• önemli, gerekli ödüllerin, karşılıkların ahlaki açıdan adil olarak, doğruluğu kanıtlanabilir bir şekilde dağıtılması. çoğunlukla eşitlikle aynı anlamdaymış gibi kullanılır ama değildir.
  • (bkz: ilahi adalet)
  • (bkz: sosyal atalet)
  • (bkz: ütopya)
  • küresellesmeden sonra dünyanin en önemli sorunlarindan biri haline gelen ve üzerinde uzun uzun düsünülmesi gereken bir konu. küresellesme bu topraklara ugramadan önce de bize tanidikti bu sorun ya. sosyal adalet insanlara, farkli sosyal ve ekonomik siniflardan gelmelerine ragmen, esit ekonomik/sosyal sanslarin ve olanaklarin sunulmasi anlamina gelen bir kavram. bu kavram genellikle gelir dagilimi esitligi/esitsizligi gibi agilaniyor, ancak gelir dagilimi sosyal adaletin unsurlarindan yalnizca bir tanesi. sosyal adalet; acligin, yetersiz beslenmenin, iyilesebilir hastaliklarin, erken zamanli (bebek ölümleri) ölümlerin önlenmesinin yanisira, kisilerin okuma-yazma ögrenme özgürlügüne ve olanagina, siyasete katilma özgürlügüne, düsünce özgürlügüne sahip olmalari gibi temel hak ve özgürlükleri de kapsayan bir kavram. dolayisiyla sosyal adaletin saglanmasi icin toplumda önce egitimde firsat esitliginin saglanmasi, cinsiyet ayrimciliginin önlenmesi ve fakirlikle mücadelenin yogunlastirilmasi gerek ki insanlar baslama sartlarinin esitligine ulasabilsinler. geldikleri aileden, dogup büyüdükleri sehirden/ülkeden yani kendi gecmislerinden gelen bir avantajdan dolayi degil, onlara esit olarak sunulmus hak ve olanaklari kendi beceri ve yetenekleri ölcüsünde kullanip toplumda yer edinebilsinler. sosyal adaletin saglanmasi tabii ki vergi ve transfer politikalarini akilci, adil kullanan bir devletle mümkün. develtin rolünü sosyal devlet olmaktan cikartan küresellesmenin, toplumda yaratilan esitsizlige verebilecek bir cevabi yok. sosyal siniflar arasinda yaratilan ucurumlarin nasil kapanacagina dair bir cevabi yok. bu cevabi türkiye'de dogudan batiya göcenler, avrupa'da afrika'dan ispanya'ya gecmek isterken yolda bogulanlar veriyorlar.
    literatur demokrasi ve sosyal adalet arasinda siki fiki bir iliski oldugunu söylemekte. ben, sosyal adalet saglanmadikca demokrasinin gerceklestirilemeyecigini düsünüyorum ve hep o örnegi veriyorum. batman'da dogmus ama bulasik yikamak, tarlada calismak istemeyen, yalnizca resim cizmek isteyen bir kiz... iste sosyal adalet bu kizi alip ressam yapacaktir, demokrasinin ihtiyaci olan birey haline getirecektir. oysa yerlesmesini bekledigimiz demokrasi bir türlü bu kiza ulasmiyor. bireyler kendi secimlerini yapabilme, kendi hayatlari icin özgürce karar verebilme, özgürlükleri icin bedel ödemeden kendilerini gerceklestirebilme olanagina/yetisine sahip olurlarsa, adaletten söz edilebilir sanirim. iste dünya bu yüzden adaletsiz bir yer...
  • küreselleşme ile sadece bir kısmı yakalanabilen konsept. fakat şu doğrudur ki, küreselleşme ya da kolonileştirme* ile dünya gelir dağılımı konusunda boka sarmıştır ve elbette gelir dağılımı bu kadar adaletsiz iken sosyal adaletten bahsedemezsiniz. genel bir sosyal adaletin kapitalist ekonomi ile gerçekleşemeyeceği de aşikardır zira branko milanovic in tanımı ile, mainstream görüşün opennes is good for you doktirini -ekonomi açısından düşününüz- üçüncü dünya ülkelerinde gelir dağılımını allak bullak etmektedir.

    tek başına gelir dağılımı sosyal adaletsizliği açıklayamaz fakat gelir dağılımındaki eşitsizliklerden doğan sonuçlar sosyal adalet kavramını açıklamakta öncülük eder. nedir bu sonuçlar peki? demokrasi mesela. ekonomisi kötü olan bir ülkede, demokrasi ile hak ve özgürlüklerin mükemmel bir şekilde halk tarafından özümsenmesini bekleyemezsiniz ve aynı zamanda devletinde bu konuda atılımlar yapabileceğini bekleyemezsiniz. ay sonunu zor getiren insanlar için, özgürlükler ikinci plandadır ilk önce sığınma ve yiyecek gelir. dolayısı ile, gelir seviyesi haricinde sosyal adalet konusunda insanlardan zaten talep gelmez. yine gelir dağılımında adaletsizlik uç görüşlere kaymalarda etken olur. eğer insanlar bu hayatta umutlu değilseler, umudu diğer hayatta ararlar. hiçbir şeyleri olmayan varoş çocukları olmak yerine, bir şeylere tutunmak isteyen varoş çocukları olurlar ki bunlar genelde dindeki veya milliyetçilikteki uç görüşlerdir ve bu da ayrımcılığı körükler dolayısı ile azınlığın temel hak ve özgürlükleri sekteye uğrar.

