• doris pilkington garimara'nın follow the rabbit-proof fence adlı romanından sinemaya uyarlanmış olan film. ingilizlerin yaptığı bu çalışmayı devşirme sistemi ile karıştırmak yanlıştır. devşirme sistemi bir başka kültürün asimile edilmesini amaçlamaz, aksine imparatorluk dahilindeki sağlıklı ve zeki erkek çocuklarının askeri ve dini eğitim almasını amaçlar. zaten çocuklarının mevki sahibi olacaklarını bilen aileler de çocuklarının kabul edilmesini istemişlerdir.
  • "azmetmek lazım"ın filmi. lakin "birilerinin ağzına etmek lazım"ı da çağrıştırmıyor değil. ediyor da bir miktar...
  • ing. tavşan geçirmez çit.
  • insani izlerken içinin burkulduğu, mehmet akif'in "'medeniyet!' dediğin tek dişi
    kalmış canavar" sözlerinin bir nevi kanıtı olan film. insan izlerken ilk önce anlatılanların bir hikayeden veya abartıdan oluşabileceğini düşünerek bir nebze rahat hissediyor kendini ama film içinde nasıl olurda yüzlerce km ötedeki evine gitme arzusuyla yanıp tutuşan, anne-babalarından izin alınmadan, sadece kendi fikirleri uğruna aydınların! giriştiği bir çıkmaz yolun filmin sonunda gerçekte yaşanmış bir hikayeden alındığını görüyorsunuz. dile kolay neredeyse 1500 mil. buradan yani istanbul'dan erzurum'a kadar bir yol. sıcak bir havada aç ve susuz. ya yolda başlarına gelenler, kızı için kampta kalan yaşlı izci, dine hizmet ettiğini ve bunun karşılığında sevap kazandığını zanneden rahibeler, tavşanları tarlalardan korumak için çit ören ama içindeki vicdanının sesine kulak vermeyenler... mutlaka izlenmeli. film nedir, yararları nasıl olur, bir hikaye, yaşam, tarihi olay-belge, nasıl sinemaya aktarılır görmek için izlenmeli.
    http://www.iofilm.co.uk/…bit_proof_fence_2002.shtml
  • ufaklıkların teptiği yolun filmdeki kadar kolay katedilemeyeceği, o çölün, o sıcağın küçük bedenleri bu kadar az etkilemeyeceği gerçeği aşikardır; buna karşılık kitaptan uyarlama bir senaryo olduğundan kelli ve bunun da bir filmle ancak bu kadar anlatılabileceği savunması da ayrı bir tartışma mevzusudur; bunlar bir kenara...
    ama, en baba fotografçıların yakalayabileceği muhteşem karelerin yer aldığı ve en en oyunculara taş çıkartacak üç muhteşem ufaklığın kocaman karakterler yarattığı bir film olduğu da gün gibi açıktır.
  • beyaz adamın tüm yeni dünyada yediği haltın avustralya ayağı. doğayla savaşmak yerine onun parçası olabilmiş insanların yavrularını toplayıp, (bkz: toplama kampı) yardım ettiğini iddia etmesiyle, disiplin ve çalışmanın önemini vurgulamasıyla, birilerinin meşhur sözünü aklıma getiriyor (bkz: arbeit macht frei). içinde yaşamayı seçtiğimiz hapishaneleri uygarlığın en güzide kazanımları belleyip yeni dünyanın eski insanlarına da belletme azminin türlü biçimleri, yürek dayanmayan ayrıntıları için bakabilirsiniz, guns germs and steel.
  • filmin dvdsinde bir de filmin yapim asamalarini ozetleyen bir mini belgesel var. bu belgesel ozellikle uc ufakligin nasil secildigi ve rollerine nasil hazir hale getirildigi uzerine yogunlasmis. ozellikle molly'i oynayan kizin, belki de yasca daha buyuk oldugu icin, nasil ufak capli bir buhrana girdigini ve sonra nasil kendisini toparladigini gorebiliyoruz.

    bu belgeselin de en vurucu anlari, filmdeki gibi, anneler ve cocuklarinin ayrildigi "abduction" sahnesi. filmi izlerken zaten fena koyan bu sahnenin cekilisini izlerken artik iyice dagiliyor insan. cunku kizlarin hikayesi katmerleniyor, ayni anda filmdeki annelerinden ayrilan kizlar ve gercek hayatta birkac nesil oncelerindekilerin yasadigi acilari oynayarak kesfeden, o acilarin agirligi altinda ezilen aktris kizlar var. sahne cekilirken kizlarin oyuncu kocu ve cekimi diger izleyenler salya sumuk vaziyette, yonetmen "cut!" dedikten sonra da kizlar ve koclari sarilip kendilerinden gecercesine agliyorlar. onlari izleyenlerin de gozyaslarinin yerinde durabildigini sanmiyorum.

    aslinda filmde anlatilan olayin felsefi ve pratik boyutu gunumuzde hala gecerliligini surduruyor. "cocuklar (resit olmayanlar) soz konusu oldugunda yetkili kimdir, onlar icin en iyiyi en iyi kim bilebilir -devlet mi ebeveyinler mi?" sorulari cocuk haklari uzerinde calisanlar tarafindan sorgulaniyor. simdi tabii "aman da "karisik" cocuklari ace beyazina cevirelim!" diye cocuklari istimlak etmiyor devletler, ama "sen cocuguna yeterince iyi bakamiyorsun!" kararini verip cocugu "cocugun iyiligi icin!" aileden alip yurtlara veya koruyucu ailelere* verebiliyorlar. eminim bugun bile filmdeki gibi lanet edecegimiz cocuk istimlak vakalari yasaniyordur, ve biz filme aglar, beyaz adama lanet ederken bunlarin cogunlukla farkinda bile olmuyoruz.

