hesabın var mı? giriş yap

  • 130 dakikalık, 2017 yapımı film.

    8 / 10.

    yetişkin, işine ya da hobilerine aşık bir erkeksiniz, kariyeriniz yolunda gidiyor lakin hormonlar tetikliyor; ne yapmalı, varoluşun peşine düşüp nesli devam mı ettirmeli? hayatı bir kadına teslim etmenin, düzenli yaşamanızı değiştirmenin ve teslimiyetin zamanı mı geldi? hmm...

    35,000,000 dolares bütçeli film paul thomas anderson tarafından yazıp yönetildi. çok özenli bir sinematografi ve sanat yönetimine sahip olan film beklendiği üzere kostüm ve mekan tasarımı açısından da çok özenli. bütünlük ve konsept kurgusu olarak da enfes.

    saygıdeğer usta aktör daniel day-lewis ise filmin birçokları gibi benim için de en özel yanıydı. onun sıkı ve son beyaz perde performansına 1983 doğumlu vicky krieps eşlik ediyor. filmin başında ne kadar uyumsuz bir cast ya da lewis için ne kadar silik bir rol arkadaşı diye düşünebilirsiniz fakat senaryo açısından çok iyi bir seçim olduğunu eminim film ilerledikçe fark edeceksiniz. akademi adaylığı bulunan lesley manville de yan rollerin iyilerinden ekleyelim.

    düzenli, disiplinli ve işkolik * * reynolds woodcock karakteri ile kuracağınız empati, filme olan ilginizi ve beğeninizi artırabilecek etkenlerden. benzer takıntılara sahip biri olarak ben kurabildim örneğin. düzenli hayatınızı yaşarken bir eş seçimi neleri değiştirir, gereklimidir, eşiniz sizin ilginizi çekebilmek için neler yapabilir, ne kadar ileri gidebilir, neden ve ne tarz bir ilgi ister gibi fikirler film ardından akla gelenlerden. filmin tüm bunları acelesi olmadan ve sıradanlaşmadan aktarma becerisi çok dengeli.

    her eve imdb

  • sade iskender

    malzemeler:
    ekmek
    yoğurt
    domates salçası (sos için)

    yapılışı:
    ekmek küçük parçalara bölünür ve tabağın içine yayılır. üzerine yoğurt dökülür ve salça ile yapılmış sos üzerinde gezdirilerek servis yapılır.

  • hayatımda televizyondan bu adam kadar kolay para kazanan başka birini görmedim. güya dünya kupası yorumluyor.

    ulan toplam 32 ülke var ve bunların 15 tanesini zaten sokakta top oynayan 10 yaşındaki çocuk bile biliyor tüm detaylarıyla. adam turnuvanın en güçlü takımlarından şili'yi bile izlememiş. ee ben ne diye izleyeyim ki seni?

    güntekin onay: iran?
    rıdvan dilmen: bilmiyorum.. (bir de sen iran ligini de izliyorsun herhalde diye dalga geçiyor)

    +şili?
    -hiç izlemedim.

    +almanya iddialı takım.(bunun gibi bir şeyler)
    -gruptan çıkınca kiminle eşleşecekler?

    ama bu rezillik rıdvan dilmen'in değil, ntv spor'un.

  • dilimize, çokkültürlülük ya da çokkültürcülük olarak çevrilen multiculturalizm, temelde çok kültürlülüğü benimseyen, savunan, teşvik eden bir politik akımın adıdır.

    kanımca, çok kültürlülüğün bir zenginlik olabilmesi, o ülkenin kendi şartlarına ve kendi gerçeklerine bağlı bir durumdur. bu yönden türk ulusu neredeyse tüm unsurlarıyla kaynaşık bir ulustur. ancak, italya, ingiltere, almanya gibi ülkelerin aksine ulus devlet olma sürecini tam anlamıyla tamamlamamıştır.

    batı medeniyetinin bize lütufta bulunarak yakıştırdığı kültür mozaikliğini ve bunun ne paha biçilemez bir zenginlik olduğunu gene “batı”ya bakarak anlayabiliriz. bugün ispanya, ülkesinin en zengin bölgesinde, devlet içindeki devlet konumundaki baskları kendisi için bir “zenginlik” olarak mı görüyor? aynı şekilde fransa için korsikalılar, paha biçilemez bir mozaik mi? fransa 1991 yılında “fransa halkının bir unsuru olan korsika halkı” ifadesini iptal ederken, mozaikten mi sıkılmıştı? anayasasının 2. maddesini, 1992’de “fransızca cumhuriyetin anadilidir” diye değiştirirken o mükemmel mozaiği bozduğunun farkında değil miydi, merak içerisindeyim.

