aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • wolfgang petersen'in director's cut versiyonu ve sinemalarda gösterime giren theatrical version arasında ciddi farklar olan, vizyona girişinin 20. yılına yaklaştığımız epik film. bu entry'de iki versiyon arasındaki temel farkları listelemek istiyorum.

    öncelikle vizyon versiyonundan sonra director's cut'ı seyrettiğiniz zaman gerçekten neyin gişe yapacağını iyi bilen bir elin filme dokunmuş olduğunu görüyorsunuz. vizyon kopyası 2 saat 43 dakika iken yönetmen kopyası 3 saat 16 dakika uzunluğunda. yönetmen kurgusundan vizyon kurgusuna aktarılan filmdeki farklılıkları birkaç başlık altında yazacağım.

    tempo

    bence vizyon kopyasındaki en önemli nokta, filmin temposunun arttırılıp, epik bir destan anlatısına çok da zarar vermeden filmin seyirciyi duygudan duyguya sürüklerken aksiyonu da hiç eksik etmeyen bir gişe filmi olmasına özen gösterilmiş olması. neredeyse her sahne director's cut'a göre daha hızlı akıyor ve bazı replikler ve bakışlar kurguda tıraşlanmış. dikkatimi çeken birkaç örnek;

    henüz filmin açılış sahnesinde adeta tarkovsky'nin stalker'ı gibi bir köpek ve onu takip eden bir kamera ile açılan filmden bu sahne komple atılmış. köpeğin bir savaş alanında ölülerin arasında gezip, kan revan içindeki ölüleri koklaması ve bazılarını yalamasından sonra iki ordunun birbirine doğru yürüdüğü sahne, vizyon kopyasında direkt olarak birbirine yürüyen iki ordu ile açılıyor ve daha sonra "en iyi savaşçılarımızı bire bir dövüştürelim ve bu iş böyle kapansın"'a bağlanıyor.

    hektor ve paris'in truva'yı temsilen menelaus'un mekanına misafir oldukları eğlence sahnesi epey tıraşlanmış. gerek eğlence kısmı, gerek sohbet kısmı, gerek sonrasına paris'in helene'i yiyişi oldukça hızlı bir kurgu halinde sunulmuş. böylece hikaye kurulurken film seyirciyi hiç baymıyor. ayrca bu sahnenin director's cut versiyonunda menelaus hektor'a "she is a lioness" diyerek bir kadın sunmaya çalışıyor ancak hektor "evde hanım bekler dayı" diyerek tam da evinin erkeği düzgün adam olduğunu filmin başında gösteriyor. hektor'un evine ailesine ve vatanına bağlılığını film boyunca zaten sayısız kere göreceğimiz için belli ki tempoyu hızlandırmak adına bu diyalog da atılmış.

    aynı mekanda hektor'un sabaha karşı helene'in odasından adeta bir keraneci gibi çıkan paris'i kenara çekip "bana bak zampara, barışı bozacak bir hareket yaparsan suratını kafatasından kazırım" dediği sahne de kendine vizyon versiyonunda yer bulamamış.

    yönetmen kurgusunda yunan ordularının truva sahilini bastığı sahnede akhilles'in tüm ordulardan önce çıkarma yapıp allah ne verdiyse sağı solu biçmeye başladığı sahnede agamemnon'un gemisindeki askerler "süülo süülo" pardon "akhilles! akhilles!" diye tezahürata başlıyorlar ve agamemnon "kral burdayken akhilles kimin iti oluyor da tezahürat ediyorsunuz ula gavatlar" dercesine askerlerine pis pis bakıyor. bu sahne atılmış. ayrıca ajax'ın truva sahiline yol alan gemide "ben ajax'ım en büyük benim ulan" naraları attığı sahne de uçurulmuş.

    truva sahili çıkartması sahnesi genel olarak oldukça hızlandırılmış ve akhilles'in önderliğindeki myrmidon'ların bir an önce apollo tapınağına ulaşması sağlanmış, çok daha hızlı akan bir kurgu elde edilmiş. tapınakta hektor ve akhilles'in diyalogları tıraşlanmış ve azaltılmış.

