• tadı damakta kalan, 2018 cannes film festivali’nde altın palmiye ödülü kazanmış japon filmi.

    filmi bugün ankara armada cgv arthouse’ta izledim. film çok yavaş akıyor ama japonya’nın belli bir kesiminin sosyolojik resmini harika yansıtmış yönetmen izleyicilere. oyunculukların çok güzel olmasının yanında filmin konusu da sizi ayrı içine çekiyor bence.

    --- spoiler ---

    filmde çok fazla hayal kırıklığı vardı. en çok hayal kırıklığı yaşayan sanırım aki’ydi. aki hem kız kardeşinin ismini kullanıyor hem ailesinden ayrı yaşıyor hem de büyükannenin onu sadece para için yanında tuttuğuna inanıyor. hiçbir zaman da maalesef büyükannenin aslında aile olarak onları seçtiğini bilemeyecek. öyle ki, büyükannenin son sözünü sadece biz duyduk. “teşekkür ederim.”

    bir diğer hayal kırıklığı yaşayan ise anneydi maalesef, ki bu filmde beni en çok üzen de bizzat annenin yaşadıkları oldu. “çocuklar size ne diye sesleniyordu? anne mi annecim mi diyorlardı?” sorusuna “ben de bilmiyorum.” diyerek aslında anneliği nasıl da hak ettiğini gözler önüne serdi. sosyal yapının anneliğin koşulu olarak doğumu kabul ettiği gerçeğini de çok güzel eleştirdi yönetmen.

    babanın ise sorguda “çocuklara neden hırsızlık yapmayı öğretiyorsunuz?” sorusuna verdiği “öğretecek başka bir şeyim yok.” cevabı sanırım yaşam standartları düşük insanların devlet tarafından nasıl önemsenmediğini en iyi gösterir nitelikte.

    juri’nin de kendisini hiç sevmeyen ailesine devlet tarafından teslim edilmesi sanırım yönetmenin hukuk sistemi eleştirisiydi. onu sahiplenen anne ve babayla çok daha mutlu olabilme şansı varken, hukuk juri’yi maalesef mutsuz bir hayata mahkum etti.

    --- spoiler ---

    gözümden kaçan çok daha fazla detayı vardır mutlaka filmin. film baştan sona mesaj içeriyordu zaten. yorumlarını benimle paylaşmak isteyen suserler yeşillendirebilir.
  • damakta buruk bir tat bırakan film.

    --- spoiler ---

    polis: çocuğa neden hırsızlık yapmayı öğretiyordun?
    shibata: çünkü öğretebileceğim başka bir şey yoktu.

    --- spoiler ---
  • derdini çok sade anlatmış bir film. çok sade çünkü her şey doğal sanki oyunculuk değil de belgesel gibi böyle. çok belli bir sınıf var, fakirlik var. hiçbir şey yapmadan fakirleşmiş değil de, elinden geleni yapmış olan insanlar var. çalmazsa açlıktan ölecek insanlar var. işçi dertleri var. yaralanınca tazminat alabilir miyim sevinci var. ebeveynliğin iki gram sevgiyle alakalı olduğunun, söylenemeyen "anne" leri "baba" ları var.
    söylenecek çok fazla şey vardı aslında, mesela sorulduğunda çalmak benim suçum değildi bu devletin zaten vermesi gereken yemeğimi nasıl alabilirdim başka türlü karşı çıkışı vardı .
    mesela anneliğin duyulmayan bir kelime değil de dilenmeye direnç gösteren özür olması vardı. öğrenilmiş bir gurur vardı.
    bunların söylenmemesinin de bir nedeni var elbette bu insanlar o gururlu ve haklı yakınmalarını yapamayacak kadar sadece yaşamaya çabalayan insancıklar.