    belçika, fransa, lüksemburg gibi ülkeler, azınlık hakları çevre sözleşmesini imzalamayarak neler kaçırdıklarının farkında değiller, almanya; topraklarındaki alman vatandaşı türkleri azınlık olarak değil de “göçmen işçi” olarak tanırken, “zenginlik” istemediğini mi belirtiyor? hayret. hollandanın etnik nüfusun, genel nüfusun %10’una yaklaşması karşısında, ilk hamlesi, etnik dil öğrenimine devlet desteğinin tamamen kaldırılması ve hollanda vatandaşlığına geçişin neredeyse imkansızlaştırılması oluyor madem; bu kültür mozaiği denen zenginlik, avrupa’da para mı etmiyor? ab üyesi yunanistan, ülkesindeki makedonları, arnavutları, türkleri gerçekten de bir zenginlik olarak algılıyor ama sanırım fazla zenginlikte gözü olmadığından olsa gerek, kendilerine pek nefes alma izni vermiyor.

    sonuç olarak, çok kültürlülüğün, “ulusal” imha silahı mı, zenginlik mi olduğunu, o ülkenin kendine özgü şartları iyice değerlendirildikten sonra karara bağlanması gerekiyor. kaldı ki bir ülkenin etnik mozaik olarak tanımlanabilmesi için, etnik nüfusun genel nüfusun %35’ini oluşturabilmesi önşart. türkiye’de bu oran, emik bakışla %15’i bile bulmuyor. kanımca devlet, bu gerçeği görerek, etniklik politikasını bunun üzerine kurmalı, çok sevgili müttefiklerimizin pipilerinin keyfine göre değil.

    ( menşe )

  • aynı aktiviteyi balıkesir'de yapması durumunda sadece 150 lira verecek futbolcu. o da; feribot+benzin+ yörsan tost,ayran+sinema(sabah 11:45 seansında kimse olmuyor...tek başına izlerdin)

    edit: bandırma'dan daha ucuz ve daha kısa hatta.

  • 2022 yılı korku ve gerilim açısından oldukça bereketli bir yıl oldu. bu yıl, her iki türde de pek çok film çekildiği için türleri iki farklı listede ele almaya karar verdim. esasında bu iki türü birbirinden ayırmak hiç de kolay bir iş değil. ancak elimden geldiğince ve biraz da kendi kararlarıma göre yapmış olduğum ikiye bölme sonucunda aşağıdaki listeyi oluşturabildim. listedeki filmler, özellikle de ilk sıradakiler gerçekten kaliteli filmler. eğer bu filmleri bu listeye almasaydım bir kısmını mutlaka en iyi filmler listesine almam gerekecekti.

    10) shut in (yön. d.j. caruso) 6/10
    tek mekanda geçen gerilim dolu filmleri seviyorsanız "shut in" filminin vaat ettiği gerilimi fazlasıyla vereceğine emin olabilirsiniz. ancak filmin, genel olarak bakıldığında iyi bir film olduğunu söylemek mümkün değil. filmin en korkunç dakikaları, kadının kilerde kapalı kaldığı sırada eve, kocasının çocuk istismarı geçmişi de bulunan arkadaşının geldiği sahneydi.

    9) fresh (yön. mimi cave) 6,5/10
    gerilim ve korku türünde kadın yönetmenlerin sayısı giderek artıyor. bu senenin dikkat çeken gerilim filmlerinden bir diğeri mimi cave'in de ilk uzun metraj filmi olan "fresh" oldu. oldukça sert ve mide bulandırıcı bir konuyu cıvık bir dille ele almayı tercih eden film, uzun tutulan açılış bölümünün (jenerik) ardından şaşırtıcı bir yola sapıyor. daha sert olmayı tercih etse belki hakkında daha farklı şeyler konuşabileceğimiz bu film, yine de dikkat çekici bir yapım olmayı başarıyor.

    8) emergency (yön. carey williams) 6,5/10
    iki yakın arkadaş olan sean ve kunle, "legendary tour" denen bir parti turunu tamamlayan ilk siyahi öğrenciler olmayı amaçlamaktadır. ancak hayalleri, talihsiz bir olayın ardından suya düşecektir. evlerine geçtikleri gün, salonun ortasında baygın halde yatan küçük yaşta bir beyaz kız çocuğu bulurlar. polise haber vermeleri halinde durduk yere başlarının belaya gireceğini düşünen ikili ve onların ev arkadaşı carlos, çözümü başka yoldan bulmaya çalışır. fakat buldukları çözüm onları daha da büyük bir belaya sürükleyecektir.

    7) cerdita (yön. carlota pereda) 6,5/10
    ispanya-fransa ortaklığında çekilen ve "piggy" ismiyle de bilinen film, 2019 yılında aynı yönetmen tarafından yine aynı isimle çekilmiş kısa filmin uzun metraj hali aslında. sinema eleştirmenleri tarafından oldukça beğenilen film bana göre afişinde bile vaat ettiği şiddeti tam olarak veremiyor. sara, yaşıtları tarafından zorbalığa uğrayan ve ailesi ile birlikte bir kasap dükkanında çalışan obez bir genç kızdır (bu arada sara'yı canlandıran oyuncu 1986 doğumluymuş). serinlemek için havuza girdiği bir gün yine arkadaşlarının hem fiziksel hem de sözel saldırısına maruz kalır. ancak daha sonra başına gelecekler onu intikam temalı müthiş bir ikilimde bırakacaktır.