    sahil çıkarmasının gecesinde truva'nın ölülerini yaktığı, kadınların kötü oyunculuklarla ağıt yaktığı bir sahne var. o sahne de vizyon kopyasında kullanılmamış.

    hem truva'lıların hem de agamemnon ve nestor önderliğindeki yunan'ların savaş stratejisi toplantılarındaki replikler azaltılmış ve "seyirciyi bir an önce savaşa ve aksiyona doğru yönlendirelim arkadaşlar" yolu izlenmiş.

    akhilles'in hektor'u öldürdüğü sahne oldukça hızlandırılmış ve tempo katılmış. director's cut versiyonunda hektor tüm sülalesiyle eşiyle dostuyla vedalaşıp aşağı inene kadar akhilles'in bağırmaktan nerdeyse sesi kısılacak. zaten bir süre sonra bağırmaz oluyor. vizyon versiyonunda ise kısaltılan repliklerle yine bir an önce aksiyona geçiliyor.

    finalde truva atı ile surların içerisine sızan yunan ordusunun truva'yı yerle bir ediş sekansı da director's cut'da oldukça uzun kanlı ve zalimken, vizyon versiyonunda hızlıca olup bitiyor. mesela vizyon versiyonunda salak salak yobazlıklarıyla ve kehanet düşkünlüğüyle savaşı kaybettiren danışmanladan birini "ben tanrı'nın hizmetkarıyım, bana dokunmayın" derken kaleden aşağı atıyorlar. bu sahneyi vizyon versiyonunda görmüyoruz.

    finaldeki baskından kurtulup kaçmayı başaran briseis, helene ve paris'in tırmandıkları ida dağından truva'nın yanışını gördükleri bir sahneyi görüyoruz director's cut'da, vizyon versiyonunda bu sahne de yok.

    daha birçok örnek verilebilir. tempoyu hızlandırmak adına atılan çok replik var. özellikle sahnelerin director's cut'a göre "sadede gel" düsturuyla daha erken kesildiğini görüyoruz. boş muhabettleri tıraşlamışlar. mesela paris truva atını yakmalarını isterken "father burn it" diyor ve vizyon versiyonunda paris'in iplenmediğini ve atın şölenlerle içeriye alındığını hemen görüyoruz. director's cut'da ise neredeyse 1 dakika daha atı alsak mı almasak mı diye tartışıyorlar. ya da ne bileyim, hektor'un karısı, hektor'u akhilles ile dövüşmemeye ikna etmeye çalışırken 7 kardeşimi savaşta kaybettim falan diye çocukluğunu anlatıyor. bu replikleri de duymuyoruz. tıpkı agamemnon'un priam'ı öldürüp geçtiği sahnenin director's cut'ında priam'ın hemen ölemeyip "masumlara dokunmayın" diyip agamemnon'un "kimse masum değildir hacı" vs muhabbet ettiği anlari duymadığımız gibi. bazı sahneler ve anlar da cringe görünüyor diye atılmış belli ki. brad pitt'in bu filmin her karesinde kendinden ve oyunculuğundan nefret ettiğini açıkladığını okuyup şaşırmıştım. malum brad pitt her haliyle karizma. ancak director's cut'da bir sürü komediye kaçan kasıntı duruş, bakış ve hareketleri var. herhalde onları kastediyordu. vizyon versiyonunda olabildiğince bu anlar traşlanmış ve bunların hepsi tempoyu hızlandırmak ve bu sayede filmi daha izlenilir kılmak adına yapılmış.

    son bir not : hektor'un öldüğü sahnede priam'ın dövüşün sonunda drama queen adını feriha koydum'daki hazal kaya gibi bayıldığı cringe bir sahne var, izlerken kahkaha attım. mesela orayı da şutlamışlar. çok iyi olmuş.

