• bittikten sonra "suspiriayı izlediniz" diye bir yazı çıkmıştı. en çok orasında korktum
  • filmin oyunculuk dışında bir problemi de son derece basit diyaloglarıdır. kazık kadar karılar çocuklar gibi konuşur, birbirlerine dil çıkarır, alay eder.

    işin aslı şudur: dario'nun yazdığı senaryoda bale okulundaki öğrencilerin hepsi 12 yaşındadır ve diyaloglar da buna uygun biçimde yazılmıştır. filmin yapımcısı salvatore argento bu kadar kanlı bir filmi 12 yaşında çocuklarla çekerse asla gösterime sokamayacağı konusunda oğlunu ikna eder. dario okula kabul yaşını 12den 20ye çıkarır ama senaryoyu aynen bırakır. filmi bu bilginin ışığında izlenirse bunu destekleyen ayrıntılar yakalamak mümkün. örneğin dekorlar o kadar büyük ki oyuncuların hepsi içinde çocuk gibi duruyor.
  • dünyanın en gudubet yaratıklarının, yaşlı alman karıları olduğunu bir kez daha ispatlayan canım luca guadagnino'nun son filmi.

    filmin en güzel sekanslarından biri açılış sahnesi. o el portreleri kadrajdan akarken suspirium’un hüzünlü bir bilgelik taşıyan melodilerini duymak cidden keyifli.

    ayrıca, 1977 yılında filmin ana karakterlerinden, dansçı susie'ye hayat veren jessica harper, bu filmde de psikiyatrist dr. klemperer'in eşi anke karakteri olarak çıkıyor karşımıza. minik, tatlı bir detay.

    şimdi gelelim filmimize:

    --- spoiler ---

    öncelikle filmde ciddi anlamda hikaye örgüsü kopuklukları var. örneğin filmin başında bizi karşılayan patricia, ‘coven’ın elinden kaçmış gibi görünüyordu. sonra kendisinden bir daha haber alamadık. filmin bitimine yakın ise öğrendik ki meğerse, shelob'un ininde makreme yapılan frodo misali mahzende bekletiliyomuş bunca zamandır. ayrıca filmin başında gözümüze gözümüze sokulan, patricia'nın psikiyatristte unuttuğu ve yönetmenin uğursuzca zoom yaptığı çantadan hiç bir cacık çıkmaması da can sıkıcıydı.

    susie'nin önceki çiftlik hayatına ve ailesine ait flashback'ler de daha derli toplu ve vurucu bir şekilde verilebilirdi. "kim kimdi, nerede ve niçindi?" anlayamadık. o kısımlar çok serra yılmaz ve ıslak köpek performansı gibi kalmış. (bkz: serra'nın dostları)

    susie'nin provada, madame blanc'ın bahşettiği hediyeyle baş dansçı olmak için dans ederken, zavallı olga'nın kapana kısıldığı stüdyoda, susie'nin her kol kaldırışında veya ihtiraslı vücut deviniminde, üç harfliler tarafından adım adım "tuvalette kur'an yırtan kız"a dönüştürülmesi; tutkulu bir dansın işkence ve cinayet aracı olarak kullanılması ise şahaneydi. ömrümde rahatsız edici bir çok şey izledim; ama en sonunda işemeli-sıçmalı kas spazmlarına dahi yol açan bu eziyet güzellemesi, cidden alkışı hak ediyor.

    filmdeki ana hikayeyi oluşturan cadı lore'una ise daha çok değinilmeliydi. 3 mother hakkında daha çok şey bilmek, hikayeyi anlamamıza da yardım ederdi. helena markos karakteri, cadı dünyası içindeki hizipleşme, madam blanc'ın kime sadık olduğu havada kaldı. mother suspiria'nın boynu vurulan blanc'ın kafasını singer dikiş makinası ile yerine oturtup oturtmadığı da merak edilenler arasında.

    mother suspiria'nın, dehşet'in vücut bulmuş hali olarak ,son ayinde, lider seçiminde , markos’un tarafını tutmuş olanların ‘olacak o kadar tokat efekti’ ile beynini uçurması da filmin eğlenceli sahnelerindendi. zaten son ayin ve topluluğun seyircilere sunduğu dans gösterisi, filmin estetik açıdan en rafine kısımlarını oluşturuyor.