    6) fall (yön. scott mann) 6,5/10
    "shut in" filminin ardından bu sene dar mekanda geçen diğer bir gerilim filmi de "fall" oldu. maceradan maceraya koşan iki genç kadının yaklaşık 600 metre uzunluğunda olan ve halihazırda da kullanılmayan bir radyo kulesinin tepesinde kapana kısılışlarını anlatan film, duygusal iniş çıkışları haricinde kesinlikle heyecan verici bir film olmayı başarıyor. özellikle benim gibi yükseklik korkusu olanlar bu filmi izlerken sürekli diken üstünde olacaktır.

    5) the menu (yön. mark mylod) 7/10
    dünyaca ünlü şef julian slowik, zengin müşterileri için özel bir menü hazırlamıştır. şefin menüsünden çıkan birbirinden lezzetli her bir yemek, içerisinde misafirlere has sürprizler de barındırmaktadır. en büyük sürpriz ise yemeğin sonuna saklanmıştır. sınıf çatışmasını temel alan "the menu", bence boyundan büyük bir işin altına girmiş. amerikan filmlerinin sınıf çatışmasını doğru düzgün anlatabildiğine ben pek şahit olmadım zaten. fakat, sadece eğlenmek ve bir miktar da gerilmek için "the menu" uygun bir seçim.

    4) kimi (yön. steven soderbergh) 7/10
    steven soderbergh, son zamanlarda kendisini deneysel filmlere adamış gibi görünüyor. tahminimce kendisi, çok fazla yapım masrafına girmeden, minimum sayıda oyuncu ve kısıtlı bir alanda ne kadar yaratıcı filmler çekebilirim derdinde. "kimi" de tam olarak böyle bir film. neredeyse tek bir mekan, az sayıda oyuncu ve görece düşük bir bütçe... ortaya çıkan sonuç ise bence fena değil. pandemi ve teknoloji korkumuz üzerinden soderbergh, bu şartlarda çekebileceği en iyi filmi çekmiş.

    3) watcher (yön. chloe okuno) 7/10
    yine bir kadın yönetmen ve onun ilk uzun metraj filmi... romanya'lı kocasının işi sebebiyle onunla birlikte bükreş'e taşınmak zorunda kalan julia, diline ve kültürüne alışık olmadığı bu ülkede kendine yaşanabilir bir alan yaratmanın derdindedir. ancak karşı apartmanlarında oturan bir adamın onu sürekli izlediği şüphesine kapılan julia, kocasının da kendisine bir türlü inanmaması sebebiyle kendisini kanlı bir gerilimin ortasında bulacaktır.

    2) emily the criminal (yön. john patton ford) 7,5/10
    bu senenin en şaşırtıcı gerilim filmi ise kesinlikle "emily the criminal" oldu. oldukça düşük beklentilerle izlediğim film, bu senenin en iyi suç-gerilim türündeki filmlerinden biri olmaya çoktan aday bence. maddi anlamda sıkıntı içinde olan emily, para kazanmak için başta basit görünen; ancak yasal olmayan bazı işlere bulaşmak zorunda kalacaktır. fakat yaptığı her iş sonrası bulaştığı pislik, onu içinden çıkılmaz bir belaya bulaştıracaktır.

    1) speak no evil (yön. christian tafdrup) 8/10
    listesinin ilk sırasında "speak no evil" dışında bir filmin olması beklenemezdi. hatta gerilim filmlerine özel böyle bir liste hazırlamasaydım bu filmi kesinlikle yılın en iyi filmleri arasına da alabilirdim. politik doğruculuk meselesini merkezine alan film, biri hollandalı diğeri de danimarkalı olan iki aile üzerinden izlemesi oldukça rahatsız edici mükemmel bir psikolojik-gerilim örneği sunuyor.

  • net söylüyorum bu işin ustası kuyumcudur.

    sene 2011 evlilik teklif edeceğim için antalya'da kuyumcuları dolaşıyorum, bir tanesine girdim bir yüzük beğendik fiyat sordum 3800 tl dedi ama dedi eğer akşama kadar almaya karar verirsen, hesap makinesiyle ilişkisine başladı işte o an. 1,5 dakikalık işlem sırasında nasıl yaptı nasıl etti bilmiyorum ama 3800 tl'yi 1650 tl'ye indirdi.

    işin ustasının kuyumcu olmasının bir sebebi de işin içinde çok parametre var, kar marjı, altın fiyatları, altının döviz karşısındaki durumu, maliyet gider çizgisindeki yeri. türkiye ekonomisi bence bir kuyumcuya teslim edilmeli o hesap makinesiyle altından kalkacağına eminim.

  • önünde internet olup yemeksepeti çalışmıyor diye aç kalan insan, aynı zamanda yürüyen merdiven bozulunca mahsur kalan kişidir.

    ayrıca üyesi olan yemek tedarikçilerine iyi baskı yapan sitedir. tırsıyorlar bunlardan baya.