• biçimsiz bir arsa parçası üzerindeki 23 daireli apartmanımızın yöneticisiyken dört yıllık bir süreç boyunca uğraşıp binayı 48 daireli modern bir bina halinde yeniden inşa ettirmek.

    bu süreç boyunca bizden maksimum payı koparmaya çalışan ve "iki oda neyinize yetmiyor" diye çemkiren kıro müteahitten, beş meteliksiz olarak binaya talip olup, numarası ortaya çıkınca beni yeraltı dünyasında ünlü biri olan dayısına vurdurtmaya kalkan çulsuzlara; apartman içinde gözü doymayan ve hep daha fazlasını isteyen, ben beş kuruş kazanmazken arkamdan müteahhitten komisyon isteyen komşulara, bir kadının yöneticiliğinde kararlar alınmasını erkekliğine sığdırmayan anadolu kaplanlarına, "annemi neden üzdün, bıçağımla kapındayım" diyen komşu oğluna (ki bu çocuğa ben ingilizce dersi vermiştim küçükken!) kadar bin bir akıl almaz olayla başetmek zorunda kaldım. bütün bunları yaparken de sabahları dersanede ders verip, akşamları da çeviri yaparak para kazanmaya çalışıyordum. buna rağmen dört ay boyunca mimarla birlikte çalışıp komşuların istek ve beklentilerini mimarın gerçekleştirmesi için aracı oldum, ki çizimden ölçümden filan anlamam.

    sonunda eskisinden daha büyük dairelerle, modern bir binayı sağ salim tamamlayıp teslim aldık. teslim imzasını atmadan anten ve internet tesisatına kadar her ayrıntıyla ilgilendim, her lekeyi düzelttirdim.

    benim bu işten kârım ne oldu derseniz, babadan kalan kırk yıllık daireyi yenilenince iyi bir fiyata sattım ve bir daha o komşuları görmemek üzere oradan ayrıldım.
  • 2003'te dsi'nin düzenlediği serbest yüzme yarışında kendi yaş kategorimde 3. olmuştum. madalyam kayıp ama gururum taze!

    (4 kişi katılmıştı. bok gibi yüzen bir insanım.)
  • sene 93, ilkokulda dershaneye gidiyorum anadolu lisesi sınavı için. 200 kişide hiç ilk 100 e giremedim. gerçek sınavda 4-5 bin kişi vardi il genelinde; 36. oldum. gerçekten garip bir başarı.
  • aa pilleri elime aldığımda dolu veya boş olduğunu anlamam bir başarı sayılıyorsa, tam olarak bu. yarım saat kadar önce yine oldu bu. mouse çalışmamaya başladı. pili değiştirmek için çıkardım. elimle tartmadım bile. elime alır almaz "ama bu bitmemiş ki" diye düşünüp geri taktım. gerçekten bitmemişti. yeşil ışık yandığına göre azalmamış bile.

    sonra aşırı yoğun mouse kullanan bir insan olarak, bitmiş diye kenara aldığım 20 kadar pilin bir kısmını elimle kontrol ettim. 8 tanesini kenara ayırdım. kenara ayırdıklarımdan denediğim 5 tanesi çalışıyordu. diğer gruptan denediğim 5 pil ise çalışmıyordu. demek ki duygusal bir bağ var. hazır bu kadarını anlatmışken bir de anımı anlatayım.

    993 senesi. nadir başarılarımdan bir diğeri olan olan okuma yazmayı 3 yaşında öğrenmemin üzerinden 3 yıl geçmiş. harfleri okumayı bırak, susam sokağına senaryo yazacak duruma gelmişiz. anaokuluna gidiyoruz tabii. bizimkiler de bana hiç oyuncak almazdı. 2000 yılında dondurmadan playstation çıkana kadar oyuncaksız büyüdüm bildiğin. hatta kuzey kalesi denen bir şeytan icadı hayatımda derin izler bırakmıştır tam bu yüzden (bkz: #35729633). neyse, anaokulundaki oyuncaklara kıtlıktan çıkmış gibi saldırıyoruz. kafam kadar parçaları olan legolar var ve legolarla bir şey yapmanın imkanı yok, zira halihazırda yapılmış olarak veriyorlar sana. tuğla gibi, çatıya koysan durur, o derece kafam kadar legolar. biz de napalım, lego olması sadece bir inanç meselesi olan sekize sekiz renkli küplerle death star yapacak değiliz. nakliye işine girmişiz. oyuncak kamyon kasasına koyup taşıyoruz blokları ordan oraya. aslında hedefim galericilik veya rent a car'dı. sonuçta en az vasfı o gerektiriyor ama nail diye dişsiz bir pezevenk bütün arabaları sahiplenmiş, bize de nakliye işi kalmıştı. ırak sınırından eroin taşır gibi bir ciddiyetle vazifemi eda ediyordum.

