• adında soyadında bir gariplik var.
    sanki ikisinin de sonunda birer harf daha olmalıymış gibi.
    sinem büyükay, sinem büyükat falan olacakmış da olamamış gibi.
  • "uzun ve kalın demişken, javtokas'tan da bahsetmemek olmaz herhalde" diyerek gece gece güldürmüştür. keza bunu söyledikten sonra ismail şenol ve caner eler ile beraber kendisi de güldü...
  • hakkında zaytung tarafından şöyle bir haber yapılmış olan sempatik ntv spikeri:

    "avrupa basketbol şampiyonası'ndaki son temsilcimiz sine büyüka, yarı finale yükseldi..."
  • ben kendisini ntv'nin en güzel spor spikeri olarak bilirdim. hatta burcu esmersoyun durmadan ima ettiği gibi babası şansal büyükanın torpiliyle bir yerlere gelmiş olduğunu düşünürdüm. evet ntv sporu izlediğimde gerçekten çok güzel olduğunu kabul etmem biraz zaman aldı ama gene kendi içimde 'şımarık biridir bu, yaşadığı hayattan belli tek değer verdiği şey paradır' diye düşünüyordum. internette bazı müzik sitelerinde dolaşırken blogunu gördüm. programında çaldığı parçalara bakarak gerçekten iyi bir müzik zevki varmış dedim. ardından basketbol ve futbol yazılarını karıştırdım. bulunduğu yere torpille geldiği iddaa edilen biri için fazla bilgili ve iyi yazılar yazmıştı. daha sonra ilişkiler üzerine bir yazısını okudum ve kendisi hakkında gerçekten çok yanlış düşündüğümü anladım. gerçekten bu kadar güzel bir kadın bazı meslektaşları gibi ünlü olup, zengin koca bulmak yerine hayatında olacak adamın güzelliğine değil ruhuna ve karakterine önem vermesini istiyordu. hatta para, yakışıklılık gibi kriterleri elinin tersiyle itmişti. hayatı sorgulayan, düşünen birisiydi. hayatındaki en öneli şey louis vouitton bir çanta almak değildi. özellikle yorumcularına verdiği cevaplar gerçekten çok alçak gönüllüydü.

    biz kadınlar bizden güzel hemcinslerimizi sevmeyiz, karalamaya çalışırız. kendisini tanımamama rağmen müzik zevkinden, bilgisinden, kültüründen etkilendiğim kadınlar bir iki tanedir. sanırım bunlardan biri de sine büyüka'dır.

    işte o yazısı.

    'geçmiş de birgün gelecek

    geçen gün şirkette otururken bir konuk geldi. “ya ne hoş, ne efendi adam” dedim uzaktan bakarak. yanımdaki arkadaşım bana dönüp bir kaşını havaya kaldırarak, “hiç sanmam!” diye söylendi. şaşırdım. “bir adamın ne olduğunu anlamak istiyorsan yanındaki kadına bakacaksın” dedi. durdum, düşündüm. “ama” yla başlayan bir cümle kurdum. cevabı “peki ya bu kadından önceki?” oldu. haklıydı. hem de yerden göğe kadar. bir erkek olarak o bunu biliyordu ama bir kadın olarak ben bu gerçeği kabullenmekte neder zorlanıyordum?

    bir zamanlar benim de körü körüne bağlı olduğum bir inanıştı bu. sonra erkeklerin bu ölümcül hatalarına hep bir bahane bulmaya başladım. “aman kadın milleti işte! adamların yakasına yapışıyorlar!”, “gençlik hatasıdır ne yapsın!”, “başka şeylerle kendine bağlamıştır, adam kopamıyordur!”, “aşık olmuş yazık ne yapsın!” şeklinde bahaneler üretiyordum. çünkü “bu adamın kafası çalışmıyor, bu adamın tıyneti işte bu kadar, önem verdiği şeyler bunlar, bu ne ki aradığı ne olsun” demek işime gelmiyordu. erkeklerde o kadar çok özellik arıyordum ki, bir de bu kriteri eklersem ömür boyu yalnız kalacağımdan korkuyordum.

    şimdi dönüp baktığımda ise “keşke kriterlerimden hiç ödün vermeseydim, keşke doğru bildiğimden şaşmasaydım, keşke içgüdülerime kulak verseydim, keşke standartlarımı düşürmeseydim” diye çok hayıflanıyorum. yaşadıkları hiç bir şeyden pişman olmadığına samimiyetle inanan insanlara gıpta ediyorum. benim pişmanlığını duyduğum o kadar çok şey var ki! eğer bunu bir ölçü olarak alsaydım, şu ana kadar yaptığım hataların hiçbirini yapmamış olacaktım. çünkü geriye dönüp baktığımda “hata” dediklerimin, “utandıklarım”ın cv’sinin hep aynı olduğunu fark ediyorum.