    vahşet ve seks

    sanırım film 18+ alır da çokça seyirci kaybeder diye bu meseleye çok dikkat etmişler ve vizyon versiyonunda bir çok sahneyi kesmişler ya da hafifletmişler. yönetmen kurgusunda savaş sahneleri kan revan içinde, kollar bacaklar havada uçuşuyor. hatta sanırım bazı sahneleri kurguda düzeltmek yerine bir edepli bi de dirty şekilde iki kere çekmişler. mesela akhilles yönetmen kurgusunda final sahnesinde briseis'i kurtarırken ona musallat olan askerin kafasını zart diye uçururken vizyon kopyasında sadece boğazını kesiyor. ya da apollo tapınağının önünde bir askerin bacağını uçurduğu sahne de vizyon kopyasında yok. ajax denilen ayıoğlu ayı director's cut'da elindeki hammer ile dehşet saçıyor, truva sahili'ni kana buluyor ancak vizyon kopyasında aynı vuruşları görmemize rağmen kan fışkırmalar minimum düzeyde. patroclus'un boğazının kesildiği sahne mesela. director's cut'da patroclus'un boğazı gerçekten paramparça kesilmiş gibi duruyor, efsane bir makyaj yapılmış. ananı avradını diyip boğazınızı tutuyorsunuz o derece. ama vizyon versiyonunda çok daha light bir çizgi kesik ile boğazında kan görüyoruz sadece. bu bilgisayar ortamında soflaştırılmış sanırım çünkü aktörün oyunculuğu bire bir aynı. sadece yaranın görünümü çok farklı.

    seks sahneleri ve çıplaklıkta da vizyon kopyalarında sansür uygulanmış. yönetmen kurgusunda akhilles'i ilk gördüğümüz sahnede iki kadınla yatakta yattığı görünüyor mesela, kadınların çıplaklığı çok daha net seçiliyor. ya da mesela paris helene'in odasına ilk girdiğinde helene elbisesini indiriyor ve göğüsleri en net haliyle karşımıza çıkıyor. ama vizyon kopyasında kamera göğüsleri görmeyeceğimiz şekilde köprücük kemiğinde kalmış. ya zoom girdiler ya da görüntüyü yukarı çektiler demek. diane kruger'ın en efsane halinin memelerinden mahrum bırakılmışız ki bu insanlık suçudur. öhöm neyse. aynı şekilde paris'in helene'e kolye taktığı sahnede iki cut arasında ciddi çıplaklık açıları farkları var. ya da akhilles'in briseis ile seviştiği sahnede vizyonda sadece öpüşmeleri ve sürtünmelerini izlemiştik. director's cut'da çok daha net bir sevişme sahnesi var.

    müzik

    müzik kullanımı konusunda da ciddi farklar var iki versiyon arasında. şunu çok net söylemek lazım ki vizyon versiyonundaki müzik editi ve kullanımı açık ara daha iyi. gerek sahnelerin içindeki anlara yükselmeler ve duraksamaların denk getirilişi, gerek doğru müziğin kullanımı olsun vizyon versiyonu çok daha etkileyici. özellikle sahil çıkartması sahnesinde director's cut versiyonunda müzik bitip bitip yeniden başlayıp adeta tarkan viking kanı filmini izliyoruz hissiyatını verirken vizyon versiyonunda harmoni çok yerinde. ya da efsanevi hektor akhilles kapışması o vurmalı drumlar ve sonrasındaki kadın sesinden ağıt olmasa bu kadar etkileyici olmazmış. director's cut'da bu sahnede sanki jedi düellosu yapılıyor gibi epik bir müzik çalıyor ki kesinlikle yanlış bir tercih olurmuş, neyse ki toparlamışlar.

    özetle bence director's cut daha realistken vizyon versiyonu daha epik ve gişe filmleri kodları taşıyan bir tarz benimsemiş. çokça arada kalmakla beraber, ömrüm boyunca sadece bir tanesini izleyebilecek olsam sanırım vizon versiyonunu seçerim. çok daha derli toplu ve iyi çalışılmış izlenimi verdiği için.
  • izledikten sonra "evet, muhtemelen gerçek troya savaşı böyle olmuştur" dedirtmeyi amaçlamış (bence tabii, yönetmenin kafasındakini bilemem haliylen) ve bunu sonuna kadar başarmış, son derece kaliteli diyaloglarla bezeli ve dünya üzerindeki en etkileyici şekilde anlatılmış savaş hikayelerinden birisinin ruhunu aynen beyaz perdeye aktarmış film.

