• mehmet ibiş'in, 2023 ocak ayında fark yayınları'na bağlı kırmızı ada yayınları'ndan basılan deneme kitabı. anlatı, deneme, insan ilişkileri, çağdaş dünya gözlem ve eleştirileri, düş kayıtları, yemek tarifleri, gezi notları, anılardan oluşmuş bir edebiyat kitabı. dağıtım ağı genişleyecek, ama ilk yaygın portal olarak kitapyurdu sitesine düştü.. yapıtı hakkında mehmet ibiş şunları söylüyor:

    "yazılar, on yılı aşkın zamanda birikti ve kendi kendilerine birleştiler. burada hem şefim ali nahit babaoğlu'na öykünme ve evlatlığına soyunma, hem dilciliğini paylaştığım kendi babama hediye, hem de meslek atam carl gustav jung'a benzeme çabası var [bakışlar, mayalar, tarihöncesi vs anılar, düşler, düşünceler]. bu kitap bir tür büyüme, erginlenme töreni. hem babalara sunu, hem babalardan bir kurtuluş (babayı öldürmek).

    basılı sayfalara yansımak veya çöreklenmek çok istediğim bir şeydi. hatta 2012 hıdrellezinde evdeki saksı ağacının altına kitap niyetine katlı kağıt koymuş ve o gün feyse şöyle yazmışım: "ben üstüme düşeni yaptım, şimdi sıra evrende." hemen 1 yıl içinde herhangi bir şey basılmayınca evren kelek attı sanmıştım. evren meğer unutmamış. ilk büyük ödülüm olarak, şapkadan tavşan çıkar gibi, hiç beklemez ve planlamazken 2015'te sinema çevirim yayınlandı: "bela tarr sineması çember kapanır". o benim dikili ağacım, ölsem de gam yemem yapıtım oldu. onunla bana ingilizce öğreten kadıköy anadolu lisesi'ne minnet borcumu ifade ediyor, ödemeye çalışıyordum.

    o kadar yazmış olmak yetmemiş, bitmemiş, hala arzu ve hayal vardı; kendi kitabım. o da şimdi gelmiş oluyor. 45 yaşlarıma kadar içimdeki yazma arzusu ve yeteneğine ihanet etmiş olma pişmanlığım vardı. bunu hep geçmiş zaman kipinde tanımlamak bir açmaz üretmişti: üzüntülü kımıldamazlık. bazı gerçek kişiler, dostlar ve büyük yazar marcel proust'un mezar gerisinden destekleriyle, durup durmayı bırakıp ufak ufak, kum kum tanesi biçiminde yazıp biriktirmeye başladım. ["en büyük korkularımız da, en büyük umutlarımız da gücümüzü aşan şeyler değildirler; zamanla korkularımızı yenebilir, umutlarımızı gerçekleştirebiliriz." m.p.] küçük öyküye yatkın olduğum söylenebilse de kurgu öykü ve roman yazmaya uygun olmadığımı varsaydığımdan vurucu cümle, sözlü öz, didişmeli fikir bildirimi ve düşünce üretimine yöneldim. şiire ilk başlarda hiç ilgi duymadığım ve kendimi şair görmediğim halde zaman içinde şiir üretimlerim de oldu. belki ileride onlar da kitaplaşır.

    son kitabımdaki kapak fotoğrafı benim, o içerideki yazılardan birinin fotoğrafı, bir de kitabın ismiyle bağlantısı var:

    kitabın kapağındaki ağaç incir. binanın kenarından çıkıyor, ama doğrudan taştan çıkıyor hissiyle umut (maya) doğuruyor. karaburun sazak köyü. o bakımdan, bu rum köyü bizim tarihöncesi ve varoluşsal suçluluğumuz. bir takım gerçel veya sanal referans noktalarıyla bakışlar üretmek, perspektif dokumak zorundayız, zorundayım. ona da fotoğraftaki çift sütun yardım ediyor. incir maya oluyor, anılarım anlamına kullandığım tarihöncesi ise taşlar, tüm coğrafya oluyor. bulutlar benim ilham perilerim, tüm destek kuvvetlerim. köşeden ufacık görünen mavi deniz de gerçek çözüm ve doyum umutları. ufak bir umuda karşılık kitabın genelini umudun rengi maviye gark ettim."

    sonradan fark ettim; ekşi sözlük profil fotoğrafımdaki siyah beyaz ikili, bakışlar, mayalar, tarihöncesi kitabının yazılarından "gürcü horonu"nun kahramanı altun teyze ve ben oluyoruz.

