hesabın var mı? giriş yap

  • bekçilerin 10bin lira aldığı ülkede 33bin para değil öncelikle.

    ve becerebilseydiniz siz de okusaydınız keşke halkın parasıyla, tutan yoktu.

    ha ama siz halkın parasıyla okumayı değil başka şeyler yapmayı tercih edenlerdensiniz gerçi, pardon..

  • güzel bir işim, 2 evim 1 arabam vardı. biraz eğlence olsun diye bu başlığı takip edip bahis oynamaya başladım şu an pide fırınında usta olarak çalışıyorum, piyasaya 45bin lira borcum var.

    2 maç bari tutturun be, allah belanızı versin.

  • lise arkadaşı olmayan kişi asosyaldir, sorunludur. üniversite arkadaşı olmayan kişi zekidir.

  • gemicikleri yürüttük karadan
    verdikçe veriyor güzel yaradan
    demokrasiyi de çıkarırsak aradan
    bana ne lan çıkmam saraydan

  • şu da örnek teşkil eder mi, bilemedim ama:
    çocukken o kadar çok mario oynuyordum ki, servisle okula giderken mario'yu çatılardan, ağaçlardan, sokak lambalarından, arabalardan atlatıyordum. hatta kafamı da hareket ettiriyormuşum, bi keresinde biri farketmişti de, ne he yok ha tepkisi vermiştim. hayatımı etkileyen çok bi yönü olmadı ama, yoksa oldu mu?

  • orijinal adıyla judgement of paris

    basit bir reklam amacıyla düzenlenmiş ancak yarattığı kelebek etkisiyle tüm dünya'daki şarapçılık anlayışını derinden sarsmış, şarabın küreselleşmesini sağlamış olay.
    bugün bir şarap reyonuna girdiğimizde karşımıza çeşit çeşit yeni dünya şarabı çıkıyorsa sebebi bu tadım etkinliğidir.

    1976 yılında dünyaya baktığımızda fransızlar şarap konusunda tartışmasız bir hegemonyaya sahip. fransız şarabı dışında kalan şaraplar yerel, basit, sofralık şaraplar olarak tanımlanıyor. bunun da değişeceğine kimse ihtimal vermiyor taa ki paris'te açtığı butik şarap dükkanının reklamını yapmak isteyen bir ingilizin aklına gelen fikre kadar.

    steven spurrier, aileden zengin şarap sevdalısı bir ingiliz. uğruna paris'e yerleşip küçük bir şarap dükkanı açacak, paris şarap eşrafında bir çevre edinecek kadar da fransız şarabı aşığı bir isim. ama kendisinin bir sorunu var. her ne yaparsa yapsın dükkanında işler istediği gibi gitmiyor. dükkanının pazarlamasını hem de kendisinin reklamını yapacak bir fikir ararken aklına fransız şarapları ile yabancı şarapların test edileceği bu kör tadım etkinliği geliyor. ancak bir sıkıntı var ki fransız şarapları rakipsiz, kimi neyle kıyaslayacaksın.
    spurrier'in eski dünya şarapları dışında tek bildiği kaliforniya napa vadisinde iyi şarap yapmaya çalışan girişimciler var. bu yüzden kararını kaliforniya şarapları üzerine kılıyor.
    aslen kendisi de biliyor fransız şaraplarının açık ara birinci geleceğini. bu sayede hem fransız şarabını yüceltmiş bir isim olarak ün yapmak ve dükkanını pazarlamak için iyi bir yöntem olarak görünüyor.

    ilk şoku napa vadisinde yarışma için şarap tadarken yaşıyor spurrier. nitekim basit, güçsüz şaraplar beklerken tattığı her şarap oldukça kalifiye ve dengeli çıkıyor. amerikalıların şaraba bakış açısı da oldukça şaşırtıyor spurrier'i. fransa'da şaraba bakış oldukça geleneksel, eski köklere bağlı ve neredeyse kutsal atfedilirken; napa vadisinde şarap keyif için içilen bir içkiden çok da fazlası değil.
    spurrier yarışmaya dahil etmek için napa vadisinden beğendiği 6 şişe chardonnay(beyaz) 6 şişe de cabernet sauvignon(kırmızı) seçip parise dönüyor.
    bu şaraplarla yarışacak fransız şaraplarını ise fransa'nın en iyilerinden seçiyor. aralarında fiyat farkı uçurum olan şaraplar yarışıyor anlayacağınız.