    ama neymiş, hepimizin içinde birer dahi yönetmen yaşadığından olsa gerek, baktığı an şak diye “bu olmamış” diyebiliyor, filmin gerçek maliyetini hesaplayabiliyor, adı ilyada değil de "troy" olan bir filmi bahsi geçen destanla kıyaslayabiliyor, ve daha da ilginçtir ki filmdeki heykellerin çoğunun erken dönem kouroslarla kült heykelleri olduğunu ve o dönemde özellikle anadolu'da kullanıldığını bilmeyebiliyormuşuz (gerçi bir kısmı 600 yıl kadar ileriden sanıyorum hakkını yemeyelim, ve kitap okumak kesinlikle harika bir öneri, takdir ettim) da haberimiz yokmuş. engin mitoloji bilgisini hiç karıştırmıyorum, zaten detaylı yorum az sonra.
    başlıyorum kendimce anlatmaya, ne yazık ki sözlük büyük punto kullanmaya izin vermiyor ama ben yeterince açık olmaya çalışacağım merak etmeyin.

    1 (yazıyla bir)_ bu, ilyada destanının filmi olarak algılanmamalıdır. söylendiği gibi adı ilyada değil, troy'dur ve işe tanrıları, mitolojik öğeleri katmamak kanımca gayet bilinçlidir, risklidir ama şahane kotarılmıştır ve takdire değerdir. filmde o kadar çok mesaj, o kadar çok gönderme var ki zaten, yönetmenin neyin ne olduğunu gayet iyi bildiği son derece açık. (değinecektim değinmiyorum spoiler olgusu var, herkes okumuş olmak zorunda değil sonuçta destanı, efsaneleri. bir de ilyada'dan uyarladık demiş olmaları son derece doğal, çünkü bu savaşın anlatıldığı en detaylı yazılı kaynak zaten odur. ayrıca destanda ölümlüler arasında geçen tüm vurucu sahneler de yer almıştır; akhilleus-hector çarpışması, priamos-akhilleus diyalogları, hector-andromakhe bağlılığı, priamos ve ailesinin helen’e sergilediği takdir edilesi insancıl tavır… bunların hangisinin olmadığını söyleyebiliriz? söyleyemeyiz, çünkü fazlasıyla varlar.yahu, bitirilişi bile aynı mantıktadır?
    bir de, bunu hayatımda daha kaç kere söyleyeceğim bilmiyorum ama uyarlama dediğimiz şey, eserle bire bir aynı olmak zorunda değildir! bir film kişisel beklentiler ve hayal kırıklıkları sebep gösterilerek yorumlanabilir, ancak eleştirilemez. bir film, kendi çizgisi ve konsepti, yönetmenin bakış açısı, amacı ve ekibiyle birlikte bunu ne kadar gerçekleştirebildiği konusunda eleştirilebilir. eleştiri yapmak kolay iş değildir, çünkü vizyon ister. hele terbiyeyi bozup yönetmene ve emeği geçenlere küfretmeye hiç gerek yoktur.)