    cadı meclisinden en sevdiğim karakter ise; olayların nasıl boka saracağını önceden sezdiği; veyahut sadece o sabahki poşe yumurtası istediği kıvamda çıkmadığı için kendi boynuna bıçak saplayarak feci şekilde milletin kahvaltısını piç eden, psycho banu . (bkz: çılgın bediş)

    ve cidden, tilda swinton'ın, piramitlerin müteahhitliğini de yapan bir alien race'e mensup olduğunu kabul edebilir miyiz artık? topluluk olarak akşam dışarı çıktıklarında, kutlama yemeğinde herkes sohbet ederken madam blanc'ın susie'nin gözlerine baktığı ve sigarasından bir fırt çektiği sahnedeki bakışı muazzamdı. filmdeki, birbirinden oldukça farklı fenotipteki; madam blanc ( orta yaşlı bir kadın), dr. klemperer ( oldukça yaşlı bir erkek) ve helena markos ( çürüyen pis kokulu bi jöle) karakterlerini canlandırması ise kendisi için eminim son derece zevkli bir challenge'tır.

    film vizyona girmeden, dr. klemperer karakteri için cast listesinde, ısrarla lutz ebersdorf adlı bir oyuncunun ismi yazmaktaydı. tilda'nın bu karakteri de canlandırdığı dedikodusu yayılmaya başlayınca, röportajlarda tilda'ya yöneltilen bu konudaki sorulara, defaatle doktor karakterinin lutz ebersdorf tarafından oynanacağını söylemişti. halbuki burda bir kelime oyununa başvuruyor sevgili tildamız: hayali oyuncunun soyadı olan eber-, almancada, yabandomuzu(swine) ve '-dorf' da kasaba (town) anlamına gelmekte, iki ismi birleştirince sözde aktörün soyisminin ingilizce'de swinetown--swinton olarak okunması ise oldukça muzip.

    son olarak, ankara'da bohemian rhapsody’e gitmek niyetiyle geldiğimiz büyülü fener'de, bu filmi görmemizle fikir değiştirmeme vesile olan ve dr. klemperer'ın tilda swinton olduğu iddaasına önce götümle güldüğüm, sonra imdb'den açıp gerçekleri göstererek beni aydınlanmış bir dumura çeviren sevgili dostum özge'ye teşekkürler! luca'nın çantacıları olarak yönetmenin sonraki filmlerinde görüşmek üzere hoşça kalın, sağlıcakla kalın!
    --- spoiler ---
  • başından sonuna hitchcock'a referans veren korku fantezisi:

    genç kıza her gün bir miktar uyku ilacı (sonradan zehir olduğu anlaşılır) verilir: notorious.

    yarasa saldırısı: the birds.

    profesörü ve udo kier'i yukarıdan, tanrının bakış açısından göstererek izole eden çekim: north by northwest.

    kameranın lambadan (tavandan) doğru devinerek genç kıza yaklaşması: notorious.

    ansızın bıçakla saldırı; meçhul bir el genç kızın boğazını keser: psycho.

    ölümün diğer adı ucube helena marcos'un yatağının çukur formu: psycho.

    bale okulunda kurtçuklar tavanarasından musallat olur (çürüme, ölüm, tiksinti hitch'teki gibi hep yukarıdan gelir). bu, dine dönük bir saldırı mı? semavi dinlere göre tanrı da gökte yaşar en nihayetinde, öyle farz edilir. (tersine çevirelim: tanrı her yerdeyse şayet, suspiria'da da kötülük her yerdedir!)

    bunlar birer saygı duruşudur. suspiria'da muhakkak başka hitchcock referansları da var(dır). ayrıca onun birçok filminde hitchcockvari olan öyle veya böyle tekinsiz mizansenin ruhuna çöreklenmiştir.