    etkinliği paris şarap eşrafına açıkladığında ise önce alay konusu oluyor. nitekim fransa'da kimse kaliforniya şaraplarını ciddiye almıyor, böyle bir tadım etkinliğinin gereksizliği göze çarpıyor; ancak atadan zengin olan spurrier artık para mı yediriyor ne yapıyorsa fransa'nın en kallavi degüstatörlerini, somelyelerini, mehmet yalçın'larını etkinlikte juri olmaları için ikna ediyor.
    pek çok basın kuruluşuna haber verse de basın pek ciddiye almıyor bu tadım etkinliğini. bir tek time dergisi yazarı george taber geçerken uğradım minvalinde katılıyor etkinliğe.

    https://hizliresim.com/9w2vnn
    etkinlik kör tadım şeklinde olduğu için şişeler numaralandırılıyor. kim hangi şişe nereden bilmiyor. beyaz şarap için tadım başladığında ilk karmaşa yaşanıyor. kibirli fransız degüstatörleri tattıkları şarapların fransız mı yoksa kaliforniya mı oldukları hakkında ihtilafa düşüyorlar. george taber bir köşeden elinde hangi numaraların hangi şaraplar olduğunu gösteren not ile juriyi büyük bir keyifle izliyor. çünkü jurinin fransız dedikleri şaraplar kaliforniya, bu fransız değil dedikleri şaraplar ise fransız çıkıp duruyor.
    beyaz şarap tadımı sona erdiğinde puanlama yapılıyor ve birinciliği açık ara farkla napa vadisinden chateau montelena kazanıyor. juri ve konuklar arasında büyük bir uğultu kopuyor. hoşnutsuzluk alıp başını gidiyor.
    sıra kırmızılara geldiğinde çok daha dikkatli olan juri bu kez fransız şarabının birinci geleceğine emin bir şekilde tadımını yapıyor ve bingo! kırmızılardan da birinci yine napa vadisinden stag's leap wine cellars
    steven spurrier başta olmak üzere etkinliğe katılan herkes büyük bir şok yaşıyor.
    https://hizliresim.com/ujbh4w

    george taber, time dergisinde küçük bir köşede etkinliğinin sonuçlarını haber yapıyor.
    https://hizliresim.com/zdrrdq
    ne oluyorsa bu haberden sonra oluyor. reklam amaçlı yapılan sıradan bir etkinlik dünya'da büyük ses getiriyor. millet yarışmada birinci gelmiş şaraplara akın ediyor, chateau montelena ve stag's leap wine cellars'ın fiyatı tavan yapıyor. pazarlama gurusu amerika açılan bu ortayı kaçırmıyor tabii ki ve kaliforniya şaraplarını yağladıkça yağlıyor.
    fransızların dünya şarap hegemonyası bir etkinlikle kırılıyor ve yeni dünya şarapları küresel ölçekte satış yapmaya başlıyor.
    sadece yerel ölçekte satış yapan şili, avustralya, arjantin, japonya, yeni zelanda hatta güney afrikalı şarap üreticileri bu olaydan sonra cesaretlenip dünyaya açılıyorlar. amerika dünyanın 3. büyük şarap ihracatçısı konumuna geliyor.
    bütün bu zincirleme olaylar silsilesini başlatan steven spurrier ise fransa'da birden istenmeyen adam oluyor. dükkanımın reklamını yaparım diye çıktığı yolda kendisi için işleri daha berbat etse de dünya'da şarap pazarını değiştiren adam olarak tarihe geçiyor.

    bir dahaki sefere süpermarketlerde çokça bulunan şili şarabından bir şişe alırken bütün bu sürecin arkasında küçük dükkanının reklamını yapmaya çalışırken bizlere dünya'nın farklı noktalarından farklı aromalar kazandıran bu saftirik ingiliz abiyi unutmayalım lütfen.