    troya savaşı, insanların yapmış olduğu gerçek bir savaştır. (en azından yapıldığı sanılıyor) tarihteki her savaş gibi herkesin farklı nedeni vardır birilerini kesmek için ve pek tabii çağının en büyük savaşlarından birisi olduğu için devleşmiş, destanlaşmıştır. içine mitolojik tanrıların isimlerinin karıştırıldığı hikayelerse, genellikle insanların kendi yedikleri haltları yüceltmeye çalışmalarıdır. (bu söylediklerim son derece insansı tanrıların olduğu hikayeler içindir, lütfen her mitoloji için algılanmasın) mitolojik hikayeler güzeldir, ancak işin gerçekçi yönünü de unutmamak gerekir. filmin üzerine kurulmuş olduğu temel de zaten bu gerçeklerdir. şöyle ki; troya savaşının başlarında canlarına okunan akhalıların memleketteki oğullarına "troyalılar bastılar kıçımıza tekmeyi" değil de, "troyalı askerlerin yanında tanrı apollon çarpışıyordu, o yüzden yeniliyorduk, aslında biz şahane askerlerdik" diye anlatmış olmaları çok daha mantıklı gelmiyor mu? akhilleus aslında bedenine ok, kargı işlemeyen bir adam değil de çok iyi savaşçıydı ve kimse yenemiyordu, bu yüzden de insanların abartma yetenekleri onun ününün böyle yayılmasına sebep olmuştu, nereden bileceğiz ki? yahut belki priamos kendi halkına "prensimiz paris bir tarafına hakim olamayan romantik salağın tekiydi" demek yerine "ne yapalım emir büyük yerden geldi, zeus emretti jüri yaptı, sonra aphrodite büyüledi oğlumu" demiş olamaz mı? ya da, "prensimiz korkak değildi, kendi kaçmadı aphrodite aldı götürdü, satamadan getirdi" demiştir? işte filmin bakış açısı bu. gerçekçi, olgun ve sağlam, ama mitolojik olgulara kapıyı tamamen kapatmayan. tanrıların adının şu anki günlük hayatımızda olduğu kadar geçtiği. (misal, akhilleus'un annesinin kehaneti, hizmetçiden çok bir pagan kadınına benzemektedir kanımca, yine akhilleus'un tanrıları hakkındaki yorumları vs.) ilyada'ya benzemediği yönünde acımasızca eleştirmekten önce yapmamız gereken şey, bu bakış açısının yönetmenin tercihi ve yorumu olduğunu kabul etmek ve yapıtı buna göre değerlendirmektir. troy, ilyada destanını değil, akhalı bir generalin açgözlülüğü ve ona yaltaklanan zeki ama çaresiz bir adamın* yüzünden yakılıp yıkılmış bir şehri ve o şehirdeki başlıca karakterlerin hikayesini anlatmaktadır. masumlar tanrıların değil, insanların politikaları uğruna ölmüşler ve savaşçılar bir gün isimlerini herkes bilsin diye kılıç, mızrak sallamışlardır. onların gözündeki ölümsüzlük olympos’a çıkmak değil, işte budur. zaten olympos’u birinci elden görüp anlatan da olmamıştır!

    2 (yazıyla iki)_ patroklos, haliylen akhilleus'un kuzeni değil çok yakın arkadaşıdır, o da usta savaşçıdır hatta eşcinsel bir ilişkileri olduğunu da söyler bazı mitologlar. ancak filmin genel yapısı içinde oturtulduğu çaylak kuzen rolü kanımca hiç de göze batmamış, aksine diğer türlüsü bu çizgideki bir filmi karıştırabileceği için gayet iyi olmuştur. ancak gayet bebek yüzlü ve cillop gibi bir delikanlıya oynatılmış olması da yönetmenin kurnazca bir göndermesidir sanki. nitekim, bir karakterin diğerinin arkadaşı değil de kuzeni yapılmış olması filmi topa tutmak için yeterli sebep değildir. yıllar sonra bir yönetmen çıkar, eşcinsel yapar ikisini. biri çıkar, işe tanrıları da katar. sen elli yaşında olup da "geçti bunlar benden, film seyretmem bu yaştan sonra" diyeceksen o senin sorunun. zaman ve şans meselesi yani, fani şeyler bunlar kızıp hakaret etmeye gerek yok.*

    3 (yazıyla üç)_ briseis, kassandra ve khyriseis mix yapılmışlar hafiften, ama yine filmle gayet bütünleşmiş farklı ve güzel bir karakter çıkmış ortaya. kişisel olarak ben de isterdim paris ve helen şehre girerken kassandra'nın saçını başını yolduğunu görmeyi, ama bu şansım hala var, ilyada'yı açmak ve hayal kurmak. zaten en güzeli bu değil mi?

