ve suratı ifadesiz kabadayılarla dolu günümüz rusyası artık poşlizmi fark etmez olmuştur, çünkü sovyet rusya'da poşlizmin özel bir harmanı vardır; zorbalıkla sahte kültürün harmanıdır bu. oysa eski zamanlarda hakikatin basitliğini arayan bir nikolay vasilyeviç gogol, bir lev nikolayeviç tolstoy, bir anton pavloviç çehov gerek eşyanın kaba veçhesini, gerekse değersiz sahte düşünce sistemlerini kolayca ayırt ediyordu. fakat poşlist’ler her yerde, her ülkede, burada olduğu kadar avrupa'da da mevcuttur; aslında amerika'daki reklamlara karşın, poşlizm avrupa'da buradakinden daha yaygındır.

    kaynak: rus edebiyatı dersleri/vladimir nabokov/iletişim yayınları

    çeviren: yiğit yavuz
  • türkiye'nin paçalarından akmaktadır ve türkçesi daha bir karşılar ahval ve şeraitimizi (bkz: paçozlaşma)
  • stalin dönemi sovyetler birliği'nin en büyük alamet-i farikalarından biridir. olguyu kavramlaştırmak için dallamaca bir kelime seçimi yapıldığını da vurgulamak lazım ama.
  • türkiye'nin büyük çoğunluğunun farkında olmadan dahil olduğu grup. türkiye tek kelime ile anlatılsa o kelime kesinlikle bu olmalı.
hesabın var mı? giriş yap