• hayalleri başkalarınca biçilmiş ve toplanmış, arzuları tutku duyamayacak şekilde kırılmış, kendilerini var hissettirecek şeyler tükenmiş sadece kendilerini korumaktan haz duyabilen insanlardır. eskiden dürüsttük, insanları krematoryuma sokup yakıyorduk, ölüyorlardı. şimdi magazin programlarına, pornografiye, korkuya, başıboş meraka sokup ruhlarını yakıyoruz sonra geri kalan posasının da devamlılığını sağlamaya çalışıyoruz koruma 'program'ları ile.
  • bunlardan biri de benim. tam olarak nasıl ve ne zaman başladı hatırlamıyorum ama eskiden sebze yemeyen, cips, çikolata, fast food düşkünü, spor yapmayan, içtiği suya dikkat etmeyen biriyken bi anda sebze suyu sıkarken buldum kendimi. (bkz: işte bunlar hep anksiyete)
    manyaklıklarımın bir listesini yazayım ki arada yapmayı unuttuğum madde kalırsa kontrol edeyim:

    -yaklaşık bir yıldır fast food yemedim. elbette ki pizza ya da pide yediğim oldu, kastettiğim şu avmlerin yemek katında yer alan fabrikasyon burger mezarlıkları.
    -köyde olmadığım sürece tavuk yemiyorum. marketten tavuk almıyorum açığı balıkla kapatıyorum.
    -eskiden çer çöp gözüyle baktığım sebzeleri bayılarak yiyorum. meğerse kabağın tadı varmış ama
    annelerimiz saatlerce pişirince tad filan kalmıyormuş. sebzeleri 10 dakika sotelemeyi ya da buharda pişirmeyi seviyorum.
    - eve cips almayı uzun zaman önce bıraktım, çikolatadan vazgeçmem sancılı oldu ama onu da ayda bir tüketiyorum.
    - asitli içecek, bisküvi, paketlenmiş gıda, meyve suyu, konserve, hazır çorba ve margarin tüketmiyorum.
    - günde 2 litre su içiyorum.
    - haftada 3 gün ıspanak, kereviz, havuç ve salatalık suyu içiyorum.
    - haftada 1 gün hoca eşliğinde, 1 gün de kendim yoga yapıyorum. yazın buna 3 gün bisiklet ve 2 gün yüzme ekleniyor.
    - evde trambolinim var canım sıkıldıkça zıplıyorum.
    - içtiğim suya limon ya da karbonat ekliyorum.
    - hiç sigara içmedim, alkol ayda bir iki bira içerim.
    - ph stripleri ile her gün vücut ph ımı ölçerim. asidik olmak bir çok hastalığın belirtisi.

    bunları yapıyorum evet ama zorlamayla değil. en sevdiğim sebze brokoliyken bunları yapmakta inanın hiç zorlamıyorum. amacım uzun yaşamak değil. sadece ben elimden geleni yaptım diyebilmek.
  • yıl 2000 küsür. etiler'de bir işyerinin bahçesi. o sırada gümm diye bir ses duyuluyor. hemen tv'den ogreniliyor ki hsbc'nin leventteki genel müdürlüğü havaya uçmuş. gökyüzünü sarı dumanlar sarmış. işyerinin bahçesinden goruluyor. herkes panik halde.
    o sırada bahçeye bir iş arkadaşı iner. elinde plastik vakumlu kabına koydugu saglikli salata tarzı yiyecekler. (bok ye).

    neyse, adam bahçedeki banka kuruldu. vakumlu kabını itinayla açtı. salatasını yemeye koyuldu. 1 km otede bir banka havaya mı ucmuş, trafikteki insanlar mı ölmüş, tüm dünya televizyonları bu patlamayı mı canlı yayına almış adamın umrunda değil. neymiş efendim evden getirdiği saglıklı beslenme diyeti en önemli şeymiş o an onun icin.