    ***
    kitaptan alıntılar:

    "yırtık dondan çıkan şeye arzu kalıntısı denir. sırıtır o, dosta düşmana gösterir sahibini."

    "kaybettiğimiz dr. mustafa, özellikle yarım kalan işlerinde görüldüğü kadarıyla yaşamda başarısız hissetmiş ve bir şeyin yukardan müdahaleyle anlamsızlığı ağartmasını istemiş olabilir. (...) pırıl pırıl bir beyin ve hayatın, sahibince bırakılması."

    "benim imanıma göre, her şey boş değil, hiç varolmamış gibi ölünemez. (...) intiharda bir çelişki vardır, ölse de hiç doğmamış olamayacaktır..(...) özüne kıyan hala kazançlı ölür. (...) ilk soluktan sonraki her soluk ve deneyim ister istemez kârı arttırır."

    "akıllı olan daha çok terler, daha çok utanır, daha çeşitli şeyler yaşar, daha kârlı olur."

    "intihar kendine, yaşama, anlam ve anlamsızlığa zamansız bir ağıt. (...) haklı bir tepki halindeyken dahi dozunda narsistik bir abartma var. (...) delirmek değil ama intihar narsist."

    "çok eşli veya eş aldatan erkekler haymatlos sayılır, durumları sanıldığından daha kırılgandır."

    "sevmek bir sevilmek sıfır.
    ama seven sıfır, sevilen bir.
    seven kendini sıfırlar, sevilen sevenle birlenir."

    "özel ilişkilerde nezaket, kibarlık, açıklık önkoşul olamaz. her şey gizli veya açık olarak masadadır."

    "anlaşılıyor, gerçek ilişki olanaksız ilişkiden daha zor. büyük oranda, ilişki sürdürmek ilişki bitirmekten zordur. bitiriş konuşması, pek çok yerde bitiremeyiş konuşmasına döner; oradaki havayı sever ve selamlarım."

    "her barışma, eski küsme nedeni tükürükleri yalamaktır. (...) ileride yeniden bozuşup tükürülecek de olsa silmişizdir. silmeyen barışmasın, barışan silemedim zannetmesin."

    "yaşamın gerçek olduğuna dair en önemli veri şimdidir. gelecek zaman da geçmiş zaman da şimdide yuvalanır, temsillenir, şimdide odaklanır. (...) düş aynı dün gibi hem vardır (var gibidir), hem de ulaşılmazdır, yoktur (yok gibidir). dün(ler) gerçekse düş(ler) de gerçektir, düşler gerçek değilse dünler de yaşanmamıştır."

    "biriktirdiğinin sadece şimdide-var-olan ve şimdi-yarayan kısmı gerçektir. ötekileri, işletilmeyen artakalanı anı veya plan tortusudur. akıl dahi öyle. dün yoktu, bugün var, yarın bir bunamayla gene uçar. akıl da düş gibidir. şimdiki aklım olsaydı sözü en sıkı gösterge: şimdiki aklım olsaydı değil sadece şimdiki aklım vardır."

    "batı zamanı biriktirmenin olanaklılığını deli gibi isterdi. (...) doğu da zamanı biriktirmenin tümden olanaksız olmasını isterdi."

    "azınlıklarımızı kaçırınca, yok edince ortada kalakaldık. bir büyük sorun da devlet ve toplum olarak alttan gelen fidanlara acımasız, sürekli biçen, tırpanlayan yapımız."