    argento'nun bu filmi çekerken aklında sadece hitchcock'un olmadığı periyodik izlemelerden sonra daha iyi anlaşılıyor. yıllara yayılan izleme sürecinde, suspiria'daki diğer referansları şöyle tespit ettim:

    cinsel yönden özgürleşen genç kızların ölümü (picnic at hanging rock).

    marcos öldükten sonra eşyaların hareket etmesi (exorcist).

    duvarlarda çizikler ve deliklerin oluşması (repulsion).

    yaşayan ölüler. mesela öldürülen genç kız dirilmiştir ve palyaçovari bir sayko'ya dönüşmüştür (romero'nun zombi filmleri).

    helena marcos öldükten sonra fallik yapının yanmaya başlaması, yıkılması, yardımcıları ve avanesinin de ölmesi hadisesi masallarda ve pek çok korku şöleninde yinelenmiştir ve günümüzde de sürmektedir bu garip şölen.

    daha da referans vardır muhtemelen gözümden kaçan.

    yıllardır eleştiririm giallo takımındaki yönetmenleri; argento'yu da öyle. fakat suspiria'ya özel bir ilgim var, gizleyemiyorum! bayılıyorum bu filme. (her yıl mutlaka izlerim)
  • 1977 ile 2018 yapımlarının hikâyenin kaba hatları dışında bir benzerlik, ortaklık aramaya gerek yoktur, zira 2018 yapımı yeniden çevrim değil, nazire sayılabilecek bir esinlenmedir.

    ilk filmdeki technicolor'ın cıvıl cıvıl muhteşem renkleri ikinci yapımda kasvetli bir renk şemasıyla değiştirilmiş. bu da yönetmenle senaristin cadılık, kötülük, insan doğası üzerine giriştiği pek de iç açıcı olmayan sorgulamayla ilişkili olsa gerek. ilk filmdeki çağdaş cadılar teması ikincide de korunmuş. ancak ikinci filmde bu cadılık, iyilik kötülük meseleleri almanya özelinde avrupa'nın yakın tarihinden olaylarla karşılaştırılmak istenmiş; yönetmenin bu karşılaştırmada ne kadar başarılı olduğu tartışılır bir konu, ama pek çok yerde seyirciyi ters köşeye yatırışını takdir etmek gerek.

    kör gözüm parmağına olmasa da liliana cavani'nin il portiere di notte'siyle luchino visconti'nin la caduta degli dei'sine göndermelerde bulunan bölümleri/sahneleri var, spoiler verir durumuna düşmemek için ikinci gönderme için uzun bıçaklar gecesi deyip geçiyorum. bu aynı zamanda yeni kuşaktan bir italyan yönetmenin ustalarına bir saygı gösterisi. keza en kokmaz bulaşmaz dinibütün gruplardan olan amish'lerin yapımının hikâyesine katılmasının da sebebi bu sorgulama. amerikan yapımı olup da amish'leri konu alan filmlerin çoğunluğunun yine benzer sorgulamalar yapan kara filmler ya da polisiyeler olduğunu belirteyim.

    bu sorgulama meselesindeki aksaklıklar bir yana 2018 yapımı, bir kez başladıktan sonra -kopukluklara rağmen- kendini seyrettirmeyi başaran bir film. başroldeki tilda swinton'un rol seçimlerinin de bu sorgulama meselesiyle ilintili olduğunu tahmin etmek zor değil. filmin kafamda bıraktığı sorular, kötünün ve iyinin tanımlanması üzerine ağır bir tartışmanın başlangıcı olacak şekilde dönüp duruyor. günümüzün en önemli felsefi soruları arasında bunun hâlâ yer alması da ayrıca düşündürücü değil mi?

    ek: 2018 yapımının sonlarındaki cadılar arası hesaplaşma sahnesinin prodüksiyonunun, filmin geri kalanının -aslında dört dörtlük sayılmayacak olan- prodüksiyonundan açık ara geride olması, karakterlerin ağzından açıkça "paylaşılan sanrı" olarak tanımlana dinlerle ahlak öğretilerinin propaganda malzemesi olan, bizdeki samanyolu tv'nin o ahlaki öğütler veren fantastik dizilerine benzemesi de bir beceriksizlikten ya da ihmalden ziyade bu janrla dalga geçmek üzere yapılmış bir tercih olarak düşünülebilir.