    4 (yazıyla dört)_ şimdi akha değil de yunan denmiş olduğu için amerika'nın türkiye'yi hedef gösterdiği gibi bir düşünceyi içtenlikle tebrik etmekten başka çarem yok. ne olur önce şu sorulsun; yahu "akha"nın ne anlama geldiğini kaç tane amerikalı biliyordur? ayrıca olay türk-yunan düşmanlığına gidecekse, bizimkilerin de o binlerce yıl önce olmuş savaş yüzünden yunanlıları suçlayan yazıları, makaleleri hiç de az değildir. iş amerika'nın kendi sinemasını politik olarak kullanmasıysa, evet ben de unutmadım the two towers'daki nazi formasyonlu orcları, ancak bu kadar paranoya yapmak kanımca abesle iştigaldir, ayrıca gereksiz sinir mideye zarar verir. tavsiyem, süt için. (ya da bu okuduklarımdan sonra iyisi mi ben içeyim.)

    5 (yazıyla beş)_ şu herkesin diline dolanmış donanma sahnesiyle ilgili iki kelam da ben etmek istedim. tamam, o tarihlerde yunanistan nüfusu o kadar var mı ki bu kadar askeri, gemisi olsun, kuzeydeki ormanları yunanistan’a mı taşımışlar çaktırmadan dedirtiyor tabii ama bir de şu açıdan bakalım.

    yönetmensin. büyük bir fırsat yakalamışsın. muhtemelen kariyerinin en büyük bütçeli filmini çekiyorsun. hem de bin yıllardır insanların diline dolanmış, okullarda okutulmuş, hemen herkesin az çok duyduğu en ihtişamlı savaşlardan birini çekiyorsun. akıllarda yer etsin diye birazcık abartmaz mıydın?

    6 (yazıyla altı) _ biraz da karakterlerle oyunculara değinmek istedim kendimce, zaten çok konuştuğumu düşünenler bu kısmı atlasınlar.

    brad pitt : yani bir şey demeye gerek yok aslında. tepede kılıcını doğrulttuğu bir sahne var, kelimeler yetmez. tapılası. akhilleus'tan nefret ederdim ben halbuki. hormonlarım kurusun.
    eric bana: bir gün, hector'un tıpkı hayalimdeki kadar soylu bir şekilde bir şekilde beyaz perdeye aktarılacağını söyleseler inanmazdım, o derece fanatiğiyimdir kendisinin. ama olmuş işte. karakter olarak asla akhilleus'un gölgesinde kalmamış. andromakhe ve oğlu astyanaks'la çizdiği aile tablosu da çok güzel yansıtılmış. zaten bence destanın gerçek aşk hikayesi paris ve helen'inki değil, onlarınkidir.
    orlando bloom : romantik, idealist ve aşık. asla savaşçı değil. aşkı için savaşmanın romantik olduğunu zannedip bıçak gırtlağına dayanınca anyayı konyayı anlayan saftirik. nefis bir paris yorumu.
    sean bean: kendisi odysseus rolünde şahaneydi de, ne diye kumral yapmışlar bu adamı bilmem ki? ithaka kralı'ndan çok agamemnon'un genç ve yakışıklı kardeşi gibi gözüküyordu sanki. nolur bu adamın saç rengi hep sarı olsun.
    diane kruger: helene of troy'daki gibi soluk kesici olmasa da, güzeldi bence. eski bir balerinmiş kendisi. o beyaz kıyafetli haline bittim.
    brian cox: uzun boylu, sinsi agamemnon bildiğin adaleli barbar olmuş ama neyse. bir dahaki sefere.
    saffron burrows : destandaki andromakhe gibi endamlı, zarif, güzel bir kadın. eric bana’yla güzel bir uyumları vardı. beğendim.
    rose bryne : tam da o çağlarda tasvir edilen zarif ve kişilikli anadolu kızına benzemiş. onu da beğendim.
    peter o’toole : hani minare yıkılmış, mihrap ayakta derler ya aynen öyle. para toplayıp kendisi adına bir shrine yapsak? olur mu?

    son bir kişisel not. troy’un nasıl yıkıldığını, yakıldığını, çocukların surlardan atıldığını kısacası odysseus destanında anlatılan trajik yönlerini biraz daha göstermelerini isterdim. gösterseydiler de insanın her zaman insan olduğu, maddiyat uğruna birbirlerine neler yapabildikleri bir kez daha gözüksün, bütün o vurucu sahneler akıllarda yer etsin.