    belki cok ajite edici bir ornek olacak ama su tecavuze ugrayan 17 aylik bebek ornegini dusunun. bu hepimizi allak bullak eden vakayi hatirlattigim icin ozur dilerim ama iyi bir ornek. hepimiz annesini lanetledik bebenin "ne bicim annesin sen! kahrolsun boyle anne!" dedik, aklimiz almadi bir annenin nasil bebegine bu olanlara izin verebilecegi, goz gore gore. ama ben hicbir yerde bu kadin niye buna izin verdi, katlandi sorusunun cevabini okumadim, ilgili makamlar bu soruyu kadina sordu mu, cevabini dinledi mi onu da bilmiyorum. korkarim kadina cocuguyla fuhus yapmak zorunda kalmadan, azgin igrenc erkeklere muhtac olmadan rahatca yasayabilecegi bir hayat saglamak devlet icin cocuga el koymaktan daha zor geldi. hepimiz de "buna izin verdigine gore akli dengesi bozuk olmali, cocuk bakmaya musait degil" diye varsaydik, insanlar siraya girdi cocugu evlat edinmek icin. bu uc ornegi verebildigime ben de inanmiyorum ama aykiri bir ornek de olsa anlatmak istedigimi ornekliyor.

    filmde beyaz olmadigi icin, bayaz gibi olsun diye annelerinden alinan kizlara agliyoruz, bu ne bicim irkcilik diyoruz ama bugunun amerikasinda da devlet cocuklarin iyiligi icin oldugunu dusundugunde cocuklari devlet himayesine aliyor. cocuklarina iyi bir hayat saglayamayacak kadar kotu (malesef esittir fakir) bir yasamin icinde olanlarin cogunun siyah oldugunu soyleyen bir istatistik okursam da hic sasirmam. fakirlerin durumunu iyilestirmek yerine "bari bunlar kurtulsun" mantigiyla cocuklarini ellerinden almak kolayci bir cozum oluyor.

    yukarida "istimlak" kelimesini bilerek kullandim, devletlerin cocuklara himaye etmeleri gereken otoyol gibi, agac gibi bir "mal/mulk" olarak yaklastigi durumlara ithafen. umalim ki gunumuzde devlet eliyle ailelerinden ayrilan cocuklar devletin kolayciligi yuzunden yasiyor olmasinlar bu aci deneyimleri.
  • beni en çok etkileyen filmlerden biri. usta oyuncu kenneth branagh her zamanki gibi mükemmel bir oyunculuk sergilemişti. üç kızkardeş ise sanki hayatlarını oynuyorlardı. üçü de ceylanlar gibi ürkek ve atikti. başroldeki everlyn sampi film çekildiğinde, canlandırdığı molly gibi 14 yaşındaymış.
    üç kızkardeşin 1931 yılında, moore river'daki kamptan annelerinin bulunduğu ve doğdukları yer olan jigalong a giderken yaşadıkları herhalde bu yüzyılda benzeri olmayan bir olaydı. jigalong'a giderken öğrendikleri diğer 2 çitin varlığı molly nin zekası sayesinde hemen çözülmüştü. filmi izlerken hep 1931 de dokuz hafta süren uzun yürüyüşün gerçekleştiği zaman yaşadıklarını düşündüm. filmi televizyondan izledim ve orada jigalong tan kampa getirilirken yolun 1.200 mil sürdüğünden sözediliyordu. onların yürüyüşü ise sapmalarla birlikte 1.500 mil (yaklaşık 2.500 km) sürmüştü. yani ortalama olarak günde 40 km yürümüşlerdi çölün ortasında. insanüstü bir çaba gerektiren bu yürüyüşü ise molly'nin zekası ve azmi sayesinde gerçekleştirmişlerdi. yürüyüş boyunca onlara yardım eden beyazların varlığına ise kitabı yazanın molly'nin kızı olduğu için inanabildim. filmin en sonunda molly ve daisy'nin yaşlı hallerini gösteren görüntüler ise insanı gülümseten görüntülerdi. gracie'ye ne olduğunu da öğrenmek isterdim.
  • çit adıyla gösterime giren ve gerçek hayat öyküsünden perdeye uyarlanan avustralya yapımı philip noyce filmi. sade ve muhteşem performanslarıyla başrolde everlyn sampi, tianna sansbury ve laura monaghan var.

    muhteşem bir film. film; bizden olmayanları bizim gibi yapmak için verilen uğraşı gözler önüne sererken bunun doğruluğunu bir kez daha düşündürüyor, insana. halen daha yasak ve kısıtlamalarla, öteki'leri yok saymalarla o zamanlardan pek de uzağa gidemediğimiz de acı bir gerçek.

    sanırım siyah adamların rengini değiştirmenin tek yolu, özlü bir sözde de olduğu gibi, onlara beyaz yürekler vermek.

    izleyin, izletin.
  • sonuyla ağlatan film. hiçbir anne kızın sarılışı bu kadar duygulandırmamıştı. gözlerimi ıslatmamıştı.
    molly craig karakterini canlandıran küçük kız bu kadar mı başarılı olur. çok inandırıcıydı. azmin, inancın, hırsın, zekanın, iradenin sembolü oldu benim için.
hesabın var mı? giriş yap