• keyhan kalhur ve muhammed rıza şeceryan tarafından icra edilen 2 dk. 14 sn'lik bir ziyafet.
  • hasan esen'in de rebab albumunde icra ettiği süper parça. böyle alıyor sizi, önce semerkant'a, sonra buhara'ya, ordan elburz'a, goturuyor. yorulmadı iseniz isfehan'a, horasan'a sıcratıyor. en sonunda da beyazıtta bırakıyor elinizi..

    buyrun şurdan dinleyin..

    http://www.youtube.com/watch?v=hrtd9ve-nka
  • bir vecd halidir, istiğraktır, visal ve gurbettir; kurbettir. güzergâhtır, nazargâhtır, handır. hem uzak hem yakındır; aşktır. sükûttur, sükûnettir. sözdür.
  • cenneti beklerken'in "yol" müziği.

    kayhan kalhor ve muhammed rıza şeceryan tarafından icra edilmiş olan versiyon sadece "müzik"ken, hasan esen tarafından icra edilmiş olanı başka boyutlarda geziniyor ve gezindiriyor. aynı adı taşısalar da ve aynı melodilere sahip olsalar da çok büyük fark var aralarında.
  • terkibindeki erbaneleri olmak istediğim, anne sesinden, baba nefesinden bile daha çok aşina gelen, beni benden alan ve yine bana döndüren, ezelî ses, sırlı ayna. bu şarkıda kim neyi görmek isterse onu görür, neyi duymak isterse onu duyar.
  • dogumla başlar. dünyaya şapşal gözlerle bakar önce insan oglu. yumuk yumuk gözlerle, tereddütle. sonra yavaş yavaş emeklemeye, yürümeye ve koşmaya başlar. gençlik tüm çılgınlıgıyla gelir. aklı başından alır. çılgınlaşır.
    derken olgunlaşmaya başlar insanoglu. bir dinginlik, bir durgunluk gelir. aradıgını bulmuş gibidir. ve nihayetinde yaşlılık gelir. susar insan. sükut gelir. ölüm gelir.
  • 5.35 ' lik uzun kayıdı da mevcuttur. 1.50'den sonrası büyüleyicidir efendim. desert night
  • önce... madde haliyle bilmezken o'nu;

    belki rüyalarından,
    belki kokulardan,
    belki yıldızlardan,
    belki sebepsiz ürpermesinden teninin,
    belki yürürken ayaklarına dolanan sarı yapraklardan,
    belki yeni çiçek vermiş badem ağacından,
    belki yağmur damlasının tam da göz pınarına denk gelmesinden,
    belki hava iyi mi kötü mü kestiremediğin o yaklaşan bulutlardan,
    belki artık sıkıldığından yaşamının gidişatından,
    belki özlemekten, ama neyi özlediğini bilememekten,
    belki susamaktan,
    belki açlıktan, belki tokluktan,
    belki doymaktan,
    üşümekten,
    yanmaktan,
    korkmaktan,
    ağlamaktan, gülmekten,
    koşmaktan, yürümekten,

    ve durmaktan...

    tanıdığın; ama ne olduğunu kestiremediğin his var ya. işte o his aşk'tan hemen önceki hâldir.

    böyle sıra sıra yazdığıma bakmayın, durgundur aslında o hâl. fırtınadan önceki durgunluk gibi, bin kilometre ötedeki çıtırtıyı bile ta ruhunda hissedersin. öyle bir durgunluk işte.

    sonra aşk gelir ve ele geçirir seni.

    ruhun, bedenin, kalbin, aklın, kendin, nefsin, vicdanın ve tüm hücrelerin o'na doğru akar. önüne çıkan her ne olursa da yıkar geçer, dönüp bakmaz. farkında değildir ki baksın. o vardır sadece, o.

    hayatı, nefesi, suyu, yemesi, uyuması, kalkması, yaşaması, ölmesi hepsi birden o.

    henüz hâlâ madde hâlde değildir ne o, ne aşk ne de kendisi. henüz değildir. bir sel gibi taşmalıdır ki, ilk taşkınlık anları önce bir durulsun. o biriktiği için belki de, bu kadar köpüren, akan neyse akmalıdır ki, geriye asıl olan, yani öz olan kalsın.

    sonra, madde gelir.
    hem de tüm o birikmişlik, yaşanmışlık, taşmışlıkla birden öz hâlinde gelir ve işte o zaman iki kişi bir kişi olur.
    bir yürek, bir nefes, bir ses, bir beden.
    değil su, hava bile sızar mı acaba aralarından bir olmuşların?

    durgun gibi görünürler. oysa hem bu âlemde, hem aşk âleminde birdirler.
    için için kor alev gibi yanarlar.

    ya sonsuza dek ya da bitene dek.
hesabın var mı? giriş yap