    bok ye demiştim di mi, evet aynısını söylüyorum yine.
  • yaza doğru sayıları artar.
    etrafındakileri de sağlıklı yaşama teşvik etmeye çalışırlar.
    yanlarında iskender vs. yeme gafletinde bulunursanız ''o yediğindeki yağlar kalp damarlarını tıkayacak...'' diye başlayıp hiç susmadan en az on dakika konuşurlar.
  • sağlığın sosyal belirleyicilerinden haberleri olmadığı için neo-liberal sağlık söylemini, sağlıklılık söylemini içselleştirmiş, sağlığı bireysel davranışların bir sonucu gibi gösteren piyasacı mantık anlayışını "yemiş" insanlardır. sağlık sınıfsal, bölgesel, cinsiyetsel eşitsizliklerle ilişkilidir ve ülkenin yönetim şeklinden eğitim düzeyine kadar birçok faktör sağlık düzeyini etkiler. sağlığın genle, sigarayla, içkiyle ilişkisi, gelirle, meslekle, iş stresiyle ilişkisinden daha fazla değil.

    elbette nasıl olsa sağlık toplumsal diye kötü beslenmek veya günde beş paket sigara içmek anlamlı bir davranış değil, ama sanki sağlığı sadece bizim yediğimiz antin kuntin meyveler, içtiğimiz tuhaf meyve çayları ve spor salonuna ne sıklıkta gittiğimiz belirliyormuş gibi düşünüp sağlıklı yaşam için manyaklaşmaya gerek yok.
  • alttan alttan hepinizi gömücem mesajı veriyorlar gibi geliyor. biz leş dünyamızda boğulurken; onlar vitamin depoluyor, mineral alıyor, çinkosuz kalmıyor, demirden korkmuyor, trene biniyor.

    şeker şöyle zararlı, böyle zararlı, bilmem ne. tamam bence de zararlı ama lanet olsun dostum şu hayatta zevk aldığımız kaç şey var zaten?

    bana biraz fazla kasmak gibi geliyor. abartmadan küçük mutluluklar vermeli insan kendine. dediğim gibi; abartmadan!

    organik yaşam son zamanlarda bir din ve insanlar glisemik indeksi yüksek besinler tüketirken artık günaha giriyormuş gibi hissediyor. kafayı o kadar bozmayalım. çikolata mutluluk verir. lahmacun zaten tam bir besin; içinde soğan var, et var, maydanoz var, oğ ye.
  • zorlamalı olunca itici oluyor dediğim moda. yemek hipsterlarından bahsediyorum.

    selamın aleyküm.

    yiyecek trendlerini hiç anlamadım. yiyecek nasıl moda olur ki? ya da modası geçer? günden güne çevrem buna fanatiklik derecesinde bağlanan, sana da bunu dayatan, beklediği onayı görmeyecince savaş suçlusu muamelesi yapan insanlarla doluyor.

    neden böyle yapıyorsunuz?

    aslında bu bir soru değil. niyet belli. böyle yapıyorsunuz çünkü bol miktarda insan da böyle yapıyor. yani moda. böyle yapmak, havalı ve onay görüyor.

    özellikle istanbul gibi kozmopolit şehirlerde salgın gibi yayılan bir durum bu.

    belki mevzunun ardını göremediğim bir kar amacı vardır, ne bileyim, aslında şeker karşıtlığı alan gibi mevzular, sağlıklı yaşamayan orospu çocuğudur noktasına geliyor.

    medyayı düzenli tüketen orta sınıf değerlerine tutan insanlar, az bulunan şifalı bir şey keşfedip yemeye başlıyor.

    tavırlar da ben bilinçli besleniyorum itoğluit saygı duyacaksın şeklinde.

    aslında ironik, bu yiyecekleri sevmek kozmopolit bir elitistliğe, gözünüze soka soka işaret etmeye çırpınırken, işin bir de karanlık boyutu var.

    bunları yemenin temsil ettiği liberal değerler bir kenara, bu yiyecekleri geleneksel yöntemlerle üreten, hayatları bunları üretmeye bağlı fukaralar üstünde tahribatlar yaratıyor.