    "istanbul'un olmayan veya kaybolmakta olan ekolünün en iyi temsilcisi nesrin topkapı. çağdaşları seher şeniz ve tülay karaca'ymış. hala aşılmadı. daha 6 yaşında adana'da sahneye çıkıp gazino mühürlettirmişliği var."

    ["pateriça birinci köy", "pateriça ikinci köy". (...) ayrı isim peşinde değillerdi, oymaktılar. çoğalanlar kendine ayrı sıfatlar yakıştırıp, bütünle aralıklanma istemediler. neredeler şimdi? gitmişler...]

    "o dönemeç, o maya tutması zeytinliklerde karşılıyor beni. şu yaşlı durgun dinozorlar. iri kara kurşunlular hiçbir yere gidememişler. sabitliklerinden cesur. en eski zeytinler bütün urlarını şefkatle, çeki bilinciyle gövdelerine yapıştırmışlar."

    "suriye mültecilerini sofrayı daraltan, açıkgöz akıncı ve hazırcı görmüyor muyuz? kaçan, can kurtaran, hayat ve uygarlık arayandan önce... halbuki arap aynı zamanda bizmişiz, daha batı karşısında bizimkilermiş. (...) kaç kat, kaç tür biz varmış bizden içerü?"

    "ben sana evimizi o kadar sağlam yapma demiyor muyum? ne faydası var? komşularının her evi yıkıldıktan sonra? yurttan* kovulacak olduktan sonra. kara, yağmura, insansızlığa dayanacak evden ne anladım?"

    "[diyarbakır'da] 7-8 ailenin bir arada yaşadığı konaklar, ev kompleksleri varmış. onlara mazgana diyorlar. bakalım anlamını, kökenini bir yerden bulabilecek miyiz? (sözce'de mazgan ıssız yerdeki ev, içiçe odalardan dipteki, sokak arası arsa anlamlarıyla kayıtlı.) cahit sıtkı tarancı'nın evi mazgana değilse de mazgana olabilecek büyüklükte/nitelikte diye duydum."

    "birkaç yeni sözcük kapınca baştan başa iç taşlarımız, mozayiğimiz baştan şekillenmiyor olabilir mi? işte diyarbakır'ın yeni sözcükleri keçik (kız/güzel kız?) hançepek, mazgana, dengbej (deng: ses, bej: söyleyen = ses sanatçısı gibi bir bileşim). mardin'de de herkesin bilip benden sakladığı, bu yıla kadar bilmediğim abbara'yı öğrenmiştim. tokat'tan bana yadigâr akika, gıjgıj, eci ve ficenk kalmıştı."

    [fi tarihinde, bakırköy akıl hastanesi'nin serbest gezebilen delisi oradan geçen bir grup tıp öğrencisi arasındaki doktor adayından sigara ister. doktorcuk sigara vermeyip yok deyince, 'vardır, vardır..' der. doktor adayının arkadaşı takılır: "niye vermedin adama bi tanecik sigara?" "yoktu ki..." beriki: "vardır, vardır...]

    "bir sandviçe öğün muamelesi yapmak, insanlaşmada bir aşama, turistlikte ise başlangıç."

    "sis şiir esinliyor, bulut ve uçuşun esiniyse şüphe. kuşkucu korkunun öte ucu umut ve vaat ihtiyacı. kuşkucu süte doymamış bir çocuktur. (...) kumarbaz "süt vanaları açıldı, açılacak," coşkusunda bir kuşkucudur. paranoyak, "irinin ardı kesilecek, taze süt galiba düşman kardeşimi besleyecek" umudunda bir kumarbaz."

    "belki de kıyamet* bir pazar yeridir, agoradır. agorafobi de kıyamet ürküsü, bütün günahları ve suç ortaklarıyla karşılaşıp yeniden pazarlığa tutuşma korkusudur."