    son bir şey daha. (bu kez ciddiyim) filmin maliyetini göstermediğini düşünen arkadaşların ağır oyuncu kadrosuna, şehirlerde kullanılan malzemeye, zırhlara, silahlara, kalkanlara, chariotlara filan daha bir dikkatle bakmalarını öneririm. sonuçta hiçbir demirci ya da figüran wolfgang petersen’a gidip “abi akhilleus benim atamdı, bedavaya çalışırım senin için” dememiştir değil mi. söyleyeceklerim bu kadar. sabırla okuyan herkese teşekkür ediyor, küfredenlerden peşinen özür diliyorum.
  • prens hector: savaştan bi oyun gibi bahsediyorsun . yarın bu savaş yüzünden pek çok truvalı kadın dul kalıcak.

    aşil: onları kardeşin teselli etsin. başkalarının karılarını teselli etmede üstüne olmadığını duydum.

    böyle de tarihi bi ayar içeren enteresan, güzel, epik bir film.
  • van helsing rezaletinin ustune ilac gibi gelmi$, yaralarima merhem surmu$ her $eyi yerli yerinde film. oyuncularin hepsi cok iyi, rollerine pek guzel oturmu$lar. yonetmeni ve muzikleri de begendim. yani kisaca bu filmin sozlukteki van helsing ornegindeki gibi "ne bekliyordunuz ki film tarihi bir olayi anlatmayi hedeflemi$ bunu da yapmi$" gibi zirva savunmalara ihtiyaci yok. kendi ba$ina gayet tatminkar, tarihi de olsa tarihin tam ziddi da olsa.

    ozellikle dovu$leri, orjinal koreografilerinden dolayi begendim. artik 3d gucu sayesinde 100 milyon ki$ilik ordu yapmak kolay oldugundan ordularin ihti$ami beni o kadar etkilemedi. yine de ilgili sahnelerde kusurlar bulamadim, "aha burada 3d siritmi$" diyemedim her $ey gayet guzel blend edilmi$, goze batmayacak hale sokulmu$. kenarda hazir tuttugum, atip tutmak icin sakladigim "action istediniz i$te size action, kotu animasyon kalitesi olsa da, boktan konu olsa da, boktan oyunculuk olsa da film action vaadediyordu ve bunu verdi. bu yonetmen de zaten hep bu filmleriyle bilinir" entry'mi kullanmama gerek kalmadi.

    ha bu filmde beni rahatsiz eden bir $ey yok muydu vardi. karde$im threesome'dan threesome'a ko$an koskoca achilles, kalkti haminne karakterli, "beyim bilir" baki$li bir hatuna neden bu derece tutuldu, "hayatta bi huzuru sende gordum brusella" seviyesine kadar indi anlamak mumkun degil. zira film boyunca hatunun replikleri tamamen "yes", "no" ve bir cok bariz olani tespit (bkz: stating the obvious) cumlelerinden olu$uyor. achilles bu hatunda huzuru neden buluyor emin olamadim. du$undugum alternatifler icinde tek makul gelen sozkonusu hatunun 50 bin ki$ilik yunan ordusu icindeki yegane di$i olmasi oldu. o an tekelci zihniyete kufrettim, ya$asin nash equilibrium dedim.
  • sean bean'in izlediğim filmleri içinde canlandırdığı karakterin ölmediği tek filmdir.
  • güneşin batıdan doğduğu filmdir. söz konusu kara anadolu, deniz ise ege olduğuna göre güneşin denizin üstünden doğmaması gerekiyor hesaplarıma göre.
  • fikrimce brad pitt ve eric bana'nın dövüş sahnesi sinema tarihinin en iyi dövüş sahnesidir. gerek durum, gerek çekim, gerek estetik kusursuzdur.