    https://en.wikipedia.org/…/judgment_of_paris_(wine)
    https://en.wikipedia.org/…_spurrier_(wine_merchant)

    edit : ha unutmadan bu olayla ilgili bir film vardı. (bkz: bottle shock)

  • bir yandan kapitalist sistemin insanı 5 gün çalışmaya zorlaması bir yandan da çalışanların haftalık 3 gün tatil arzularının mükemmel bir potada eritilmesi ile ortaya çıkardığım yeni takvim. buna göre haftalık 7 gün olan sistem bir gün daha eklenilerek 8 güne çıkartılıyor. 8. günün adını tuğçe koydum. bu beta isim. sistemi hayata recep tayyip erdoğan geçirirse bu güne recep tayyip erdoğan da diyebilirsiniz. angela merkel de..

    2013 yılının örnek takvimini de hazırladım:

    http://i.imgur.com/uboqz.jpg

    sonuçta haftalık sistem dediğimiz şey öyle bir günün 24 saat olması, bir saatin 60 dk. olması gibi doğanın zorlamasından kaynaklanmıyor. bildiğin insan kurgusu bir şey haftanın 7 gün olması, epik hikayelere dayanıyor ve dolayısıyla değiştirilebilir.

    bune engel olabilecek teknik bir neden de yok. birleşmiş milletler'de yarım saatlik bir oturumla kabul edilebilecek bir şey. en azından 2014'te deneyelim. küresel çapta verim, mutluluk, refah, gelir artmazsa, 2015'te sene boyu haftada 6 gün çalışalım.

    ..ki eminim ben, kendisine zaman ayırabilen bir insandan fışkıracak mutluluğun ve yaratıcılığın dünyayı komple güzel bir yer yapacağına..

    şunu da bi dinleyin (entry'nin soundtrack'i babında)

    https://www.youtube.com/watch?v=n7wqtzonvay

  • var böyle bir şey. hangi diziyi açarsanız açın (izlemeniz şart değil) kesinlikle abartılı bir zenginlik mevcut. her dizide en az bir (havuzlu) villa, bir iş merkezi/holding, birkaç iş adamı/kadını, lüks otomobiller, lüks hayatlar...

    abi, biz sıdıka, mahallenin muhtarları, bizimkiler, perihan abla, çiçek taksi gibi gündelik hayatta sıkça görebileceğimiz yaşamları ele alan dizilerle büyüdük ama son yıllarda belki de 2000'lerden sonra lüks hayat sürekli bilinçaltımıza itelenir oldu. bu dizilerde yoksul bir iki karakteri o yaşamın ortasına bırakıp hikâyeyi buna göre yürütüyorlar. genelde bu tipler de tüm zengin hayat önündeki engelleri alt eder, onlardan biriyle evlenip, kendisi de o zenginliğin bir parçası olur. doğu'da töreden kaçıp istanbul'da zengin iş adamlarının kucağına düşerler, batı'da kızın biri tam da bu zenginliğin içindeki adamın oğluna vurulur, üniversitede bitirmiş biri hemen bu holdinglerde iş bulur ve ne hikmetse patrona aşık olur... apartmanda yaşayan kimse mi yok aranızda amk ya! bi' biz miyiz fakir?

    lan, sıdıka'da evin içinde bir odun sobası vardı ve sıdıka annesiyle karşılıklı çamaşırları katlarken muhabbet ederdi; odasında bir ütü masası yer alırdı; kanepelerinin üstüne serili danteller mevcuttu. şimdiki diziler halkın yaşamından bu kadar uzakken bu kadar popüler olup reyting alabilmeleri tamamen fakir halkın o yaşama özentisinden başka bir şey olmasa gerek. neredeyse orta ya da alt tabakanın yaşamını ele alan dizi mevcut değil. sırlar dünyası filan vardı gerçi.*

  • benim kafamı kurcalayan soru;
    bu öneriye, kim, neden, karşı çıkar?

    tanım; bir yazarın önerisidir.