    bir anda felaket bir arz oluştuğunu düşünün.

    kırsalda yalınayak yürüyüp, enerjiden, evrenden bahseden insanları düşünün. ciddi ciddi bundan bahsediyorlar. var böyle şahıslar.

    kinoa diye bir mevzu varmış mesela. peru ve bolivyada yetişiyor. ulan acaip faydalı diye bir muhabbet atılıyor ortaya.

    batılı tayfanın abazan gibi saldırması sonucu talebe yetişemiyorlar. fiyatlar üç katına çıkıyor.

    böylece perudaki, bolivyadaki yerel ahalinin temel besin maddesi olan bu yiyecek, tavuktan pahalı oluyor. sonra da yerli halkın parasının yettiği tek şey abur cubur oluyor. hamburger falan. piyasa bunlarla doluyor. evren, enerji ve sevgi.

    duyarlı bir insan değilim. sikmişim kinoayı.

    demek istediğim otantik olma saplantısı, hevesi bile, alakasız yerlerdeki insanların hayatlarını kaydırabiliyor.

    değişik olaylar.
  • genellikle erken ölürler.
    hem de komik ya da trajik bir biçimde.
    suda boğulma, böcek ısırması filan gibi.
  • biziz. yani olmaya çalışıyoruz. hatta bu çok saçma dialoglara vesile oluyor mesela:

    ramazan ayı, memleketteyim. annem 1 senede 10 kilo vermiş. 50'li yaşlarını min fazla kilo ile geçiriyor. yürüyüşe çıkmadığı gün depresyona giriyor falan. küçük kardeşim orta ve lise çağında yakalandığı fast food kültürünü üniversite ile birlikte bırakmaya başladı. ramazanın son saatleri, herkes hayalinde tatlılar börekler görüyor ve bu konuşmalara da yansıyor. akşama tatlı mı alsak diyoruz anında oy birliği ile reddediliyor çünkü kimse glikoz şuruplu hazır yiyecek yemek istemiyor. evde yapalım diyoruz ancak bu defa şeker tüketimine karşı cephe alıyoruz. böreğe yöneliyoruz annem bu defa "boşuna hamur yemeyelim" diyor. sonunda kararı közde sebze yaptırmakta buluyoruz. ve az tereyağı ile kavurup sofraya koyuyoruz.

    başka bir gün doğum günümü kutlayacağız. ne yapsak diye konuşuyoruz. pasta yemek istemiyorum, dışarıda yemek yiyebiliriz ancak hem işten eve gelmiş ve yorgunum hem de hazır yemek istemiyorum. evde yemek yapmak için görev paylaşımı yapıyoruz. market alış verişini üstleniyorum zira güzel yemek yapan bir erkek varken yemeğe el sürmem. sonuçta doğum günümü kavun ve ızgara köfte ile geçiriyoruz.

    iki gün önce yine konuşuyoruz. cumartesi araba alıyorum. bunu kutlamamız lazım. bir yere yemeğe mi gitsek acaba dememizle birlikte "evde somon var, balık var. en iyisi eve gelip ızgara balık ve salata yapalım" diye konuyu noktalıyoruz.

    daha acayip olanını geçen hafta yaşıyorum. marihuana içmek için amsterdam'a iniyoruz 2 kız, 1 erkek. grubun kalanı sonra katılacak bize. akşam alkol almışız, "gün içinde başka içki içmeyelim" kararı ile bir coffee shop'a giriyoruz. erkek olan otları alıyor. biz de içecek bir şeyler söyleyeceğiz. "ya zaten ot falan içiyoruz, bari sağlıklı bir şey içelim" diyerek yoğurtlu shake (hazır değil ev yapımı olan) söylüyoruz. ot içerken sağlıklı beslenerek vicdanımızı rahatlatıyoruz.
  • (bkz: ahmet maranki)
hesabın var mı? giriş yap