    ''aslanlar ve insanlar arasında anlaşma olmaz''
  • her hatırladığımda sinirlerimin zıpladığı ve paris'e deli gibi sövdüğüm film. şu an bu entryi girmemin nedeni de ezel başlığında (bkz: #20480349) tekrar bu filmi hatırlamam oldu ve doğal olarak yine sinirlendim. hayatım boyunca izlerken en fazla küfür ettiğim film kesinlikle troy'dur. o paris denen götverenden o kadar çok nefret ediyorum ki artık orlando bloom'u gördüğümde aklıma paris geldiği için ister istemez orlando'dan da nefret eder haldeyim (orlando'nun çok sikinde ya) .

    uyarıcı bilgi: bu entrynin devamı ağır küfür içermektedir.

    şimdi ulan pezevenk göt veren sen ne tür bir orospu çocuğusun ki, sonuçlarını hiç düşünmeden helen'i kaçırabiliyorsun. sikerim senide, aşkınıda. ama sen o kadar cesaretsiz ve aç gözlü bir adamsın ki, ne şiş yansın ne kebap diye düşünüyorsun. maden o kadar çok seviyordun, o zaman al helen'i, sizi kimsenin bulamayacağı bir yere kaçır ve orada baş başa yaşayın. ama yok kızı alacan ve ona tacı takacan değil mi? var mı lan öyle dünya? sen ne kadar bencil bir oropu çocuğusun ki, "ama aşığııımm abiii" diyerek abinin, babanın ve hatta bütün halkının hayatını riske atabiliyorsun? sikerler öyle aşkı paris...

    hayır, hector'un da yapabileceği bir şey yok. sonuçta kardeşi atsan atılmaz, satsan satılmaz. paris godoşu önce helen'in kocasına artistlik yapıyor, (bu işler öyle karı kız tavlayıp, aşk şiirleri okumaya sonra da sikişmeye benzemez yavrum. adamı binlerce insanın ortasında sikerler) sonrada utanmadan abisinin ayaklarına kapanıyor (hani çok aşıktın lan? hani aşkın için her şeyi yapardın? adam gibi gebermeyi bilmiyorsun ama bütün ailenin ve halkının hayatını riske atmayı biliyorsun. buna cesaret edebilyorsun. aşkın için). hector'un da yapacak bir şeyi yok sonuçta hiç bir abi kardeşinin, ayaklarının altında ölmesine göz yumamaz. ardından bu da yetmiyor ve akhilleus ile kapışıyor. en nefret ettiğim sahnede budur zaten. dönemin en iyi iki savaşçısı, bir götverenin sevdiceği yüzünden birbirleri ile savaşıyor. hele hector'un öldüğü sahnede ( eric bana, öyle bir canlandırmış ki, hector'u en sevdiğim 5 film karakteri arasına rahatlıkla sokarım), sinemada az daha olay çıkaracaktım. ardından bu piçin yüzünden bütün truva yok oluyor. ulan amın oğlu esteban, senin yüzünden bütün bir ülke yok oldu. senin yüzünden her iki taraftan binlerce aşık ayrılmak zorunda kaldı. sen ne büyük bir göt verenmişsin. hector gibi bir delikanlı ile senin gibi bir godoşun aynı ana babadan olacağına ben ihtimal bile vermiyorum ya.

    hele paris piçinin yaptığı şeyi normal karşılayan hatta övenler var ki, siz karşıma çıkmayın oğlum. en son kızın biri "ay pariss'de ne kadar çok sevmiş. ne kadar cesurmuş", demişti ki kıza yumruğu yapıştırmamak için zor tuttum. hani karşımda bir erkek olsaydı kesin allah yarattı demeden dalardım. bak yine şekerim çıktı. neyse yeter bu kadar amcık ağızlı paris. senin........................................................
  • hakkı yenen, yabana atılan filmlerden. efsane çok güzel hikayeleştirilmiş. senaryo, müzikler, oyunculuklar, efektler, diyaloglar; her şeyin ayrı güzel olduğu bir film. hele hector'la aşil'in vuruşması ise sinema tarihine altın harflerle geçmiştir. böylesine geren bir başka dövüş sahnesi az bulunur.

    (bkz: unutulmayacak dövüş sahneleri/@saladze)
  • anladık ki yunanlılar o zamandan denize dökülmeye meyilliymiş
hesabın var mı? giriş yap