    "[paris'te] dükkanlar geç açılıyor. eğlenmeyi biliyor ve seviyorlar. sokak ortasında öpüşen oranı yüksek. metroda rahatlıkla birbirinin kucağına oturuyorlar. metrolar için en uygun müşteriler fazla yer kaplamadığından çiftler. bedenlere bir güven, bir genel beden barışıklığı durumu var. (...) polisler seyyarlara çok kötü davranıyorlar. seyyar zenci ayaklarıyla koşuyor, bisikletli polis pedallarıyla yetişemiyor. (...) herkes kendisinin bir gideri olduğuna inanıyor. herkes bunu pratiğe çevirme peşinde, değer arttırma peşinde değil. bu belki parislilerin bir başka proleter/işçi/komünist özelliği. (...) türklerin bir yorumu var; fransızlar para kazananı, zenginleşeni sevmiyorlar, derhal buduyorlarmış. (...) metronun yüksek teknolojisine, örgütlenişine karşın komünist hali yağmurlu kargaşada artan kaçak geçişlerden de belli."

    "bir hamburger hazırladılar adada*, tasos* adası büyüklüğünde. hani ekmek arası değil de porsiyon olarak çıplak hamburger. hamburger iki üç kişilik. yalnız yoğruluşu ve tadı mükemmel. uyanıklar maydanoz kullanmayı, soğan eklemeyi biliyor olsalar gerek. kalamar da iki kişilik ve bütün bütün. porsiyonlar hep öksüz doyuran."

    [kapı önünde küçük bir kertenkele gördüm. hemen adama "bizde bunlara süleymancık yani little solomon derler" dedim. güldü, karısı mı o mu, salamander gibi bir kelimeyle onaylar havaya büründüler. (...) fırsat buldum köyde geçen yıl çektiğim köygöçüren denen ufağının fotoğraflarını gösterdim ve adını ayrıca açıklamaya çalıştım: village terminator!]

    "ılgazlı sıvı yağ istemez, sevmez. (...) organik yeme, tadı koruma bilinci. salam sosise yatkın değil. her sabah bir kaşık pekmez yutması gerekir. bakkaldan nadiren peynir alır. eti de nadiren satın alır. ılgaz'da çok hindi beslerler. orada hindinin adı ibi, hindi yavrusu ise ibi cibisidir. evde kurban eti ve hindi eti buzlukta onu bekler. şehir eti, sevmeden seks yapmak gibi. doğa oksijeninin tadını özlüyor."

    "güreş zevki için "alt üst kün pus" toplamı gibi hissettiğim "altüst kümpuz olurduk" diyor."

    "doktordan az kullanılmış, az sevilmiş ikinci el köpek. bakımları tam, kuaförlü, eğitimli, ultra lüks, denizgören, yürürü mükemmel, meraklısına okazyonlu fırsattır."

    "doktordan az kullanılmış, az sevilmiş ikinci el köpek. bakımları tam, kuaförlü, eğitimli, ultra lüks, denizgören, yürürü mükemmel, meraklısına okazyonlu fırsattır."

    "evde duvarlarda deve sevgisi. deveyle göz göze, deveyle sarılmış fotoğrafları. boy boy. (...) adam kadının sülalesinden kalma mal mülkü satıp savıyor. dışardan görünüşü yiyici damat. son olarak bu deveyi 35 bin liraya alıyor. (...) kadıncağız ayben sadece inekten süt sağıp satarak, belki bahçede sebze yetiştirerek geçinmeye çalışıyor. adam çalışmıyor, beslemiyor, beslenmesi gerekiyor. (...) şöyle bir bak ve kendi içindeki deve güzeli "maya"yı, kendi hecin develiğini bul. (...) anıların başı zoofili merkezliydi. benimki zoofilide kararlı durmuyor, zooromantizm ve zoothriller (zookorku) sınırlarında dolaşıyor."

    "beni çaresizlikle doldurmayan şeyleri kağıtla paylaşmıyorum. (...) sen güzel bir duygusun, ama belki yakıcı bir gerçek olacaksın."