    -bundan sonrası spoiler içerir-

    dahası 1977 yapımında iyi insanların kötü cadılara galip geldiği final yerine, 2018 yapımında aslında kimin ve neyin, kime ve neye karşı galip geldiğinin pek de belli olmadığı bir finalin tercih edilmiş olması da bu tartışmanın ne derece kesin bir cevabının olabileceğine dair bir başka gösterge.
  • bunu sinemada izleyen 32 ki$i kalp krizi sonucu ölmü$tür..
  • korku sinemasında renklerin etkin kullanımına yönelik bir ders niteliğindedir.. filmin çekildiği yıllarda technicolor metodu maliyetli olduğu için kullanımdan yavaş yavaş kaldırılmaktadır.. hatta roma yakınlarındaki technicolor fabrikası kapatılmış ve kullanılmış kameralar bir köşeye atılmıştır.. bu sırada argento hemen devreye girer ve bu filmdeki renk kontrastını (özellikle kırmızı renkte) başka hiçbir aygıtın veremeyeceğini bildiği için yalvar yakar edinir bu kameralardan.. işte özellikle dans okulunun koridorlarının kadifemsi canlı renklerini bu technicolor etkisine borçluyuz.. bu vesileyle italyan sinemacılarının estetiğe olan tutkularının önünde saygıyla eğilmek isterim..
  • bülent somay'ın bir makalesinde adı geçtiği için merak saldığım, araya araya zor bulduğum, bulduğuma bulacağıma pişman olduğum korku filmi (öyle diyolar) bir korku filmi klasiği olmakla birlikte, aslında korkutmayan bir film. hani hapşırığınız gelir ama bir türlü hapşıramazsınız; filmi izledikten sonra aynı öyle birşeyler hissediyorsunuz işte.
  • korku filmi enflasyonunun yaşandığı son yıllarda, mide bulandıran gerzek hollywood teen slasher'ları ve japon fantastik korku sineması denen gudiklikten kendini sıyırabilen şanslı bünyelere ilaç gibi gelecek kült dario argento filmi.

    diyalogların ortalama bir korku filminden daha kötü olmaması bir yana, sadece sinematografisiyle bile gore türünü sevmeyen birini kendine aşık edebilir bu film. ayrıca bir oturuşta ard arda iki kez izlediğim ender filmlerdendir. bu da yetmediği gibi, dimağımda kalıcı bir yer etmiş, ha diyince sayabileceğim ender kalbur üstü korku filmlerinin arasında bütün ihtişamıyla yer alımıştır: nosferatu, psycho, the shining, night of the living dead ve suspiria...

    bir de anım vardır bu filmle ilgili. araya serpiştirelim:

    fi tarihinde, dünyalar tatlısı bir kıza kendi çapımda kur yapmaya çalışıyorum ama tahmin edebileceğiniz gibi ekseriyetle saçmalıyorum. kızcağız da cin gibi maşallah. neyse, sonra birden şöyle bir diyalog gelişiyor:

    dtk*: geçen gün bir korku filmi izledik. çok eğlenceliydi. (ahanda film muhabbeti, hemen döktüreyim)
    ben: adı neydi?
    dtk: eeaaoo... neydi yaa? (al işte! izlediği filmin ismini bilmeyen insan modeli. ama olsun, yerim onu ben)
    ben: suspiria mı? (o an nerden aklıma geldiyse, demiyorum çünkü ha diyince aklıma gelen bir film olduğunu yukarıda yazdım:)
    dtk: aaa? evet nerden bildin? suspisio.. (yaaa işte bizde böyle. sen bilsen daha neler var bende heh heh. lan ne suspisio mu??)
    ben: suspisio mu? puuhhhaaahahhhaaoooorrrggghhhh. suspisio dedi ya! (ehehe salağım benim... ulan çok mu ezdik kızcağızı?)
    dtk: suspaso?! susprso?! amaaaan! neymiş adı? (aah canııım)
    ben: suspiria suspiria. benim en sevdiğim filmlerdendir... hede hodo... (sıç batır).
hesabın var mı? giriş yap