    hepsinden de öte bu insanların minik zevkleri o kadar yoğun ki insanı kıskandırıyor.
  • japonya ile ilgili düşüncelerimi ve bildiklerimi tekrardan gözden geçirmeme neden olmuş film. filmi izlerken emekli aylığı alan nine dikkatimi çekti. sadece 60.000 yen alıyordu aylık. doğruluğunu sorgulamak için google araştırması yaptım karşıma 2016 yılından şöyle bir haber çıktı:

    --- spoiler ---

    dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi japonya'da basit hırsızlıktan hapse düşen 65 yaş üzerindeki kişilerin sayısında büyük bir artış yaşanıyor. ana sebep ekonomik zorluklar olsa da, gizli bir neden daha var: umutsuzluk.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    geçtiğimiz yıllarda hükümet tarafından hırsızlık suçu işleyen yaşlılar arasında yapılan bir araştırmada neden hırsızlık yaptıkları sorusuna kadınların yüzde 59'u "harcamalardan tasarruf etmek", erkeklerin yüzde 69'u ise "ekonomik zorluklar" şeklinde cevap verdiler.
    --- spoiler ---

    https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46504820

    diğer bir haber:

    --- spoiler ---

    japonya’da hapse giren emekli sayısında patlama var. çok sayıda emekli bedava yemek ve sağlık için ufak suçlar işliyor. japon adalet bakanlığı verilerine göre ufak mağaza hırsızlığından hapis yatanların yüzde 35’i 60 yaş ve üzeri suçlulardan oluşuyor. aynı suçu 6’dan fazla işleyen emeklilerin sayısında ise son 20 yılda yüzde 420’lik artış var. japonya gibi geleneklerin çok güçlü olduğu bir ülkede yaşlıların bu kadar suça karışması şaşırtıcı olsa da sorunun arkasında ekonomik sıkıntılar yatıyor.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    japonya’da bir yaşlının temel ihtiyaçlarını giderebilmesi için yıllık en az 8 bin 200 dolar geliri olması gerekiyor ancak ülkede emekli maaşı yıllık 6 bin 900 dolar seviyesinde. yaşlılar göstere göstere hırsızlık yaparak hapishanede verilen bedava sağlık hizmetinden ve yemeklerden faydalanmak istiyor. ülkede 5 liralık bir sandviç çalarken yakalanırsanız 2 yıl hapis cezasına çarptırılıyorsunuz. bu hüküm düşük bir tazminata çevrilebiliyor ancak emekliler hapis yatmayı tercih ediyor.
    --- spoiler ---
    kaynak

    japonya’da asgari ücret 180.000 yen (1608 dolar) civarında. bu büyükşehirlerde örneğin tokyo’da 325.000 yene (2903 dolar) kadar çıkıyor.

    emeklilerin aylık 550 dolar alması onlara yetmiyor ve bilerek suç işleyip hapse giriyorlar. hem ücretsiz yemek, hem kalacak yer, hem de yaşlı nüfusunun hapishanelerde artmasından dolayı dertleşecek, konuşacak arkadaşları oluyor.

    neyse filme geri dönersek sanatsal, görsel yanından çok japonya’nın diğer yüzünü anlatması, pek dile getirilmeyenleri belirtmesi bakımından benim için belgesel izlemek gibiydi.

    içindeki aile dramı sadece japonya’nın diğer yüzünü açık ve çarpıcı şekilde anlatması için bir figürdü. yönetmen tokyo’nun kenar mahallesindeki bir evden yola çıkarak eğitim, sağlık, çalışma şartları, yaşlıların sıkıntıları, ekonomik sıkıntılar gibi konulara kafadan dalarak mükemmel bir sistem eleştirisi yapmış.
  • japon ve arakci bir ailenin, ufak tefek dolaplar cevirerek surdurdukleri hayati betimleyen bir film. modern ve egzantirik bir (bkz: oliver twist) uyarlamasi. getto bloklarinin arasinda derme catma evde yasayan, buyukanne, baba, anne, ergen kiz ve cocuk figurlerinin gunu kurtarmaya yonelik rutinleri, soguk bir kis gunu balkonda bulduklari yaralanmis kucuk bir kizi eve usumesin diye getirdikten sonra degisiyor.
    aile, kan baglari ve erdemliligin muhakemesinin yapildigi filmde, cocuklar yine en savunmasiz kurbanlar.

