• çok güzel bir kurguya ait olan film adeta bir starlar geçidi. nicole kidman, meryl streep, julianne moore, ed harris, claire danes, jeff daniels. kitabı yazan virginia woolf* 1920'li yıllarda önemli eseri mrs. dallowayi yazmaktadır. julianne moore, 1950'li yıllarda okumaktadır ve kitabın kahramanı mrs. dalloway 2000'li yıllarda yaşamakta olan meryl streep'tir. bu 3 kadının hayatları çok ince bi şekilde işlenmiş ve mixlenmiş.. güzel ve rahat bir ruh halinde gidip görülesi bir filmdir. çok kasvetli ve karanlık olmasının yanısıra görsel efektleriyle insanı çok etkilemektedir. eve gidip intihar etmeyi düşünebilirsiniz, ben düşünmedim değil..
  • david bowie'nin hours adlı albümü çıktığında aşağı yukarı aynı duygulara kapılmıştım. şimşek hızıyla gelen bir epiphany -hadi aydınlanma diyelim-tecrübesiyle eşzamanlı gelişen bir hayranlık belirmişti içimde. hayatın sonsuzluğu, yükü bir -s takısıyla 3600 tik tak'ın bilmemkaç milyon katına eşitlenmişti birden.

    aynı duyguyu bu filmden de aldım. şahsen takıldığım bu hours kelimesi iki yerde çok güzel kullanılmış. bir, aids hastası karakter kendisi için düzenlenen partiye gitmek istemiyor, ama asıl derdi bambaşka. peki o partiden sonraki onca saatte ne yapacak? bir de sonda, virginia kendini sulara bırakırken...

    belki insanlık için küçük, benim için büyük bir detay.

    erkin koray'ın çok sevdiğim bir şarkısında dediği gibi:
    "işlemiyor gibi bu saat, çok sıkılmış belki dünyadan, çatlayacak sanki....duracak gibi bu saat."
  • time is ticking it makes me feel content, with what i have inside/see a family walking always thinking of being somewhere else in time... gibi bir ergenliim favori şarkısını dönderdi film bana. çok etkileyici, şiirseldi. uzun süredir kadınlara olan saygım erime trendinde idi.durdu, extremum noktasını buldu, yaşasın 2.türev, artık yükselişe geçti.

    filmle ilgili dünyaya kazandırmak istediim bir önerme de şudur ki. bence filmde virginia woolf'u ziyarete gelen küçük melek kanatlı şirin kız, filmdeki julianne moore'un çocukluğu idi, o küçümen zeki gözlerinin önünde gördükleri, ilerki yaşamında böle bir etki yapabilecek kudrette idi, ve ed harris'in oynadığı karakter gibi bir çocuk yetiştirmeye dalalet gibi..
  • kelimelerin kifayetsiz kaldığı, boğazımın düğümlendiği film. dünyaya sadece kadın gözüyle bakan kadın filmlerinden birisi olarak görüp önyargıyla gitmek korkunç bir hata olur. kanımca üç yerin, üç zamanın ve üç kadının içinde bulunduğu döngü ne yavaş, ne hızlı, ne de sığdı. ayrıca, anlatmaya kalkışıldığında sayfalara zor sığacak olan virginia woolf un daha çok "anlatılabilmesi" için daha çok "görünmesi" gerektiği sadece bir yanılgıdan ibarettir, ayrıca bu aşamada işin içine iki içiçe öykü daha girince takdir edersiniz ki on saatlik bir film yapılamaz.

    tüm oyuncuların oyunculuğunun tartışmasız dudak uçuklattığı bu filmdeki semboller, imgeler, göndermeler, vs. sayısızdır ve her ne kadar bunları daha iyi anlayabilmek için biraz olsun virginia woolf un eserleri ve yaşamı hakkında fikir sahibi olup filme gitmek daha iyi olsa da, yazar ve eserleri hakkında tek kelime bilmeyen izleyicilerin de olaya "fransız kalmayacağı" aşikardır elbette.

    film şahsi kanaatimce nefis olmuş. ne eksik, ne fazla, ne boğucu, ne de duygu sömürüsü. tam anlamıyla insana neye uğradığını şaşırtıyor.
  • virginia woolf kesiti'ne cok daha fazla yer ayrilmaliydi.
    bu haliyle bircok acidan oldukca yetersiz bir film aslinda agir ilerleyen ritmiyle.mrs.dollaway hakkinda bilgisi olmayan kisilerin filmdeki anahtar simgeleri yakalama ihtimalinin olmayisi filmin diger bir yetersizligiyle baglantili bir durum.-ki simgeler daha etkili bir sekilde kullanilmaliydi, daha genis ve aktif(pasif olmayan) bir alici icin-

    bir woolf havarisi olmama ragmen kidman'in o rolde oscar'i kazanmis olmasi pek zevk veren bi durum teskil etmedi bende,bu-kisisel anlamda- filmi daha basarili umarken, beklentinin aksini bana verdigi icin sahsimca yaratilmis ayaklari nesnellige uzak bir saldiri sanki. ve bir de ayrilmis 'sig' sahneleri kabullenememe.
    gerci oscar torenindeki ehveniser aday oydu ya..neyse.
  • richard karakterinin yarattigi derinlik ile anlam kazanan, egilim asilayan yapim.
  • asıl oscar'ı julianne mooreun alması gerektiğini düşündüren film.
  • izlenilmesi gereken şaşırtıcı bir film
  • ece temelkuran'ın izledikten sonra köşesine aşağıdaki alıntıyı koyduğu güzel film.