    sonra nasıl olduysa örtmenin elinde küçük bir el feneri gördüm. o zamanlar en sevdiğim şey (ve elimdeki tek oyuncak), yapımını dedemden öğrendiğim bir pilli lamba. 2 tane orta pili üst üste koyup, bant varsa bantlayıp, yoksa elle sabitleyip, altından ve üstünden bir tel parçasına temas ettirmek ve ucuna küçük bir ampul tutarak ampulü yakmak. neyse, saldırdım el fenerine. örtmen pilinin bittiğini iddia ederek çalışmadığını gösterdi ama ben dinlemiyordum tabii. elinden kaptım aleti. hemen pilini çıkardım. 7/24 pilli lambayla oynayınca insan pillerin dilinden anlıyor mudur nedir, bir şekilde pillerden birinin bitmediğine kanaat getirdim. diğer pil bitmişti. sonra örtmenimiz bu sapıkça çıkarım karşısında şaşırınca, yeni pille ikisini de denedik. dediğim gibi, pillerin birinin bitmiş, diğerinin bitmemiş olduğunu görünce hepten şaşırdı. ben de kendimle gurur duyuyorum tabii. feneri de çarptım bu arada. no more pilli lamba diyerek feneri adeta sevinçten götüme sokup bedenimin bir parçası haline getirecektim. hatta rahatlıkla söyleyebilirim ki, hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum. en azından akşam peder bey beni almaya gelene kadar en güzel günüydü diyebilirim. arabada vaziyeti heyecanla anlatıyorum tabii. sonra ne olduysa peder bey bir hiddetlendi. sanki büyük atalarımız ark of the covenant'ı taşıyan yahudilermiş de, ordan elde ettikleri özel güçlerle pillerin bitip bitmediğini anlıyormuş, bunu da nesiller boyu saklamışız ve tanrıyla yaptığımız covenant nedeniyle saklamak zorundaymışız gibi feneri alıp camdan fırlattı. karlı bir gündü amınakoyim, dün gibi hatırlıyorum. ben ne olduğunu anlamayıp south park karakterleri gibi şaşkınlık içinde olan biteni izliyorum. bir yandan da "heralde büyük bir kabahat işledim" diye düşünerekten salak salak espriler yapıyorum. mesela 82 evler diye bir olgu vardı bizim oturduğumuz yerde. "82 evlerde 82 tane ev mi var ehe" gibi esprili salak sorular soruyorum ortamı yumuşatmak için. 2-3 bayram önce niye o gün öyle bi şey yaptığını babama sordum. hatırlamadığını söyledi.