    kore-eda gercekligi, nazik bir anlayis ve belirsiz bir mizahla kesfederken oznelerinin insanligindan asla odun vermiyor.
  • bu yıl cannes'de en iyi film seçilerek altın palmiyeyi alan japon yönetmen
    hirokazu koreeda'nın eseri.
  • filmin konusu : aile nedir? ya da aile nasil olunur?

    --- spoiler ---

    film cok guzel basliyor. birbirlerine ictenlikle bagli bir cekirdek aile. hem calisiyorlar hem de ufaktan hirsizlik yapiyorlar, gunluk ihtiyaclarini vs aliyorlar marketten.
    bir aksam eve dönerken balkonda tek basina sogukta bekleyen juri adli kucuk kizi göruyorlar. onu da yanlarina aliyorlar. eve geldiklerinde kizin kollarindaki yanik izlerini vs göruyorlar, daha da sahipleniyorlar, geri göturmek istemiyorlar, kiz da gitmek istemiyor zaten. kucuk kizin gercek ailesi de kayip ihbarinda bulunmuyor, zaten istemiyorlar kizi. buraya kadar cok da olagan gelmiyor olaylar..
    polis kucuk kizin akibetini arastirmaya basliyor, ailenin öldurdugunden supheleniyorlar, televizyonda goruntuleri vs veriliyor. bunun uzerine aile kucuk kizi geri göturmeye karar veriyor, ama eve yaklastiklarinda anne babanin kavgasini duyuyorlar, ve annenin aslinda cocugu istemedigini duyunca vazgecip geri donuyorlar ve juri nin ismi lin oluyor, yeni bir isimle devam ediyor.

    osamu: nobuyo nun kocasi, ayni zamanda shota'ya ve yuri'ye babalik yapmaya calisiyor kendince. hic bitmeyen bir nesesi var. cok guzel bir adam. ne kadar hirsizlik vs yapsa da, icinde sadece iyilik olan bir adam.

    nobuyo: biyolojik olarak asla cocuk sahibi olamayacak bir kadin. cocuk dogurmanin bir kadini otomatikmen anne yapmadigini dusunuyor. cok hassas ve ince birisi. osamu ile evli. birlikte shota'ya ve yuri'ye sahip cikiyorlar. özellikle yuri ile birlikte ayni karede olduklari anlar cok duygusal. bazen aileni kendin secmelisin diyor. ve yuri'nin onu sectigine inaniyor.

    shota: ailesi tarafindan arabada kilitli birakilmisken, osamu ve nobuyo gelip ordan cikariyor ve kurtariyor. buyuk ihtimal bir yaz gunuydu ve araba cok fazla isindigindan ölme riski vardi. bu detaylar verilmiyor ama muhtemelen böyle. osamu ile vakit gecirmeyi seviyor. gercek ailesinin onlar olmadigini biliyor. ama o kucuk yasina ragmen film icinde o da gercek aile nedir kavramini sorguluyor. ve son sahnede osamu'ya baba diyebiliyor.

    yuri: ailesi tarafindan istenmeyen cok sevimli masum kucuk bir kiz. annesi babasindan siddet göruyor. annesi de kendisine iskence yapiyor. kolundaki yaniklar vs hep annesi tarafindan yapilmis. osamu ve nobuyo ile kalmak istese de polisler gercek ailesine veriyor. eski mutsuz haline geri dönuyor..

    filmin en can alici sahnesi nobuyonun polis sorgusundaki haliydi. özellikle yuri'nin gercek ailesine gitmek istedigini söyledikleri an. yalan söylediler ve bu onu cok kirdi. yaptiginin ne kadar yanlis bir sey oldugunu bilse de , o cocuklarin kendisiyle mutlu olduguna inaniyordu ki mutluydular da zaten.

    filmin final sahnesinde yuri'nin hali bana (bkz: gone baby gone) filmini hatirlatti. ayni sekilde kucuk kizi gercek ailesine getirdiklerinde acaba dogru seyi mi yapti sorusu takiliyordu insanin zihnine.