    "... mezlerse de olsun, ben zaten kendim için yapıyorum... hıh! gelmedikleri zaman bununla kandıramazsın kendini: 'beğenmezlerse de olsun'muş! çok kötü olursam dışarı çıkarım o zaman. peki o zaman masadaki tabakları kim toplayacak? döndüğümde orada olurlarsa korkunç olabilir. o zaman çok daha kötü olabilir. belki de hiç eve gelmemeli. artık dağılarak bitmeli. hayır, kafamı toplamalıyım. toplamazsam başkaları toplamaya gelebilirler. onlar gelebilirler. o zaman konuşmak gerekir. ya konuşamazsam? ağlayabilirim ve duramayabilirim. acaba tabaklara uzun uzun bakarsam... boş masaya bakma şimdi! kötü oluyorsun. kafamın içinde bir ses mi var? dışarıdan gelmiş de olabilir. olmayabilir de. ya büsbütün delirirsem? büsbütün delirirsem o zaman beni bir yere kapatırlar. bir yere kapatırlarsa beni ölebilirim. ölsem ne olur acaba?
    sakin! sakin! geçecek. ya yemek iyi olmazsa? niye kötü olsun ki? tuzu koydum mu? niye bu kadar tedirginsin? tuzu unutsan ne olacak ki? sen zaten kıymetlisin. kıymetli misin? niye kendime bunu yapıyorum ben? durayım. durayım. bi' dakka, bi' dakka... sevmeyecekler seni, yalnız bırakacaklar, bir sürü yemekle tek başına kalacaksın. yemekleri çöpe atmak çok kötü bir fikir, bu seni öldürebilir. yenilmeyebilirim. hiçbir şey olmamış gibi yapabilirim. yapamam. bugün değil. bugün yapamam. gelmeliler, yoksa ölebilirim. giyinip süslenirsem kendime gelebilirim. aynadaki bu büyüyen şey ben miyim? denizanası gibi büyüyen. belki de zaten delirdim, farkında değilim. bu yemek olmasın. ne kadar önemli olduğunu anlamayacaklar. anlatamam ben de. telefon edeyim, gelmesinler. ne diyeyim? bir şey diyemem. belki de onlar gelmeden ölürüm..."
  • - kucuk ve empatik maykil'in bu filmdeki icler acisi durumu insanin kalbini lime lime eder.
    - moore, kidman, streep yarismasi vardiysa bariz sekilde moore kazanmaliydi. streep ve kidman oynuyorlar ama onlar oynarken biz hep onlarin oynadigini farkediyoruz/seyrediyoruz. oysa moore oynarken yasatabilcek kudrette. ama sezarin hakki sezara nevrotik rolunu iyi oynuyor kidman. belki de rol yapmiyor. (bkz: eyes wide shut)
    - kidman'in tren istasyonunda bagirarak sergiledigi, en kotu durumdaki ruh hastasinin bile kendi sagligi uzerinde soz sahibi olmasi gerektigi fikri tabi daha sonra 1960-80 yillari arasinda hayli gelisen client-centered therapy'nin mujdecisi rolunde olsa gerek.
    - biraz da amerikan toplumunun lezbiyenlige bakisinin sergilenmesi amacinda gibi olan bir film. 1941 ve 1951'de bir kadinin lezbiyenliginin dusunulmesi bile onlara korkutucu geliyorken 2001'de bir kadin partneriyle rahatca nyc'de oturup, kizi partner ile bulasiklari kurulayip dostluk yapabiliyor. bu da gayet normal karsilaniyor sanki gibi. tabularimizi astik biz bu cagda diyorlar (oysa orasi nyc). oyle degil mi genclik? kurtulduk di mi, diiliz homofobik diiliz di mi telkinleri...
    amerika'nin geri kalanini homofobiden kurtarmak icin mi kurgulandi bu film (veya bu kitap). hmm artik bircok urunun hedef kitlesinde genis yer kaplayan zengin homoseksuellere urun satma pesinde olmasin yoksa film endustrisi artik? uc cok pahali yildizi biraraya getirmek bosa bir yatirim olmasa gerek...
hesabın var mı? giriş yap