    gelir dağılımı eşitsizliğinin ve ekonomi bağlamında yaşanan krizlerin etkileri çoğaltılabilir ve bu bizi daha önemli bir mevzuya getirir. sermayenin etkisi devlet üzerinde bu kadar ağırken, dolayısı ile sosyal devlet pahalı iken ve hatta seçilenler bu kadar basiretsiz iken aklıma bir soru geliyor. sosyal adalet, statukonun ve devletin ve hatta gücün mutlak ellerde olduğu bir sistemde gerçekleşebilir mi? hele ki devletiniz ayrımcılığı körüklüyorsa? eğer emperyalist bir ekonomiye ve aynı zamanda sosyal devlete sahipseniz evet çoğunluğu memnun edebilecek oranda gerçekleştirebilirsiniz. fakat türkiye gibi ülkelerde bu hayli zor. dolayısı ile,
    daha fazla bilgi için;
    (bkz: anarşizm)
  • ortada bir miktar ödül ve belli sayıda insan varken, ve paylaşım için hiç bir kural yokken,
    insanlar ödülü nasıl paylaşırlardı ?
    bu soruya verilebilecek en iyimser cevap sosyal adaletin tanımı olurdu herhalde. ama ben pek o kadar iyimser değilim.
    eminim o insanların her biri, ödülün en fazlasını kendine ayırmak isterdi. içlerinden en güçlü ya da en uyanık olanı istediğini alırdı. her zaman diğerlerine göre daha güçlü daha uyanık birileri olurdu.
    herkese yetecek kadar çok ödül olduğunda bile, en güçlü olanı, ödülü kendi kontrolünde dağıtarak kendine ekstra güzellikler sağlamak isterdi. en basitinden egosunu tatmin ederdi.
    bir insanı "en güzelini kendine ayırmaktan" ne alıkoyabilirdi? ben cevabını bulamıyorum.
    insanın içindeki "karşısındakinin iyiliğini isteme duygusuna", insanın bencilliğine inandığım kadar inanmıyorum.
    fiziki şartların dağılımında bir homojenlik sağlamayan doğa veya tanrı, insanları da eşit olmayan yeteneklerle donatarak, bu adaletsizliklere çanak tutuyor gibi. ve biz doğaya veya tanrıya rağmen insandaki hangi duyguya güvenerek sosyal adalet beklentisine giriyoruz onu merak ediyorum.
  • namı değer "güleryüzlü ciddi" vedat günyol 'un anlatmış olduğu müthiş bir örnek vardır sosyal adalet için, paylaşmak istiyorum:

    *
    hümanizma, bir öğreti değil, bir tutumdur sadece, bir düşünce tutumu. hiçbir önyargıya kapılmadan, salt aklın ışığı, yüreğin sıcaklığıyle eğilmektir, insanı saygıya lâyık görerek, insanı ilgilendiren her konuya.

    ağabeyim fahir anlatmıştı. bir pazar günü, babamla birlikte (kırk elli yıl önceleri), caddebostan dolaylarında geziye çıkmışlar. o günlerde caddebostan semti, kıyı boyundaki o yüksek duvarlarla çevrili, bolluğun, uşaklı halayıklı zengin yaşantılarının birer öbeği olan seyrek kodaman köşkleri konakları; şurada burada, yol kenarında birden karşınıza çıkan, bahçeleri renk renk çiçeklerle donanmış, bir katlı, iki katlı şirin villalar dışında, yaban otlarıyle kaplı geniş arsalarıyle, yarı yarıya bir çöl görünümündeydi.

    babamla ağabeyim, tek katlı, sarmaşıklarla kaplı güzel bir villanın önünden geçerlerken, daha on sekizini bulmamış olan ağabeyim durmuş, bir süre villayı seyretmiş, sonra ağzının suları aka aka babama: «bu ev bizim olsaydı,» demiş, kira evlerinde ömür çürüten, kışları bir tek sobanın yandığı, ana baba, kardeşlerin tıkış tıkış oturduğu odalarda, ders çalışma olanağı bulamayan, bulamadığı için kendini yiyen binlerce gencin özlemini yansıtırcasına.

    babam, abdülhamit zorbalığının baskısından kurtulmak için kapağı paris'e atan binlerce gençten biri olan babam, ağabeyimin bu özlemini insanca, insanlıkça bir doğrultuya kaydırmış şu yanıtıyle: «bu ev bizim olsaydı değil, bizim de böyle bir evimiz olsaydı demelisin.»