    --- spoiler ---
  • toplumsal meseleleri ajite etmeden odağına yerleştiren japon yönetmen hirokazu koreeda dinginlik yaratmadaki ustalığını #shoplifters filmiyle gözümüzün önüne dayıyor. terk edilme, sevgisizlik, ölüm gibi konuları işlemedeki başarısından ödün vermeyen yönetmen shoplifters’da yine benzer sularda yüzüyor. kalabalık içindeki sükûneti anlatan sahnelere önem veren yönetmen, yumuşak anlatımı ve ağır temposuyla entrika ve tartışmadan hoşlanmadığını seyircinin dikkatine sunuyor. zaten koreeda’dan hızlı bir film bekleme hata olur, çünkü o hayatın şifresini çözen önemli yönetmenlerden biri!

    gündelik yaşamdaki sorunları tek tek dile getirerek, annesiz ve babasız büyüyen çocukları, anne ve baba ihmalkarlığını, gerçek sevginin sadece biyolojik ailede olmadığını savunan koreeda aslında aile kurumunu sorguluyor. naifliğini bozmadan görsel olarak derdini anlatmadaki ustalığını ortaya koyan koreeda baştan sona dikkatle takip edilmesi gereken diyalogları perdeye yaftalıyor. onları güzel bir müzikle saran koreeda, aynı zamanda çocukların ebeveynleriyle olan ilişkilerini ve büyüme sancılarının altında yatan nedenleri arıyor.

    shoplifters özünde, ailesiz büyüyen ve onları terk eden ailelerin kendilerine yeni yuva arayışlarını trajik bir biçimde göz önüne seriyor. fakir ve yiyecekleri olmayan çocukların evden atılmamak için sessiz kalmaları ise vicdansızlık! bu insanlığın en büyük ayıbı! gerçek hayatı vizyonunu kullanarak analiz eden yönetmende çok sevdiğimiz bir özellik var o da şu: japon kültürünü (özellikle yemek) seyirciye aktarmaya çalışırken, seyircinin japonlar hakkında çok fazla bilgi sahip olmamasını göz önünde bulundurarak, hikâyenin hülasasını kültürel metotlara başvurarak çıkarıyor ve kendisinden o kültüre dair yeni şeyler öğrenmiş oluyoruz.

    “evli evine köylü köyüne” sözünün altına mesaj gizleyen yönetmen, ne yazık ki bazı gerçekleri değiştiremeyeceğimizi ve adaletle savaşamayacağımızın garantisini veriyor.
  • “ seni doğurmamış olmayı dileyen bir annen olsa, genelde bizim gibi insanlar olursun... “

    asya sinemasına hep ön yargı ile bakmıştım. ama parasite bu ön yargıyı kırdı yoksa bu filmi de izleyemezdim. film hızlı başlıyor. konu kendisini direk belli ediyor fakat sonlarına doğru bambaşka bir hikaye çıkıyor. aslında bunu senaryo size hissettiriyor ama sonunda emin oluyorsunuz. özellikle havai fişek sahnesi çok güzeldi. yine bir arka mahalle dramı karşımızda. bir insanın doğasında en azında çocuklukta kötülük olamayacağını karakterinin girdiği iletişimler ile şekillendiğini güzel yansıtmış film.
  • "... yalnız ölmekten iyidir."
hesabın var mı? giriş yap