    dünyadan bihaber, eğitimsiz ya da 5. sınıf üniversitelere sadece piyasaya gidenler, kültürsüz, cahil, hayatta tek emeli ün ve para kazanmak olan, çevresine duyarsız, en son model louis vuitton çantayı almak için yapmayacağı şey olmayan ama en son kültür bakanının kim olduğunu bilmeyen, ülkede ne kadar işsiz, ne kadar aç varmış umurunda dahi olmayan, 'burayı nasıl daha güzel bir dünya yaparım’a hiç kafa yormayan, vaktinin çoğunu facebook’a koyacağı profil fotoğrafını çekmekle harcayan, hayatında galeri kapısından girmemiş, en büyük kültürel aktivitesi sevgilisiyle sinemaya gitmek olan, kitap okumayı çok sevdiğini söyleyen ama bırakın bir romanı, sabah gazeteleri bile okumayan, şarkı söylemek isteyen ama ne nota ne bir enstrüman çalmayı bilen, zavallı kadın ‘cık’ lar...ve onların ağzının içine bakan, kadın diye bunları kollarına takan, çok güzeller diye peşlerinde fino köpeği gibi gezen onlardan da zavallı adamlar...

    ve bu adamlara eskaza dönüp bakmak gibi elzem bir hataya düşen biz yarım akıllılar. kız arkadaşım, müstakbel karım, ya da nikahlı karım diye bu tarz kadınlarla seneler geçirmiş bir adamın hayattan ne gibi bir beklentisi olabilir ki? bu tarz erkeklere dikkat etmeyi öğrenmek, kendimizi korumanın önemli bir yolu. çünkü bu akılsız süs bebeklerinden tatmin olabilmiş bir adam, sizin de sadece güzelliğinizin peşinde olacaktır. güzelliğiniz onu tatmin ettiği sürece varlığınızın bir değeri olacaktır. artık o görselliğe ve fiziğe sahip olmadığınızdaysa, daha genç ve tercihen maksimum düzeyde akılsız biriyle değiştirileceksiniz. çünkü bu adamı zekanızla zaten oldukça yormuş olacaksınız.

    bırakın bu adamları, bir de kendi yaşadıklarınıza bakın. hayatta hiçbir hobisi ve dünyayla hiçbir kavgası olmayan, üretmeyen bu kadınlarla yıllar geçirmiş bir adamın kendi de çok matah olmayacaktır. istediği kadar gizlemeye çalışsın, bu adam en kibar tabiriyle ‘gönlü düşük’ biri olacaktır. hiçbir şey öğrenemediği, kendisine hiçbir şey katmayan bir kadınla birlikte olmaktan mutsuzluk duymayan bu adam, ne kadar başarılı, paralı, hoş, kültürlü vesaire gözükürse gözüksün, kumaşında kalitesizlik olacaktır. uzaktan saten gibi duran ama elinize aldığınızda kötü dikişli polyester kumaştan yapıldığını fark ettiğiniz ucuz bir elbise olacaktır. ve “ne olacak canım belli olmuyor” diye giydiğinizde üzerinizde ne kadar iğreti durduğunu anladığınız bir kostüm olacaktır. her ne kadar bir çok alımlı kadın ucuz elbiseyi taşımayı başarsa da, kaliteli elbise sadece kaliteli kadına yakışır.

    herkesin seçimi kendine. ama ben sadece yaşadıklarımdan değil gördüklerimden de anladım ki, böyle adamlara artık saygı duyamıyorum. zaten hiçbir zaman duymamıştım ama artık tahammül dahi edemiyorum diyeyim. yanıma da hiç yakıştıramıyorum. bu adamların listesinde, kolunda olmak istemiyorum. hayatta aklını sadece kadınlığını kullanmak için çalıştırabilen bu zavallılarla hiçbir ortak noktam olsun istemiyorum. çünkü ben bundan çok daha iyisini hakediyorum.

    biliyorum içinizden “aman sen de, etrafta sanki çok adam var da bir de böylesini bulacağız!” diyorsunuz. bulmayın. bırakın, varsa öyle biri o sizi bulsun. çünkü gerçekten varsa öyle biri, ne kadar bekleyecekseniz de beklemeye değer. seçilen değil seçen, ailesiyle tanıştırdığı, arkadaşlarının arasına soktuğu insanın kim olduğuna, ne olduğuna, ne konuştuğuna, ne yaptığına önem veren, dikkat eden, güzel bir resme bakmak için değil güzel bir resim yapmayı öğrenmek için yanına kadınını alan, o mumla aranacak adam varsa o gelsin. yoksa da gönlü düşüklere gönül düşüreceğime, ömür boyu yalnız kalmayı tercih ederim. nasıl olsa başucumda beni avutacak bir inci aral’ım, ipod’umda interpol’um olur.'
  • " tuğba dural >= sine büyüka >> burcu esmersoy "

    yaz okulunda nasıl delirdim dergisinden , temmuz'10 sayısı.
  • bırakın saçlarını, bıyıkları bile uzasa yakışır.
  • ortalamaya vursak 2 haftada bir gibi saçlarını dalgalı yapıyor. genelde dümdüz görüyoruz saçlarını. saçları dalgalı haldeyken ve boynunu da biraz ortaya çıkardığı zaman resmen adamı kilitliyor. yani genelde gördüğümüz halinden (bence) çok daha güzel birisi. bence onun yanında -güzellik olarak- burcu'nun esamisi okunmaz.
  • kendime çok yakıştırıyorum kendisini. benim böyle şeylerde kalbim temizdir hadi bakalım. ismail şenol da olabilir ama onun için.
hesabın var mı? giriş yap