    ben o günden sonra durmadım tabii. elime geçen her pili elimle tartmaya başladım. ağırlık gibi bir his bu. ağırlığı fark ediyormuşum gibi geliyordu elimle tarttığım zaman ama bir gün gizlice babamın bakkallık dönemlerinden kalma tartıya koydum, boş pille dolu pil aynı ağırlıktaydı. bir ilginçlik vardı. sonraları pilleri ağzıma doldurmaya başaldım. genel olarak bizimkilerden, okuldaki öğretmenlerden falan düzenli dayak yediğim için (bkz: #37381112) stresli bir çocukluk geçiriyordum. stresle baş etmenin yolu ise ağzıma pil doldurmaktı. 3-4 tane aa pili ağzıma doldurup deli gibi oynuyordum ağzımda. bir kere yine pilleri ağzıma doldurmuş, salyalar saçarak takılırken anneme yakalandım ve feci dayak yedim. ne var ki, dayak yedikçe coşuyordum. salad fingers'ın elini sürekli paslı zeminlere değirmesi gibi, pillere dokunmadan rahat edemiyordum. misafirliğe gittiğimiz yerlerden falan ufak ufak pil çalmaya başladım. bunları bir poşette toprağa gömüyordum çünkü pillerle oynamam yasaktı. her şey yasaktı zaten amınakoyim. pil de bunlardan biri olmuştu. sonra nasıl olduysa o saplantıdan kurtuldum. sokağın sonundaki arsada 50 ila 100 arası pil toprağa gömülü kaldı ve üzerine apartman dikildi. hala memlekete gittiğimde o sokağa gidiyorum ama eski heyecan yok tabii. belki benim piller toprağın altında duruyordur. belki de insan medeniyeti bir savaşla falan yok olduktan milyonlarca yıl sonra evrilen yeni bir tür, toprağın altındaki bu pilleri bulup, bağdat pillerini bulmuş gibi şaşıracak.
  • ilk paramı kendi müziğimle kazandım, tek bir şarkımla. 250 lira gibi küçük bir meblağ da olsa bu sonuçta işin ilk ayağı, katlanarak gidecek bu miktar biliyorum. her daim üreten, vizyonundan vazgeçmeyen ve tek bir amaç uğruna yaşayan bir insan olmak bazen çok güzel. acele etmeden, emin adımlara, sadece sabır, sabır, sabır.
  • hayatım boyunca soru sormayı çok sevdim.
    en saçmasından, en zorlayıcısına, en eğlencelisinden, en felsefisine...

    kendime yıllar önce iki tane "soru kitabı" almıştım. bir günlük gibi ancak içinde sorular var, cevaplarını kendince yazıyorsun. bir tanesi çok kaliteli, bir tanesi de çok tırt ama nasıl tırt anlatamam.
    tırt olandan başladım, üç gündür işten arta kalan zamanlarımda dolduruyorum.
    "arkadaşlar" ünitesine geldim.
    soruya bak soruya "eğer bir fırsatın olsaydı en yakın arkadaşlarından hangisi ile yatardın?" yazdım cevabımı. sonraki soru "eğer bir fırsatın olsaydı yakın arkadaşlarından hangisi ile evlenirdin?" onun da cevabını yazdım.

    beynim avrupa birliği üyeliğini bile reddetmiş bir moderniteye sahipken, ayağımız ortadoğu'da malum. ölür kalırız; defteri geride kalanlar okur. allah var, yakın erkek arkadaşlarımın hiçbirine ne duygusal ne cinsel bir yoğunluğum olmadı. zaten olsa arkadaşım olmaz, gerekeni yaparım. yine de "ben buna kadın kankalarımı yazacağım" dedim.

    aradan bir gün geçti. soru cevaplamak değil ki benim işim, soru sormak. tüm kankalar kakara kikiri eşliğinde oturup türk kahvelerimizi içiyoruz öğle arasında. kitaptan ve sorulardan bahsettim ve "cevap verin lan, hangimizle yatıp, hangimizle evlenirdiniz?" diye sordum.

    benim sistalarım 3'te 3 yapıp, bir saniye düşünmeden benimle yatacaklarını söylediler. nasıl bir gurur anlatamam. canım kadın kankalarım.
  • 2014 yılında iki erkek arkadaşım kendi aralarında hangimizin ayağı daha güzel tartışması yaparken benim fikrimi de sordular. ben de ayağım güzel diye bir iddiam yok ama ikinizin ayağı da leş gibi benim ayağım sizinkilerden daha güzel dedim. sonrasında daha da sinirlenen iki arkadaşım bu sefer benim ayaklarımı boklamaya, kendi ayaklarının daha güzel olduklarını iddia ettiler.

    sonrasında üçümüzün de ayaklarının fotoğrafını çekip anonim olarak 3 kişiye ayaklarımızın fotoğraflarını atıp puanlama yapmalarını istedik ve bingo!!!!

    ayaklarım 3te 3 tam puan alarak birinci seçildi.

    evet arkadaş grubunda tescilli güzel ayaklara sahibim.
  • lisede matematik hocasına korkumdan trigonometri formülü ispatladım. lisedeki en büyük başarımdır.
hesabın var mı? giriş yap