    "hemşire defterlerinde rapor yok, satır satır sadece hasta adları var. ilgisizliğin, yalnızlığın liste hali..."

    "delilerde hiç kaba gürültü yok. sessizce düşünüyor, aranıyor, bakınıyor veya kabullenmiş oluyorlar. sanki sessizlikle anlaşıyorlar. tamam tedirgin edici ama korkutucu değil. saldırgan değiller, bir kısmı orada kalıcı bir kısmı kaçak ruhlu. isim listesi* ortak bağımız. biz de isimliyiz, biz de akıl hastası adayıyız. hemşireler de öyle. onlar bunu biliyor, diğerlerinden daha iyi biliyor. (...) örgütlenme yok, örgütsüzlük var. hayvani, koklaşır gibi haberleşme ve anlaşma var. deliler de dağınık ama birbirini anlıyor, anlayışla karşılıyor. (...) ben geçici ve konuğum diye düşündüm. nedenlerim var, acelem var. ben deli olsam veya deliysem kaçak tavırlı, çıkış arayan biri olurdum, öyleyim."

    "delilik bir bilmeme hali değil. deliyken çok iyi biliyorum, kendimden eminim. ama dünyadan, şeylerden kopuğum gibi bir hisse kapıldım. örneğin yeri ortamı hem içinden hem dışından çok iyi biliyorum. ama deli tekrarı biçiminde yerli yersiz aynı aynı şeyi, biteviye ve etkisizcesine düşünüyorum."

    "verdiğim imza genel onay anlamıyla beni çırpınmadan, kaygılı bile olsam sakin duruşla beklemeye zorluyor. şöyle; paniğe kapılsam çelişkili davranabilirim, panikte olmadığımdan, sevinç de korku da üstümden yumuşak akıyor. gözlemci sanık/suçlu duruşunu koruyabiliyorum."

    "düşler sahibine mi özel, yoksa hepimiz temelde aynı düşleri mi görürüz? düşlerin eşit olma olasılığı hiç az değil."

    "bu uslu, yaramazlığa tam katılmayan gözlemci halim ilkokuldan beri var. tamam, çok erken yaşta deplasmana gittim. (...) annemin sıkı disiplini vardı. (...) gözlemci ve ölçüyü unutmayan olmak hayatta çok işime yaradı, fark yarattırdı. buna karşılık bir bedeli kalmış; ipini sonsuzca koparan dana olamıyorum."

    ["seviyorum diyemeden, senin için ben, neler beler neler yaparııım!" (...) düşler benim olası bir edebiyat kitabımın da parçası olacak. çünkü sinema sever gibi düş seviyorum. düşü görmeyi, anımsamayı, araya biçimlendirmeler ve uydurmalar atmayı seviyorum. (...) yorumları çıkarabilirsem yazılı yapıyorum, bazen düş ham sekilde bekliyor.]

    "düş nasıl olsa diye rahat rahat yazıyorum. oysa yakası açılmadık düşler var. sansür düşün içinde sürdüğü gibi, düşün aktarılması, sözlere çevrilmesinde de devreye giriyor. bazı düşler anlatılamaz oluyor. çok utandırabilir sahibini. fazla açık oluyor, çıplak hissettiriyor."

    "camı tıklattı, camı açmamla çiçekleri verdi. gözleri gülüyordu. çok ağlayasıma ve gülesime gitti. kendime yaka yaka ancak gerizekalıyı yakabiliyorum diye utangaç gösterişler ettim. havana ile yeter'de barıştım sayabilirim şimdi."

    "sık eş çıkması gebelik öngördürücü olduğu gibi, eş kattırmayla gebe kalma kolaylaşırmış."

    "gelin dövücüsü dedeme bir yandan öfkeli hınçlı, bir yandan gücü ve zalimliğine hayrandım."

    [muğla'ya kamyon tepesinde gece vakti indiğimizde ileride kıpırdayan ışık cümbüşüne şaşıracağımı bilen halam: "onlar muğla'nın keçileri. gece vakti boynuzlarını yakmışlar, şehre salıvmışlar*," diye tanıtmıştı.]