    bu ince ayrıntı üzerinde düşünürüm nicedir. başkasının malında gözü olmakla, başkası gibi, başkaları gibi insanca yaşama özlemini duymak iki ayrı tutumun ifadesidir. «bu ev bizim olsaydı değil, bizim de böyle bir evimiz olsaydı» sözünün altında şu özlem yatıyor bence: sosyal adalete dayanan bir toplum kurulsun, bizler de (bizim gibi bütün yurttaşlar da) bu toplumda, alnımızın akıyle, hak ettiğimiz yeri alalım özlemi ve istemi.
    ...
    *

    vedat günyol, devlet insan mı?, sf. 130-131, çağdaş yay. istanbul 1974.
  • bir ülkenin vicdanın temiz ve serin olması için gereken başlıca unsur. umarım birazdan yazacaklarım ajitasyon ve/veya zenginlik düşmanlığı olarak anlaşılmaz. anlatacaklarımda hepimizin olduğu kadar benim de suçum var. ne yazık ki sosyal adaletin ülkemde olmamasında değişen oranla hepimiz suçluyuz. bu vicdan rahatsızlığı ile yazıyorum;

    ''iki ay önce hastaneye bir adam geldi. oldukça kilolu görünüyordu, bir tahmin yapmam gerekirse 120 kilonun üstündeydi. adamcağızın üstü başı bakımsız hatta kirliydi. ne yazık ki yürüyemiyordu ve bundan da acısı kendisinin bir tekerlekli sandalyesi dahi yoktu. fakat o bunu; pazarda görmeye alıştığımız meyve sandıklarından derme çatma bir sandalye yaparak ve sandalyesine bisikletlere eklenen küçük üçüncü ve dördüncü tekerleri ekleyerek aşmaya çalışmıştı. tahtanın sertliği ise minderle çözülmüştü. elinde sonuçları ile kendisini getiren yakınını bekliyordu.

    halbuki tıbben bu adamın bası yaraları oluşmaması için özel tekerlekli sandalyelerde oturması, havalı yataklarda yatması, cilt bakımının yapılması, kendisinin temiz tutulması gerekiyordu. maalesef o bunların hiçbirine sahip olmadığı gibi bildiğimiz tekerlekli sandalyelerin arka tekerlerinin büyük olmasından kaynaklanan hasta tarafından hareket ettirilebilir ve yönlendirilebilir bir elzeme bile sahip değildi. kendi başına hareket edemez, yönünü değiştiremezdi. o tamamen başkalarına bağlıydı. en temel hakkı; özgürlüğü kısıtlanmıştı.

    bunu gördükten iki ay sonra antalya'ya aileme ziyarete geldiğimde lara tarafında bir alışveriş merkezine ulaşmadan önceki son durakta ard arda üç tane 250 milyar civarında (fiyatlarının böyle olduğunu bir arkadaşım söyledi) olan jiplerden gördüm. ajitasyona düşüp bakın bir tarafta tekerlekli sandalye bulamayan fakirler öbür yanda yüz milyarlık arabalarla pişti olan zenginler var demeyeceğim. biliyorum ki tam bir sosyal adalet imkansız. yine biliyorum ki bu ülkede birilerinin hep lüks arabaları olacak, birileri de yoksulluk çekecek.

    ama benim derdim inanın ajitasyon yapmak değil. derdim tam olarak şu; milyarlık jiplerin birbirinden farklı olmayan alternatifleri var. mesela 150 milyara da jip alınabilir. zannedersem bu 150 milyarlık jip ile 250 milyarlık jip arasında araziye yönelik bazı teknik farklar olsa da (ki bu araçların off-road kullanılmadığını biliyoruz) lüks, konfor, getireceği statü açısından pek fark bulunmamaktadır. peki neden onlar 150 milyarlık arabaları değil de 250 milyarlık arabaları tercih etmektedirler? bu neyin çabasıdır?

    sosyal adalet açığı kimlerin işine geliyor? kimler bu açığın bu kadar açılmasına göz yumuyor gerçekten bilmiyorum. ben kimsenin arabasının peşinde değilim. ben sadece alınamayan üç kuruşluk tekerlekli sandalyenin peşindeyim. o gün, o adamın altında bildiğimiz bir tekerlekli sandalye olsaydı ben bugün o üç arabayı zerre kadar önemsemeyecektim. ama bir yanda hareket özgürlüğü olmayan t.c vatandaşları diğer yandan yüz milyarları arabaya veren t.c vatandaşları oldukça benim içim hep acıyacak.''

    kısaca demem o ki; benim 21. yüzyılda sosyal adaletten beklediğim; imkanlardan (sağlık, güvenlik, eğitim, hukuk, özgürlük) yararlanan son %1 ile ilk%1 arasındaki farkın azalması değildir. son %1'lik kesimin söz konusu imkanlardan yararlanma düzeyinin toplum olarak vicdanımızı rahat tutacak bir seviyeye gelmesidir. varsın o seviyeden sonra zengin daha zengin olsun. beni hiç mi hiç ilgilendirmez.
  • maddi kaynakların ahlaken haklı görülebilir bir biçimde dağıtılması.genellikle eşitlik kaygısıyla yapılan bir tarafgirliği ifade eder.
hesabın var mı? giriş yap