    ["aldın mı onu" anlamında "aldinmunu?" deyişim en önemli hediyem ve cezam. ister diyorum, ister birden demeyi kesiyorum.]

    ["tırlak karıdan parlak çocuk mu doğar..." (...) yalnız, uzmanlar ilk altı ay yalnızca baba sütü tavsiye ediyormuş.]

    "ne demek? her şey canlıdır. her şeyle ya eşit ilişki ya saygı ölçünmesi içindesindir."

    "bayramda çalışmaya kalkışmak komün ruhuna aykırı. herkesle birlikte sen de dur, sen de eğlen."

    "onların* seviştikleri kumsallarda biz sıra sıra mezar boyu çukurlar kazardık. kadınlarımız hem çoluk çocuğu, hem birbirini bu kazılı çukurlara sokar, sadece başı dışarıda kalan canlı sakinler yarım saat - bir saat çukurda kalır, eklem sayrılıklarını sıcak kumla atlatmaya çalışırdı."

    "sanki yalnızlığı yabancıdan, turistten devren öğrenmişim. kendi kültürüm içinde soğukluk mümkün, düşmanlık mümkün, yalnızlık mümkün değilmiş."

    "dalga bir hamle yapıyor, dirençle dalganın önünde baştan ayağa ıslanıyorlar, bir ileri bir geri sallanıyorlar. yere sımsıkı yapışmış, dalgaya bedenlerini, sırtlarını dövdürüyorlar. bizim hepsi bilindik köylü kadınları, bakmasını bilene birer bo derek olup çıkıyor."

    "deprem ve darbeler köylerin görece dolçe vita zamanlarıdır. tek ve iki katlı yaşlı toprak evler bile depremde fazla zarar görmez. ayrıca ölen ölür, kalanlar yila devam eder. büyük örgütlenmelerden, devletten bir şey beklemezler."

    "şimdiki gerici püritenleşme on iki eylülü de mumla aratır. bu sefer dünyada toplumcu bilinç daha da zedeli. dayanışma, olanaklarla karşılaştırılınca hiç yok sayılsa mı? artık hem vahşet hem huxleyci teknoteslimiyet var. (...) ortaların* kaybı yeni bir yas biçimi."

    (bkz: kitap bastırmak/@ibisile)
    (bkz: kitap satmak/@ibisile)
    (bkz: zaman yani şimdi)
    (bkz: jack unterweger/@ibisile)
    (bkz: boğaz köprüsünden atlayıp ölmemek/@ibisile)
    (bkz: kadın kadının kurdudur/@ibisile)
    (bkz: damat giydirme/@ibisile)
    (bkz: aşk motoru)
    (bkz: efelik ruhu)
    (bkz: söven/@ibisile)
    (bkz: havana/@ibisile)
    (bkz: çelik çomak/@ibisile)
    (bkz: üç tekerlekli bisiklet/@ibisile)
    (bkz: halk hekimliği)
    (bkz: ölü yıkama/@ibisile)
    (bkz: ağır mübarek gün)
    (bkz: ahlat/@ibisile)
    (bkz: içmesu)
    (bkz: eş çıkması), eş katmak
    (bkz: soğuk süt/@ibisile)
    (bkz: gürcü horonu/@ibisile)
    (bkz: göbek dansı/@ibisile)
    (bkz: yerdelen/@ibisile)
    (bkz: tabanca/@ibisile)
    (bkz: bisiklet/@ibisile)
    (bkz: bengal tilkisi)
    (bkz: cri du chat/@ibisile)
    (bkz: 12 eylül/@ibisile)
    (bkz: bulgur çılbırı), sütlü kabak/@ibisile, kabak yemeği, pırasa/@ibisile, patlıcan/@ibisile, sahanda yumurta/@ibisile, ecibicik, sıkmaç
hesabın var mı? giriş yap